Öğrenci olmanın fazlasıyla zor olduğu bir dönemden geçiyoruz. Yaklaşık 2 yıldır pandeminin gölgesinde ve kapitalistlerin, dinci faşist iktidarın yönetemediği bir süreçte öğrencilik bir yana, yaşamımızı idame ettirmekte zorlanıyoruz.
Uzaktan eğitim tamamen niteliksiz ve birçok öğrencinin uzaktan eğitime katılabilecek koşulları yok. Her yıl üniversitelerden binlerce öğrenci mezun oluyor ancak çoğu kendi alanında iş bulamıyor. Üniversite mezunları ya işsizler ordusunu büyütüyor ya da işçileşiyor. Öte yandan kapitalist sistemin her yandan sardığı öğrenciler, gençler yozlaşmanın, çürümenin etkisinde kalıyor. Hiçbir öğrenci mutlu değil, psikolojik bunalıma giren ve intihar eden öğrencilerin sayısı her geçen gün artıyor. Ve daha nicesi…
Bütün bu sorunları neden yaşıyoruz?
Cevabımızı verirken okul duvarlarına hapsolmadan, kapitalist sistemi ve krizlerini, emperyalist-kapitalist sistemin çöküşünü temele almak, bütünsel yaklaşmak gerekiyor. Emperyalist-kapitalist sistem bir süredir derinleşen ekonomik, siyasal, sosyal krizler ve özellikle 21. yüzyılda artan ayaklanmalar, gerçekleşen devrimler sonucu ayakta durmakta zorlanıyor. Çöküyor. Yönetemiyor. Ve Avrupa’dan, Amerika’ya, Ortadoğu’ya kadar halklara açlık, sefalet, yoksulluk, geleceksizlikten başka hiçbir şey veremiyor.
“Bunun öğrencilerle nasıl bir alakası var?” diye sorabilirsiniz. Ancak asla unutmamak gerekir, toplumsal yaşamı üretim sistemi, üretim ilişkileri ve bu ilişkiler çerçevesinde konumlanan sınıflar ve onlar arasındaki mücadeleler belirler. Yani bizim okullarımız, eğitimimiz, işsizliğimiz, geleceksizliğimiz, yaşadığımız her şey temelinde var olan üretim sisteminden yani kapitalizmden kaynaklanır. Günümüz koşullarında krizlerle sarsılan bu sistem, öğrenci gençliği de gelecek kaygısı ile sarıyor, işsizliğe mahkum ediyor. Bu kısa anlatımdan bir sonuç çıkarmak gerekirse;
Öğrencilerin bu düzende iki seçeneği var. Birincisi bütün bu sorunları yaşamaya devam etmek, katlanmak, boyun eğmek. Yaşamımızı, hayallerimizi bırakıp bize verileni kabul etmek… İkincisi yarın ne yapacağımızın dahi garantisini veremeyen kapitalizmi ve kapitalizmin bize dayattığı yaşamı kabul etmemek, hayır diyebilmek. Düşlerimizi gerçekleştirmek için daha çok çalışmak, mücadele etmek… Marx’ın deyimiyle kapitalizmde “İnsan kalmanın tek yolu, insanlık dışı bu sisteme karşı savaşmaktır”. Biz öğrenciler de günümüz koşullarında bu bakış açısıyla hareket etmeliyiz.
Bugün mücadelemiz, değişen koşullar nedeniyle birkaç yıl öncesine göre çok daha farklı olmak zorunda. Türkiye-Kürdistan coğrafyasında işçilerin, öğrencilerin, kadınların, LGBTİQ+’ların, Kürt halkının, Alevilerin sorunları pandemiyle beraber alevlendi. Her yandan homurtular, şikâyetler, bireysel isyanlar, irili ufaklı eylemler geliyor. Bunu, öğrenci hareketine baktığımızda; özellikle 2021 senesi boyunca süren Boğaziçi eylemlerinden görebiliriz. Üniversitelerimize atanan kayyumlar, kayyumları protesto ettiği için gözaltına alınan, darp edilen, tutuklanan, ev hapsi alan arkadaşlarımız var.
Bu süreçte en çok göze çarpan, Boğaziçi öğrencilerinin hiçbir şekilde geri adım atmaması, kayyumlara karşı demokratik-özerk üniversite talebini kararlı bir biçimde sürdürmesi. Melih Bulu’nun görevden alınması sonrasında, Boğaziçi öğrencilerinin “Sorun yalnızca Melih Bulu değil, bütün kayyumlar gidene kadar mücadelemizi sürdüreceğiz” diyerek eylemleri sürdürmesi, bugün öğrenci gençliğin politik düzeyini göstermektedir.
Öğrenci gençliğin en ileri kesimi, karşılaştığı en küçük sorunun yalnızca küçük bir sorun olmadığını, sistemin bir yansıması olduğunun farkındadır. Bu sebeple Boğaziçi öğrencilerinin mücadelesi okul içerisinde kalan bir mücadele değil. Ancak ögrenci gençliğin mücadelesine dair söylenmesi gereken başka şeyler de var.
Geçtiğimiz günlerde birçok öğrenci yurdunda, yurt yemekleri ve barınma sorunu üzerinden eylemler gerçekleştirildi. Sokaklarda battaniye ile dolaşan, parklarda sabahlayan ve barınamıyoruz diyen öğrencilerle karşılaştık. Evet, birçok ilde öğrenciler aynı saatte, aynı yerde toplanıyor, en temel hakları için eylem yapıyor. Öğrencilerin kendi aralarındaki bu iletişim ve bu biçimde örgütlü hareket etmeleri gerçekten çok önemli ve büyük bir şey. Ancak bahsettiğimiz bu eylemleri gözlemlediğimizde hepsinin ortak ve olumsuz bir yanı olduğunu görüyoruz. Öğrencilerin yaptıkları bu eylemler ve başlattıkları hareket, sağlam temellere dayanan sürdürülebilir bir örgütlenmeye ulaşamıyor. Ve tam da bu yüzden bu eylemler bulunduğu yerden ileriye pek fazla gidemiyor, sona eriyor, sonuca varamıyor.
Bugün çözülmesi gereken sorunlardan en önemlisi bu. Evet, çözmemiz gerekiyor ama biliyoruz ki elimizde sihirli bir değnek yok. Bu sorunu çözebilmenin yolu daha çok hareket etmekten geçiyor. Daha çok incelemek, daha çok araştırmak, daha çok sokakta olmak ve örgütlülüğü sürdüremeyen öğrenci gençliği örgütlemenin bütün yollarını denemek.
Nazlı Can