Gecesinde ince bir heyecanla sohbete daldığımız bir günün sabahına uyandık. Uyanır uyanmaz haberlere bakıyorum: ''3 Mücadele Birliği okuru Taksim'e yürürken gözaltına alındı''.
Evet, günaydın. Her şey olması gerektiği gibi.
Birazdan aynı meydana biz çıkacağız. Hepimizde ne yapacağını bilen insanların emin sakinliği var. Tarih yapıcıların duvarına bir tuğla eklemeye gidiyoruz. Bizi salgının en tehlikeli boyutlara ulaştığı günlerde bile ''özel izin''lerle fabrikalarda çalıştıranlar, atölyelerde fazla mesailer yaptıranlar bugün "1 Mayıs'ı Taksim'de kutlamak yasak" demiş. Bu yasağı hiç tanımadık. Şimdi, yoksulların evde açlık dışarıda virüs olarak 2 taraftan da ölüm arasında kaldıkları böylesi bir dönemde, yeniden Taksim'e çıkacağız.
Toplanma yerine ulaştık. Pankartı açtıktan sonra yürümeye başladık. Yürümenin çeşitli biçimleri vardır, öyle coşkulu ve hızlı yürüyoruz ki, önümüz kesilmese tek solukta Meydan'da olacağız. Bir yoldaşımın sesini duyuyorum: ''Onlar evde kalın bahanesiyle işçilere emekçilere bayram gününü yasaklıyorlar. Ama yine onlar, işçileri özel izinle fabrikada atölyede çalışmak zorunda bırakıyorlar. Onlar evde kalamayanların halinden anlamazlar. Çünkü onlar bir valilik binası önünde kendilerini yakmadılar. Çünkü onlar, çocuklarına okul ihtiyaçlarını alamadığı için boynuna urgan geçirmediler. Çünkü onlar, infaz yasasıyla serbest bırakılan bir katil erkek tarafından katledilen kadın olmadılar.''
Pankartı sıkı sıkıya tutuyorum.
Biraz ileride polis engellemeye başlıyor. Hepimiz pankartın etrafında toplanıyoruz. O an, dışarıdan ne gelirse gelsin karşısında direnecek yürek atışları duyumsuyorum. O an, o meydanı zaptetmeyi bir kere aklına koymuş olan binlerce insanın gücünü hissediyorum.
Uzun bir uğraşın ardından çoğu yoldaşımızı kopararak işkence ile gözaltı aracına götürüyorlar. Pankartı benimle beraber tutan yoldaşımı görüyorum uzakta, ona işkence yapıyorlar. Bu kısa kesit, anlık görüntüyü görünce araca gitmemek için daha güçlü direniyorum. Pankart artık yalnızca bende. Onu kolay alamayacaksınız. Onu yoldaşlarıma işkence yapıyorken benden alamayacaksınız. Öyle de oluyor. Ellerim kilitlenmiş, açamıyorlar. Birinin sesini duyuyorum: ''Yeter artık alamıyoruz, vermiyor. Pankart ile birlikte götürelim..''
Araçtayız, içeride iki kişiyi birbirine kelepçeleyen polis kamerayı görünce sosyal mesafe kurallarını anlatıyor. Hastaneye getirildiğimizde ateşimizi ölçerlerken çoğumuz 38 derecenin üzerinde çıktığımızda, yüzlerindeki korkuyu görüyorum. Son 1 saatleri o aracın içerisinde bize ters kelepçe yapmak için işkence uygulamakla geçti, ya virüs bulaştıysa? Halbuki vücut ısımız araçta yükseldi. Aracın ve hareketin sıcaklığını düşünemiyorlar.
Muayenedeyim, kolumun kırık olduğunu öğrendim. Dirsek yerinden, düşerken olmuş olmalı. Doktor gülümsüyor: “Bu kırık kolla nasıl slogan atıyorsun?”, “ Dirsek kırıkları o kadar acıtmıyormuş...” Gülüşüyoruz. Biraz sonra araca tekrar götürüleceğim ve 2 saate yakın ortopedistin gelip alçı yapmasını bekleyeceğiz.
Alçı sonrası aynı araçla Vatan'a götürülüyoruz. Bizi burada uzun süre tutmak istememiş bu kez savcı! ''Sokağa çıkma yasağı''nı ihlal ettiğimiz gerekçesiyle tutanak tutuluyor, ardından çıkış muayeneleri için 4'erli olarak 3 ayrı hastaneye götürülüyoruz. Oradan sonra artık serbestiz.
Metrobüse binerken hiçbirimizin telefonu yok.. Bindiğimiz metrobüste diğer arkadaşlarımızla karşılaşıyoruz. Sabah kavgamız bir araya getirmişti bizi, şimdi ise tesadüfler... Hepimizin yüzünde en ileriyi hedeflemiş olmanın haklı gururu var. İneceğimiz duraklarda vedalaşmıyoruz, yeniden bir araya geleceğimiz güne kadar kısa bir ''dikkat edin'' çağrısı sonrası şehrin boş caddelerine dağılıyoruz..
Bir Mücadele Birliği Okuru