Duvarlar yoksulun matbaasıdır derler. Duvarlara yazılan sözler belli bir bilinci ifade eder. Bu matbaa da artık sıkça gördüğümüz “Kapitalizm öldürür, kapitalizmi öldürün!” sloganı yoksulların kapitalizme dair edindiği bir bilinç düzeyini de gösteriyor.
Kapitalist üretimin temeli sermaye birikimini arttırmak üzerine kuruludur. Kapitalist sınıfın sermaye birikimine giden yol sanayi devrimiyle açılmış, kapitalist üretim tarzının egemen olduğu her yerde işçinin emeğinin yağması sürecine doğanın yağması süreci de eşlik etmiştir.
Kapitalist sınıfın kar hırsı doğa üzerinde öyle bir yıkıma yol açtı ki bu yıkım doğanın bir parçası olarak toplumsal yaşamın üstüne hastalıklar ve kanserlerle yığınsal ölümler getirmiştir. Yine sınırsız kar hırsı, üretim süreci sonunda oluşan organik, kimyasal ya da zehirli atıkların, arıtma yöntemlerinin maliyetli oluşu nedeniyle, fütursuzca doğaya salınımı toprağı, havayı, suyu ve yer altı-yer üstü kaynaklarını zehirleyip tahrip etmiştir. Termik santraller, Hesler, altın-maden ocakları ile enerji ihtiyacına cevap vermek için yapıldığı söylenen -kapitalizmin insanı düşünmeden plansız üretimi sonucu- mantar gibi çoğalması ile bu santrallerin atıklarının doğada yarattığı tahribatı maksimum düzeyde yaşıyoruz.
İnsan ve doğa birbirinden ayrılmayan bir ilişki bütünüdür ve doğanın çok yönlü tahribatı, atıklarla yayılan zehir, tarım ilaçları, gdo'lu ürünlerle, insana, çağımızın vebası kanser ve ölümlerle geri dönüyor. Kanserden ölümlerin artışı ise tüm dünya ölçeğinde oldukça yüksek.
Dünya sağlık örgütünün yaptığı araştırmaya göre kanserden ölümlerin oranı %16. Yani dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğu kanserle karşı karşıya. Türkiye'de ise kanserden ölümler oldukça yüksek. Her 8 ölümden birinin nedeni kanser, bu da nüfusun %10'una tekabül ediyor. Acı tablo bununla sınırlı değil! Üzücü olan şu ki, tarımın ve endüstrinin yoğun olduğu illerde kanserden ölümler olağan hale gelmiş durumda. Örneğin Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne'de yaklaşık 4 ölümden; Kocaeli Dilovası bölgesinde her 3 ölümden ve Antalya da ise her 10 ölümden birinin nedeni kanser. Günlük yaşamımızda o denli çevresel kirliliklere, kimyasallara maruz kalıyoruz ki; soluma, deriyle temas, yeme ya da içme yoluyla toksik etkili maddeleri bünyemize almamız kaçınılmaz.
Artan kanser ölümlerinin nedenlerini araştırmak için Sağlık Bakanlığı 2011 ve 2016 yılları arasında bir proje yürütüyor. Sonuçların vahameti, 2017 yılında açıklanması beklenen raporun, gizlilik kararı alınarak yayınlanmamasına sebep oluyor. Raporda 1380 gıda ve 1440 su örneği üzerinde çalışılmış. Kocaeli’nde 283 örneğin %38'sinde, Antalya'da 572 örneğin %60 Ergene bölgesinde alınan 463 örneğin %14'ünde pestisit (kanserojen madde) kalıntısı tespit edilmiş. Günlük yaşamımızda tükettiğimiz besin maddeleri ayva, biber, çilek, domates, elma, ıspanak, mandalina, maydanoz, salatalık ve taze fasulyede pestisif kalıntısının maksimum düzeyde olduğu tespit edilmiş.
Tekirdağ'dan alınan su örneklerinde “alderon” isimli pestisit kalıntısı bulunurken, Antalya'dan alınan su örneklerine ise hormonal sistemi bozucu bir zehir olan “folpet” tespit ediliyor. Ergene havzası ise arsenik kusuyor. Metal ve kimya endüstrisinin bir atığı olan arsenik et, balık ve tavukta olduğu gibi, tarımsal ürünlerde de yüksek oranda bulunuyor. Çeltik, ısırgan otu, kara lahana, sarımsak ve yeşil soğan... Bu araştırma sonucu bize şunu gösteriyor: Yediğimiz yiyecekte, içtiğimiz suda, soluduğumuz havada kanserojen maddeler, zehirli atıklar yüksek oranda mevcut. Kanserin ve diğer ölümcül hastalıkların yayılması bu sorunun toplumsal bir sorun olduğunu gösteriyor ve buna karşı mücadeleyi zorunlu kılıyor.
Türkiye'de bir çok yerde yapılmak istenen termik santraller ve Hesler ya da fabrikaların atıklarıyla zehirlenen nehirlere karşı oluşan toplum bilinci buna yönelik mücadele için örgütlenmeleri de sağlamıştır.
Örnek olarak, yakın zamanda Artvinli annelerin Cengiz Holdinge karşı köylerini, yaylalarını savunması, kirlenen Ergene nehrinin temizlenmesi ve fabrikalara arıtma sistemi kurulması için verilen mücadele ve hala devam eden Kaz dağlarına termik santral projesine karşı halkın eyleme geçmiş olmalarını örnek verebiliriz. Doğanın talanına karşı oluşan toplumsal bilinç toplumsal örgütlenmelerin önünü açtı. Bu çerçevede mücadeleye yönelenlerin dernek, komite, birlik ya da dayanışma şeklinde örgütlendiklerini görüyoruz. Doğanın korunması yönünde oluşan toplumsal bilinci bir üst aşamaya çıkarmak gerekiyor. Bu ise insanın insan üzerindeki sömürüsü kalkmadan insan ile doğa arasında sağlıklı bir ilişki kurulamayacağı bilincidir. Doğanın ve insanın ölümünün önüne ancak kapitalist toplum yıkılarak geçilir. Ve ancak kapitalizm yıkıldıktan, insan üzerindeki emek sömürüsü kaldırıldıktan sonra insan ile doğa arasındaki ilişki de sağlıklı bir biçimde yeniden kurulabilir. Bu yönde mücadele etmek sosyalizm için mücadele etmektir.