Bugün 18 Ağustos. Gece saat 22.34... Tam olarak nerede olduğumu bilemiyorum. Ama Sakarya'dayım. Hafızaları tazelemek gerekirse, yaklaşık 43 saat önce bu şehir yerle bir oldu.
O sabah hepimiz sıcak yataklarımızdan kalkıp da olayı duyduğumuzda şok olduk ve yakınlarımızdan bir haber alma umudu ile telefonlara sarıldık. İzmit, Gölcük,Yalova, Bolu ve Sakarya'da hayat yoktu. Televizyondan izleyip, radyodan dinleyip vah vahlamak yetmedi kimimize. Şu anda şehrin sokaklarını dolduran sayısız gönüllü gibi.
Daha iki gün önce Akdeniz sahillerinde güneşlenip geceleri kadeh tokuşturuyordum. Şu anda bulunduğum ekipteki üniversiteli dağcı genç arkadaşlarım gibi. Onlar da Erciyes'e tırmanmak için hazırladıkları çantaları ile hayat kurtarmaya geldiler. Kimimizin dediği gibi: “Rahat batıyordu bize”. Daha 19 yaşında yeni dağcı lisansı almış Sakarya Üniversitesi’nden bir genç: "Bunları yaşamak için çok gencim" diyordu, enkazdan 17 yaşında liseli bir kızın cesedini çıkarırken. Oysa başımızda bekleyen adam seviniyordu: "Benim kızım değil" diye. Ama kendi kızı hala enkazdaydı... Sabah beraber Alanya'dan yolculuk yaptığımız bir kadın, çarşaflardan yapma çadırdan çıkan 2-3 yaşındaki kızına sarılıp Türk filmlerindeki gibi yüzünün her yerini öpüyordu.
Şehirde yaşananları anlatmak için bu olaylar çok yetersiz. Kentin tüm halkı sokaklarda uyuyor ve bir parça ekmeğin, bir damla suyun mücadelesini veriyor. Ve göçük altındakiler... Hala yaşıyorlardır umarım.
Ve güzel şeyler. Her yerden yardım yağıyor. Ülkenin her yerinden gönüllü gençler geliyor. Tam karşımda İstanbul Üniversitesi’nin arama kurtarma ekibi var. Benim arasında bulunduğum ekipteki dağcılarsa, bedenlerinin yarısı enkaz altında kalmış yaşadığı umulan çocuklar için gece karanlığında çaba sarf ediyor.
Ne ağlaşanları anlatmak istiyorum, ne de yıkıntıların altından gelen ceset kokularını. Önce bir sürü teşekkür, sonra bir sürü lanet yağdırmak istiyorum. Ya da tersi. Yıkılanlar yeni binalar, eskiler dimdik ayakta, camlarının bile kırılmadığını görüyorsun, gülüyorsun... Para sever müteahhitlerimize; çaldıkları malzemeler, yaptıkları hatalı, çürük binalar yüzünden ölen, sayısı on binleri bulan depremzedeler için binlerce kere lanet olsun. Ya bunları denetleyemeyen, yardım hizmeti sağlayamayan, bu afette yetersiz ve aciz kalan devlet için ne diyebiliriz...
İnsan insana bu konuda çok şey borçlu. Şu şehirde her hizmeti halk kendi kendine karşılıyor. Elinden bir yardım gelebilecek olan tehlike falan dinlemiyor, şehre geliyor. Ama bir şey var ki... İnsanlar hala enkaz altında...
* Not: 1999 Adapazarı-Gölcük depreminin ardından yazılan bu yazı, ilk olarak 1999’da Eskişehir’de yayınlanan Çığlık Dergisi’nden alınmıştır.
24 yıl önce yazılan bu satırlar, yaşanan her şey, bugün yaşanmış gibi taze. Aradan geçen onyıllar, kapitalizmin afetlerinde hiçbir şeyin değişmediğini, doğal afetlerin nasıl felaketlere dönüştüğünü en net şekilde bir kez daha gözler önüne seriyor.