Merhaba 1988 yılında Dilovası’na geldik. Hem okudum, hem de çalıştım. Boyacılık yaptım, simitçilik yaptım, pazarda limon sattım. Yavaş yavaş çeşitli pazar tezgahlarında işçi olarak çalışmaya başladım.
2002’de askerden geldim. Kendi işim olarak pazarcılığa başladım. 5 kardeşimle beraber pazarcılık yapıyorum. Onlarda hem okuyor hem pazarcılık yapıyorlar. Diğer kardeşlerimin hepsi okudu üniversiteyi bitirdi, ben yine pazarcılığa devam.
92’de pazarda işçiliğe başladım. 99 yılında, o zamanın parasıyla, birçok malın 3 kilosu 10 lira oluyordu. İnsanlar 6’şar kilo alıyorlardı. Bugün Kocaeli-Gebze hattında en pahalı meyve 2-3 lira yani 4 kilo 10 lira. İnsanlar yarım kilo alıyor. Son zamanlarda sebze meyve fiyat artışının haddi hesabı yok. O yarım kilo alanlar şimdi hiç almıyor. Bunun sebebi ne? Adam diyor ki, Antalya’da domates bir lira İstanbul’da neden 3 lira diyor. Antalya’daki adam ekiyor, ürünü plastik kasalara koyuyor. Hammaddeye zam gelmiş, eskiden 40 kuruş olan o tek seferlik plastik kasa 3 lira. Ambalaj yaptığı kağıda zam gelmiş 20 kuruşluk kağıt olmuş 2 lira. Gübrenin torbası eskiden 40 liraydı. Şimdi 120 lira. 1 litre mazot 3 liraydı şimdi olmuş 6 buçuk lira. Bir nakliye arabası 2 buçuk, 3 bine geliyordu şimdi 7-8 bine geliyor. Bir de yaş sebze meyve yüklediği zaman adam 20 ton 30 ton yükleyemiyor. En yüklü araba 13 ton-14 ton geliyor. 8-9 milyarı 12 tona böl, ton başı bin lira bile gelmiyor. Adam bunu nasıl satsın. Bu fiyatlar yine Kocaeli bölgesine gelen 2. kalite mallar. Fiyatların buralarda düşük olmasının sebebi de bu. İkinci kalite mallar. İstanbul, Tekirdağ bölgelerine 1. kalite mal gider. 3 liraya aldığımız domates İstanbul’ da 5 lira, ama dediğim gibi oraya birinci kalite mal gidiyor. Kırsal kesime 2. kalite mal geliyor. Bir düşüğü var, 3. kalite. Eskiden bu mallar Mersin’den Doğu, Güney Doğu Anadolu’ya gönderiliyordu. Şimdi de Doğuya gidiyor, oraya gitmezse mülteci kamplarına, Suriyelilerin yoğunlukta oldukları kamplara gönderiliyor...
Hükümet yeni bir sistem çıkarmış. Bütün mallar market sınırlamasına uygun olacak. Haliyle satıcının ambalaj yapması gerekecek. 2 liralık mal 3 lira olacak. Bu ürünün 1. kalite olması için baya fire vermesi gerekiyor. Nereden tutsanız elinizde kalıyor.
Alım gücü diyoruz ya, insanlar alışkın oldukları standartlarda yaşamaya çalışıyorlar, ama kazandığı para ile harcadığı birbirini tutmuyor. Nereye kadar kısabilirsin ki ihtiyaçlarını. Kendim pazarcıyım, bu sabah eve iki kasa ezik domates bırakmışım. Eskiden en kalitelisini bırakırdım konserve yapımı için, şimdi eziğini. Iskartaya çıkan tezgah altına attıklarımızı yiyoruz. Çünkü düşünüyorum, 2 kasa domates bırakıyorsun. 200 lira. Zaten senin kazandığında 200 lira. Onu da getirip eve bırakırsan çocuğa domates mi yedireceksin, ekmek mi yedireceksin ya da diğer ihtiyaçlarını mı karşılayacaksın.
Hükümetin önce tarım işçisine destek vermesi lazım. Mersin bölgesinde, Antalya bölgesinde kadın 1000-2000 lira ev kirası veriyor. Eskiden 20 lirayla üreten kadın şimdi 100 liraya giriyor bahçeye. Eskiden kiralar da bu kadar yüksek değilken, kadın 100 lira kira veriyordu 5 gün kira için gidiyordu bir 5 gün de ihtiyaçları için çalışıyordu, diğer günler evdeydi. Şimdi kadın karşılayamıyor ki, haliyle 100 liraya giriyor bahçeye. En rahat salatalık toplanıyor, hadi diyelim ki en fazla toplasa toplasa 300 kilo toplar. Yani 20 kuruş sadece toplaması. Çiftçiye hiç para vermediğini düşün… toplaması, nakliyesi, ambalajı, paketlemesi en kötü malın 1 buçuk milyon maliyeti var. Geçenlerde pazarcıları terörist ilan ettiler. 1500 liraya mal olan bir malı getirsem hadi benim yanımda kardeşlerim çalışıyor. Adam işçi çalıştırıyor. Bir tezgah 5 kişiyle dönüyor. 100’er lira yevmiye verse 500 milyon. 100 milyon da poşetçi en az maliyete verse, oldu mu sana 600 gider 100 lira da halde hamaliye parası, etti 700. 100 lira da mazot yaksın 800. Yemesi içmesini de katarsak, masrafı 1000 lira. Adam önce 1000 lirayı çıkaracak kenara, ondan sonra kalan cebine kar koyacak. Anahtarı çevirdiğin an kazan veya kazanma 1000 lira cepten gidiyor.
Burada 3 lira olan malın İstanbul’da 5 lira olmasının sebebi, İstanbul’a 1. kalite mal gitmesi. Ama bir de biz buralarda meyve-sebze halinde para vermiyoruz. İstanbul’da hale giriş parası veriyorsun. Kasa başı 1 buçuk lira para veriyorsun. Kendin yüklesen kasayı, yine zarardasın o yüzden. Bir kasada 10 kilo mal var. Bazısı 4-5 kilo. Diyelim ki 3 liraya şeftali aldı adam. Onu yükletmek için 1 buçuk lira para veriyor. 50 kuruş da mazot vs. tuttu. 2 lira gideri oldu halin içinde sadece. 4 kilo şeftali kasasına 2 lira eklediğinde otomatikman 50 kuruş zam yapıyorsun şeftaliye. Daha bu halde binen zam. Daha hiç pazara gitmeden yani. Bunun işçi çalıştırması var, poşeti var, yemesi içmesi var. Otomatikman 1000 lira biniyor. Etti mi sana 1 buçuk lira. Mal oldu sana 3 milyon. Adam nasıl halden aldığı parayla 3000’e satsın. Tamam hal de 1 buçuk lira ama sen bunun ham halini hesaplıyorsun. Pazarcının giderini, nereye para harcadığını biliyor musun sadece onu hesaplıyorsun.
Eken çiftçi kendi masrafını karşılayamıyor. Tüccar düşük fiyat veriyor çiftçiye, ama tüccar da ucu ucuna dönüyor. 50 kuruşa aldığı malı koyacağı ince kasalara -ki tek seferliktir bunlar- veriyor 3 milyon. İçindeki malzemeyi tezgaha dizince atacağı kasaya veriyor bu parayı. Eskiden 40 kuruştu, şimdi 3 lira olmuş en kalitesizini alayım derse onun fiyatı da 1 buçuk 2 lira. Sarmak için en kötü naylon poşet alacak, gazete alacak, işçiye para verecek. Ardiyeler var, ayıklama sistemiyle çürüğünü eziğini ayıracak. Kalite sınıflandırması yapacak. Nakliyesi var, halciye getirip %8 komisyon verecek yani 100 liralık ürün sattığında 8 lirasını halciye verecek. Tüccar bu hesapları yapınca diyor ben o fiyata nasıl satacağım. Kendi istediği paraya aldığı halde, altından kalkamıyor.
Hesaplarına ters düşen çiftçiler olunca, hemen ‘şu ürün hastalıklı’ diye çıkıyor tvlerde. Mesela geçen sene Erman Toroğlu Bayrampaşa esnafıyla ters düştü. Erman Toroğlu’nun seraları var Antalya’da. Ters düşünce hemen televizyonda şu ürünler hastalıklı diye çıktı. Medya gücünü de kullanıyor. İstediğine istediği şekilde istediği şeyi yaptırıyorlar.
Kandıra’da fındık tarlamız vardı. Biz fındığı toplayıp getirene kadar herhangi bir açıklaması yok. Tüccar gelip bütün fındığı istediği fiyata elimizden toplayınca fiyat belirliyorlar. Önceden fiyatı açıklasana bana. Ben de gelen tüccara diyeyim ki açıklanan fiyat bu. Alıyorsan al almazsan devlet alacak. Ama devlet onu yapmıyor, bekliyor. Kendi tüccarları bütün piyasadan malı alınca fiyat açıklıyorlar. Köylünün fiyat açıklamasını bekleyebilecek gücünün olmadığını biliyor. Köylü kışın harcıyor yazın onu veriyor. Gübreciden gübre, uncudan un alıyor, diyor ki ‘9. ayda fındığım çıkıyor, o zaman sana para vereceğim’. Söz verdiği tarihe kadar satması gerektiğini biliyor. Kendi tüccarları köylere gelince köylüler fındıklarını 8 liradan veriyor. Sonra devlet açıklama yapıyor taban fiyat 14 lira. Bana baştan söyle 14 lirayı, tüccara 14 liradan vereyim. Bunu da yapmıyor.
Sözün özü devlet her yerinden halkı yontuyor. Pazardan yontuyor, tarlada yontuyor, şoförse mazottan yontuyor, sigortadan yontuyor. Halkçı bir devlet yok karşımızda.
Dilovası’ndan Bir Pazarcı