“Onlarca yıldır yüzlerce nakkaşın bin bir emekle işlediği bu mozaiğe o kahramanların ardılı olarak bir parça da olsa katabilme şansını yakaladığım bugün; ifade bile edemeyeceğim gurur ve onur duyuyorum.
Bu büyük devinimin bir halkası olabilme, geleceğe değerler bırakabilme güveni ve kararlılığını güneş gülüşlü Muratımızın verdiği ilham ve güçle kazanıyorum. O tarihi dört güne kattığı öfke, cüret ve uzlaşmaz tavır şimdi bu büyük akışta bana yön veriyor. Ne mutlu ki, başlarında bahar dalı çelenklerle denize koşanların arasındayım, ne mutlu ki ateşin zapt edilmez türküsünü tek solukla söyleyenler arasındayım. Bu sevgiye ve güvene layık olabilmek tek hedefim.”
Sibel “Ayışığı” ismini koymuştu Aysunumuza. O uzlaşmaz devrimci duruşuyla büyük bir kararlılıkla çıkmıştı bu yola. O tepeden tırnağa komünist bir kadındı. Ve mücadelenin “Ayışığını”, komünist kadını bu satırlarda tanıyacağız.
Yoldaşımız Çukurovalıdır. O Çukurova’nın yiğitliğini, çalışkanlığını, bir ana gibi kucaklamasını, her bahar filizlenen tomurcukların sevinçle topraktan patlamasını… Akdeniz’in tüm güzelliklerini bulabilirsiniz Aysunumuzda. “Yaşama ve yaşatma sevincini” diyor bir yoldaş Aysun için, o kadar güzel anlatıyor ki Çukurova’yı sarmak geliyor içimden, yoldaşımızı ağırladığı için…
Lisede mücadele ile tanışan yoldaşımız, Adana’da olduğu yıllarda kafasındaki soruları kesinliğe ulaştırdı ve İzmir 9 Eylül Üniversitesini kazanmasıyla birlikte kavgada hiç tereddütsüz ve kesintisiz sürecek yılları başlamış oldu. İzmir’de kaldığı bir yıl boyunca DÖB’ün neredeyse tüm çalışmalarına katıldı, bununla da kalmayıp bütün çalışmaları da üstlendi. Yaşamı kavga olarak tanıyor ve sorumluluk duygusu ona bunu gerektiriyordu. Kısacık yaşamında her şeyi dolu dolu yaşamaya bu zamanlarda başladı. İzmir’de geçirdiği bir yılın ardından Tokat iline giderek örgütlü çalışmalara burada devam etti. Tokat’ta kısa süre kalmış olsa bile verebileceği her şeyi vermek için çabalıyordu.
Kavga artık Aysun, Aysun artık kavga olmuştu. Yoldaş bir ilden başka bir ile bir çalışmadan başka bir çalışmaya gelip giderken ne bir ah etti, ne bir tereddüt yaşadı. Bulunduğu her alanda üzerine aldığı sorumlulukları aynı ilgi ve disiplin ile yerine getiriyordu. Yoldaşları ve tanıdığı insanlar ona hayranlık ile bakıyordu.
94 yılının sonbaharında geldi İstanbul’a. Çocukluğundan bu yana sakin ve hareketsiz geçen yaşamı mücadele ile tanıştığı andan itibaren coşku kazanmıştı.
Genç Ekin’in ve DÖB’ün baharıydı yoldaşımız. Yeni bir şehir ve daha önceki çevresinden, yaşamından farklı bambaşka sorunlar. Ve sorumluluğunu üstlendiği gençliğin içinde kendi yerini bulması biraz zor olsa da Aysun’umuz sorunlar karşısında geri durmaktan, sendelemekten, yakınmaktan ve kaçmaktan uzaktı. Ve bu yanlarıyla kendini kabul ettirmesi çok da uzun sürmedi.
Aysun yoldaşın cana yakınlığı, her yaştan insanlarla rahat diyalog kurabilmesi, gittiği her evde özellikle ailelerle yakınlaşmasını sağladı. Aileler onu kendi çocukları gibi benimsediler. Aysun yoldaşımızın kendi anaç ve korumacı yapısı tüm yoldaşlarını ve aileleri de kapsıyordu. Sevecen ve şefkatli idi yoldaşımız.
Disiplinliydi. Bir devrimcinin yaşamında olmazsa olmaz özelliklerindendir, ama herkes kolay kolay uyum sağlayamaz. Hele ki genç isen... ama Aysun yoldaş öyle değildi. Bir yandan Genç Ekin’in çalışmalarını diğer yandan gençlik ve bölge çalışmalarını yürütüyordu. Bu kadar disiplinli olmasa nasıl yürütebilirdi ki…
Aysun Genç Ekin Sanat Merkezi’nin müzik grubunun kurucularındandı aynı zamanda. Çok düşünmediği bir alandı sanat alanı fakat işlerin başına sessiz sakin geçti ve en iyisini yapmak için büyük bir özveriyle çalıştı. Aysun’umuzun adı bahar olup, buğulu ezgisi, sesi ile girişti müzik çalışmalarına.
96 yılının Şubat ayında ilk defa tutuklandı ve Bayrampaşa Cezaevinde kaldı. 20 Mayıs’ta başlayan ve ölüm orucuna çevrilen eylemin daha ilk günlerinde tahliye oldu. Açlık grevinin başladığı o gece şunları yazmıştı. “Hayatımda ilk defa uzun süreli bir açlık grevine başlıyorum, çok heyecanlıyım. Mutlaka başaracağımıza inanıyorum.” O zaman başlayamadığı ölüm orucu eylemine 19 Aralık 2000’de dört gün süren zindan savaşlarından sonra başlayacaktı.
Aysun yoldaş TKEP/Leninist’in ilk ölüm orucu gönüllülerinden olmuştur bu süreçte. Ve 19 Aralık saldırısında Aysunumuz da açtı göğsünü güneşe, başı dik ölüm orucunda en ön saflarda yerini aldı. Ölüm Orucu eyleminin 183. gününde 26 Haziran günü;
“ve yaslandı başı yastığa doğru…
Hafifçe yaslandı,
Sanki sıradakinin omzuna
‘hadi’ dedi
‘elim sende’ …”
Ve 26 Haziran 2001’de tuttu elini Sibel’in “güneşinin”... Biri Ayışığımız, biri Güneşimiz; iki yönlü de aydınlık saçan kızıl güllerimiz…
Bir ölüm orucu savaşçısı olarak çıktığı büyük yürüyüşün her anında kendine, yoldaşlarına, partiye ve devrimin zaferine duyduğu o büyük güvenle yol aldı ve alnını “zafere” yasladı Aysun’umuz…
Hücre hücre eriyen her bedenden yükselen “zafer naraları”, dalga dalga yayılan “savaş naraları”na dönüşüyor…
Savaş sürüyor sürecek zafere kadar!
Şan olsun, bedenleriyle devrim ateşini kucaklayanlara…
Genç Bir Kadın Yoldaşı