Dünya işçi sınıfına, emekçiler ve ezilen halklarına ilham kaynağı olan; sömürücü sınıfın diktatörlüğünü yıkarak, emeğin iktidarını, Proletarya diktatörlüğünü tesis eden Ekim Devrimi’ni ve Lenin önderliğinde dünyanın ilk Sosyalist Devletini kuran, bu uğurda hayatları pahasına mücadele eden Bolşevikleri, Sovyet proletaryasını selamlıyoruz.

Dünya genelinde ekonomik krizin patlak verdiği, milyonların açlıkla baş başa bırakıldığı, sayısız ayaklanmanın meydana geldiği günümüzde “devrime pratik yaklaşmanın” bir ifadesi olan Ekim Devrimi’nden öğrenmeli ve başkaca ayaklanma ve devrim deneyimlerinden dersler çıkararak mücadele yürütmeliyiz. Yaşadığımız topraklar Türkiye ve Kürdistan’da, derin bir şekilde hayatımıza etki eden ekonomik-politik kriz, faşist devletin baskısı, burjuvazinin krizi çözecek yetenek ve amaçta olmaması gibi bir dizi koşul “devrime pratik yaklaşmanın” önem ve gerekliliğini ifade eder. Bu doğrultuda Ekim Devrimi’ni ele almak, şanlı bir tarihi anmaktan öte devrimciler için gerekliliktir de.

Ekim Devrimi’ni kendisinden önceki devrimlerden ayıran yönü, iktidarın artık işçi sınıfı ve müttefiki yoksul köylülüğün yönetimine geçmiş olmasıdır. O güne kadar gerçekleşen devrimlerde iktidar, bir sömürücü sınıftan bir başka sömürücü sınıfa geçmiştir, üreten büyük çoğunluk yani işçi sınıfı ve emekçi halklar ise yönetimi ele alamamışlar, sömürü ve baskı düzeni farklı şekillerde devam etmiştir. Bu yönüyle ve dünya emperyalist-kapitalist sisteminin geldiği noktayla birlikte Ekim Devrimi, proleter devrimler çağının, kapitalist toplumdan sosyalist topluma geçiş çağının başlangıcı olma özelliği taşımaktadır. Proletaryanın iktidarı ele almasıyla birlikte proletarya diktatörlüğü tesis edilmiş, burjuvazi yönetimden kovularak:

Tüm bankaların kamulaştırılması, tüm fabrikaların denetiminin Sovyetlere devredilmesi, büyük toprak sahiplerinin topraklarına el konularak köylüye toprak dağıtımı, kiliselerin mal varlıklarının hazineye aktarılması ve eğitimle ilişkisinin yok edilmesi şeklinde önlemler alındı. Asgari ücrete zam yapıldı ve günlük çalışma süresi 8 saate indirildi. Çocuk işçi çalıştırmak yasaklandı. Bütün dış borçlar reddedilerek, emperyalist savaştan çekinildiği ilan edildi. Ülkenin tüm doğal kaynakları millileştirildi. Eski burjuva devlet organları dağıtılarak ezilen uluslara kendi kaderini tayin hakkının tanınması anayasal hale getirildi.

Toplumsal dönüşümler, o dönüşümleri meydana getiren nesnel koşulların varlığı, ekonomik ilerlemenin geldiği nokta ile birlikte eski yöneten sınıfın yerini yenisinin almasıyla gerçekleşir. Nasıl ki kapitalist sınıfın ve işçi sınıfının oluşmasıyla birlikte 1789-1848 devrimleri ile Fransız Burjuva Devrimi feodal toplum biçimine son vererek yerine kapitalist toplumu getirmiş ise, kapitalist toplumun getirdiği gelişmeler de Ekim Sosyalist Devrimi’nin, sosyalizmin ön koşullarını yaratmıştır. Tabii ki yalnızca nesnel koşulların varlığı yeterli olmamaktadır. Eğer öyle olsaydı birkaç yüzyıldır egemen olan kapitalist-emperyalist dünyada; açlığın sefaletin hayatımızı esir aldığı, faşist baskı ve katliamların her yeri kan gölüne çevirdiği bu koşullarda sayamayacağımız kadar sosyalist devlet kurulmuş ve devam ediyor olacaktı. İşte tam da bu noktada bir diğer gerekli şey de öznel koşulların gerekliliğidir. Öznel koşullar ise Komünist Parti’nin varlığı, proletaryanın bilinç, örgütlülük ve hazırlık düzeyi vb. koşullardır. Ekim Devrimi’nde de başta Lenin olmak üzere Bolşeviklerin her duruma uygun strateji ve taktikleri belirlemedeki ustalığı ve donanımı devrimi başarıya ulaştıran etken olmuştur. Tarihsel süreç içinde Rusya’da yaşanan gelişmelere karşı, Bolşeviklerin tutumlarına baktığımızda, bir devrimin başarıya ulaşmasında iradi etkenin ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Bu bakış açısıyla Ekim Devrimi’nin meydana geldiği süreci, tüm yanlarıyla tek bir yazıda mümkün olmamak üzere, tarihsel olarak ele almaya çalışalım.

Çarlık Rusyası 19. yüzyılın sonlarında hızlı bir şekilde kapitalistleşme sürecine giren, kapitalizmin geç geliştiği bir ülkeydi. Köylülüğün ağırlıkta olduğu bir ülke olan Rusya’da, kapitalistleşme ile birlikte sanayi proletaryası artmaya başladı. İşçiler ve halkın demokratik haklardan yoksun olduğu Rusya’da kimi sektörlerde 14-15 saatlere kadar çalışma saati uygulanıyordu. İşçi sınıfı örgütlenmeye başladıkça birçok fabrikada grevler başladı. 1900’lü yılların başlarında Avrupa’da patlak veren ekonomik bunalımla birlikte yüz bini aşkın işçi işten çıkarıldı ve bunu grevler izledi. Sınıf hareketinin gelişmesiyle birlikte, Lenin sürgündeki dağınık Marksist grupları toplamak için Iskra Gazetesi’ni çıkardı. Marksist eserlerin çevrilerek Rusya’da yayımlanması proletarya üzerinde etkili oldu. 1895 yılında RSDİP (Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi) kuruldu. Fakat henüz ilk kongreden sonra katılan neredeyse bütün üyeler tutuklanmıştı.

Bu yıllarda proletarya üzerinde ekonomizm eğilimi hakimdi. Sendikalar aracılığıyla ekonomik ajitasyonla yetinilirken, politik mücadeleyi ise işçilerin desteklediği bir liberal burjuvaziye bırakma düşüncesi vardı. Bunun temelini ise burjuva devrim anlayışıyla hareket eden, devrimi şematik sıraya hapseden Menşevik anlayış vardı. Menşeviklere göre burjuva demokratik devrim aşamasında burjuvazinin öncülüğü desteklenmeliydi, sosyalizm ise uzak bir geleceğin sorunuydu. Devrimin seyrini takip eden sürecin bilinçli eylem ile proleter sosyalist devrime vardırılamayacağı görüşündeydiler. Bunun yansıması olarak legal bir muhalefet, devrim değil reform, parlamenterler partilerle iş birliği ve uzlaşma ile burjuva hükümeti parlamento yolu ile baskı altında tutmayı savunuyorlardı. Leninistler ise işçi sınıfı ve köylülüğün devrimci diktatörlüğünden, demokratik devrimden sosyalist devrime kesintisiz geçişten bahsediyor, demokratik devrim ile sosyalist devrim arasında çözülmez bir bağ olduğunu söylüyordu. Marx’ın devrim perspektifini oportünist görüşlerine kılıf yapmaya çalışan, sınıf uzlaşmacı bu kimselere karşı Bolşevikler “arşiv fareleri” diyorlardı.

1901 yılında yapılan kongrede Lenin’in fikirlerini savunanlar çoğunlukta olduğu için Bolşevik, diğerleri yani azınlığı oluşturanlar ise Menşevikleri (Martov ve çevresi) oluşturdu. Bu ayrılık Parti’nin 1903 Temmuzunda yapılan 2.kongresinde daha da keskinleşti. Leninistler legal ve illegal olanaklardan yararlanan, proletaryayı yönetme bilgisi ve Marksist-Leninist ilkeler ile donanmış, devrimin aracı olarak demokratik merkeziyetçi ve tüm üyelerin parti disiplinine tabi olduğu bir parti modeli ortaya koyuyordu. Menşeviklerin parti anlayışı ise bu ilkelerin aksine herkesin kendisini kolayca parti üyesi sayabilmesi, legal muhalefet vb. şeklinde kitle partisi-kuyrukçuluğu şeklindeydi.

Çarlık Rusya ile Japonya arasında başlayan savaş ile birlikte işçilerin ve köylülerin üzerindeki baskı giderek arttı. Bunun sonucunda Çarlığa öfke giderek yükseldi ve asker üniforması içinde köylüler de mücadele etmeye başladılar. Savaş sırasında Leninistler, savaşı iç savaşa dönüştürmeyi savunuyorlardı fakat kısa sürede Rusya ağır bir yenilgi aldı.

9 Ocak 1905’te tarihe Kanlı Pazar olarak geçen günde, 140 binden fazla işçi Papaz Gapon önderliğinde Kışlık Saray’ın önüne yürüyüşe geçti. Çara dileklerini iletecek olan kalabalığa birliklerin ateş açmasıyla birlikte büyük bir katliam yaşandı. İzleyen günlerde grevler yapılıyor, köylüler toprakları işgal edip malikaneleri yakıyor ve tepki giderek yükseliyordu. Çara karşı öfkenin giderek yükseldiği bu zamanlarda, silahlı mücadeleye adımlar atılıyordu. Silahlanma fikrini savunanlar, Kanlı Pazar günü matbaayı işgal edip, silahlanmak için bildiriler basarak halka çağrı yapan Leninistlerden başkası değildi. Bu dönemde köylüler de silahlanarak toprak ağalarına karşı mücadele etme yolunu tuttular. Çarlığın devrimin önünü almak için ortaya attığı Duma tasarısını devrimciler reddettiler. Lenin “Geçici Devrim Hükümeti”, “Duma Seçimlerini Boykot” görüşlerini ortaya koyuyordu. Ve boykot Aralık Silahlı Ayaklanmasının hazırlanması önündeki anayasal hayalleri çöpe attı. Nitekim ayaklanma bastırıldı. Bu süreçte Menşevikler ise seçimlere katılmaktan bahsediyorlar, köylülük ile ittifak yerine liberal burjuvazi ile ittifaktan yana tavır alıyorlar, ayaklanmaya karşı en geri işçilerin peşine düşüyorlardı. 1906 yılı boyunca Leninistler devrimi yeniden yükselişe geçirmeye çalışsalar da başarılı olunamadı. Çünkü binlerce işçi öldürülmüş, sürgün edilmiş, kanla, açlıkla bastırılmıştı. Bu durum karşısında Bolşevikler, değişen somut koşullar karşısında ustaca taktik belirleme yetenekleri sayesinde, kadrolarını olabilecek en az kayıplarla koruyup, geri çekerek tekrar saldırıya geçmek üzere toparlanma yolunu izlediler.

Devrimin yenilgisini 1907-1912 gericilik yılları takip etti. 1912 yıllarında tekrardan işçi grevleri, eylemleri yaşanmaya başladı. 1914’te 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı başladı. Savaşla birlikte giderek artan insan kayıpları ve açlık, ordu içinde de çözülmelere sebebiyet veriyordu. Artan baskı koşullarında, Bolşevikler bu sırada yasa dışı sayılıyordu, fakat ordu ve işçi sınıfı içerisinde çalışmalarını sürdürmekteydi. Emperyalist savaşı devrimci iç savaşa dönüştürmeyi savunan Bolşevikler, fedakarlıkla propaganda faaliyetlerini yürütüyordu. Grevler örgütleniyordu. Emperyalist savaşla birlikte giderek artan çelişkilerin etkisiyle ulusal kurtuluş hareketlerine eğilimlerde de artış yaşanmıştı. Çarlık rejimi baskılarını giderek daha fazla ağırlaştırarak, sendikal faaliyetleri tamamen ezme ve hapishaneleri devrimcilerle doldurma yolunu seçti. Durmadan bakanlar görevden alınıp yerine bir yenisi getiriliyordu. 1916 sonbaharında yiyecek sıkıntısı yaşanırken, dükkan önlerinde görünen uzun kuyruklarla birlikte kitleler arası huzursuzluk artıyor, devrimin ruhu giderek yayılıyordu. Bolşevik Partisi bu süreçte örgütünü düzenleyerek eylemlere girişti.

Yaklaşan fırtına karşısında Çarlık içerisinde ve liberal burjuva politikacılar açısından huzursuzluk artıyordu. Çarlık, yönetimi kaybetmekten, liberal burjuvazi ise ayaklanmakta olan kitlelerin devrimi daha ileri taşıyacak güçte olmasından korkuyordu. Burjuvazinin, iktidarı kontrolde tutulmuş bir halk muhalefeti ile ele geçirmek isteğine karşın kitleler sokağa dökülüyordu. Burjuvazi küçük ödünler vererek, halkın mücadelesinin engellenebileceğini düşünürken, küçük burjuvalar, Menşevikler ise devrimi yönetecek sınıfın burjuvazi olduğundan bahsediyor, yapılacak şeyin ise onları bu yola dürtmekten ibaret olduğunu savunuyordu.

Farklı devrim süreçleri arasında doğrudan karşılaştırmalar ve birebir benzetmeler yapmak mümkün olmasa da, burjuvazinin ve küçük burjuvaların yükselen ayaklanma ve devrim karşısında nasıl tutum aldıklarına dikkat etmek faydalı olacaktır. O dönem iktidarı “isteyen” burjuvazi, işçi sınıfı ve halkın kitlesel mücadelesinden korkmuş ve onu köreltmeyi amaçlamıştır. Ayaklanmanın silahlı bir biçime dönüşmesi ve devrim amacına yönelmesi tehlikesi ile karşı karşıya kalmamak için devamlı olarak Çarlık yönetimine uyarılarda bulunmuş ve işçi sınıfına ise “sokağa dökülmemeyi” “provokasyona kapılmamayı” vaaz vermiştir.

Şimdi günümüze baktığımızda ise burjuva muhalefet dediğimiz 6’lı masanın elebaşı, sürekli olarak demokratik yollardan, sokağa dökülmemekten bahsediyor. Tıpkı Rus burjuvası gibi, yükselen her dalganın ardından meclisi, seçimi işaret ediyor. Bu tek bir şeye işaret ediyor : İktidarı kendileri ele geçirsinler fakat bu iktidarda; işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen halklar olmasın. Sömürünün kaynağı yok edilmesin, fakat kendileri dümenin başına geçsin. Burjuvalarımız durmuyor halkın taleplerinin devrimci hedefler haline gelmemesi için iktidara verebileceği tavizleri fısıldıyor, mesela KYK faizleri sorunu vb. Yani yeter ki sömürü ve adaletsizlikleri kökünden yok edecek ayaklanma ve devrim olmasın, ama halkın tepkisi sayesinde beyefendiler iktidarı ele alsınlar.

Sırada burjuva politikacıların yol arkadaşlarına bakalım. Burjuva muhalefetin yol arkadaşları olan oportünistler, Rusya’da burjuvaziye hareketin başına geçerek devrimci fırtınanın yönünü belirlemeleri için yalvarıyordu. İşçileri ise meclisi desteklemek adına sokağa çağırıyor, ayaklanmalar devrimci hedefler koyduğunda, silahlı biçim aldığı anlarda ise silah bırakmayı ve hatta kitlelerden gösterilerden vazgeçmelerini istiyordu. Bu, Leninistlere göre devrime ihanet anlamına gelmekteydi. Günümüz oportünistlerine baktığımızda ise daha geri bir durum görüyoruz. 4’lü 6’lı bir araya gelen oportünist partiler; gelecekte muhalefete aday olduklarından, mevcut cumhuriyeti korumaktan bahsediyor o ya da bu şekilde seçim siyaseti etrafında hareket ediyorlar. Mevcut düzenin korunmasını demokrasi, cumhuriyet, laiklik vb. kavramlar arkasına saklanarak savunuyor, bırakın devrimci bir iktidar mücadelesini, kendilerini şu an muhalefet olarak bile görmüyorlar. Her yanda yükselen işçilerin emekçilerin eylemlerine, gençliğin mücadelesine, ekonomik ve politik krizin sokaklara döktüğü dayanacak gücü kalmayan halka yani yaklaşan ayaklanma koşullarına rağmen burjuva siyasette yol alıyorlar. Burjuva ve küçük burjuvaların karakteristik özellikleri değişmiyor, oportünistlerin tutumları Türkiye ve Kürdistan birleşik devriminin önünde bir engel olarak karşımıza çıkıyor. Ama bilinmelidir ki, tarih oportünistleri devrime ihanet edenler olarak hak ettikleri çöplüğe atmıştır, atacaktır. Biz tekrardan yazımıza dönelim.

1917 Şubat’ında daha öncesinde girişilen fakat otokrasiyi henüz deviremeyen birçok grev meydana geldi. Şubat’ta Putilov Fabrikası işçileri greve gittiler, takip eden süreç grevler ve iç savaş şeklinde devam etti. Askerler isyan ediyor, işçiler ile birleşerek mücadele ediyorlardı. Hapishaneler yıkıldı ve yüzlerce faal devrimci devrime katıldı. Otokrasi devrilmiş, Burjuva Devrimi tamamlanmıştı. Devrimi yapanlar işçiler ile asker üniforması içindeki köylülerdi fakat onlar ‘devrimin meyvelerinden yararlanamadılar’.

İkili iktidar olarak tarihe geçecek şekilde, Duma’nın Geçici Komitesi ve devrim sırasında kurulan İşçi Temsilcileri Sovyeti mevcuttu. Sovyet, ayaklanan işçilerin ve her gün artan sayıda askerin kendisini tanıması şeklinde otoritesini kazanmıştı. Başlarda Sovyetlerde Menşevikler hâkimdi, iktidarı ele almak istemiyorlar, iktidarı burjuva yönetime terk ediyorlardı. Lenin ise devrimden sonra Petrogradlı Bolşevik işçilere yazdığı mektubunda “Yeni hükümete en ufak bir güven ya da destek izi göstermeyi reddediniz ve daha yüksek bir aşamaya, daha geniş bir taban sağlamak için, silahlı bir bekleyiş ve silahlı bir hazırlık durumunda kalınız” demişti. Bu süreçte izlenecek Leninist politika kısaca özetlenmişti. Burjuva devrimle birlikte Leninistler illegalite koşullarından açığa çıkmışlardı. Meclis yalnızca devrimci ajitasyon için kürsü olarak kullanıyordu. Devrim, onu proleter sosyalist devrime götürebilecek tek tutarlı güç olarak işçi sınıfı öncülüğünde müttefiki yoksul köylülükle birlikte hareket halinde ilerletilmeliydi, fakat burjuva devrimin getirdiği görünürde demokratik ortamının etkisiyle, Lenin’e göre henüz halkın isyan edeceği bir “despot” yoktu. Zaman içinde bakanlıklara ve ordu komutanlıklarına getirilen isimler, sürmekte olan savaşın etkileri, ve Geçici Hükümetin politikaları tepkileri artıracak, kendi niteliğini ortaya koyacaktı. Sürmekte olan savaşa karşı Menşevikler, devrimci savunmacılık adı altında, tüm güçlerin birleşmesinden yani burjuva hükümeti korumaktan yana tavır alıyorlardı. Lenin ise her ülkenin proletaryasının görevinin, kendi burjuva hükümetini yıkması olduğunu ortaya koyuyordu. Nisan’ da sürgünde bulunan Lenin Rusya’ya döndü ve büyük bir coşku ile karşılandı. Yeni aşamada parti programını saptayan, kapsamlı bir eylem programını içeren Nisan Tezleri’ni okudu. Bu süreçte Bolşevikler ’in etkisi ülkede giderek yayılıyordu. Lenin bu anda devrimin barışçıl yoldan gelişmesi olanağını, Sovyetler içinde partilerin serbestçe mücadelesi ile sovyetlerin ele geçirilmesi şeklinde mümkün görüyor, “Bütün İktidar Sovyetlere” sloganını öne sürüyordu. Bu geçiş dönemiydi ve devrime hazırlanmak için Bolşevikler tüm gücüyle çalışıyordu. Nisan gösterileri düzenlendi, katılanlar arasında “Kahrolsun Geçici Hükümet” yazılı pankartlar da görülüyordu. Savaşın etkisiyle artan öfke sonucu işçiler ve birlikler Geçici Hükümetin emirlerini, Sovyet’e danışmadan yerine getirmiyorlardı. Menşevikler kontrolün Sovyet’e geçtiğini kabul etmişlerdi. Hükümete 4 sosyalist bakan daha atanmıştı. Fakat Menşeviklere göre hala iktidarı alacak bir parti yoktu ve yeni bir mevzii işgal etmek için Geçici Hükümete katılmak gerekliydi. Fakat Lenin’e göre ise “her an iktidarı ele alabilecek bir parti” vardı. Hükümetin niteliği giderek ortaya çıkıyor, uzlaşmacıların ( sosyalist devrimci ve menşevikler) etkisi kırılıyordu. Haziran eylemleri Bolşeviklerin etkisinin giderek arttığını gösteriyor, uzlaşmacılar Lenin’i silahlı ayaklanmaya hazırlanmakla suçluyorlardı. Ordu içindeki çözülmeler de yayılmaktaydı. Temmuz’da Petrograd şehrinde kendiliğinden bir ayaklanma meydana geldi. Leninistler koşulları olgunlaşmadığı için, silahlı bir ayaklanmanın başarısız olacağını söylüyordu. Burjuva Devrimin getirdiği sahte demokratik ortam yerini artan baskıya ve şiddete bırakıyordu. İllegal örgütlenme aşaması tekrar gerekli hale gelmiş, devrimin barışçıl yoldan gerçekleşmesi ihtimali ortadan kalmıştı. Lenin silahlı bir ayaklanma başlatma çağrısı yaptı. Ayaklanma için örgütlenme ve hazırlıklar fabrikalardan tarlaya, siperlerden ordu içine dek sürdürülüyordu. Parti Ekim’de kongrede ayaklanma kararı almıştı fakat Kamenev ve Zinovyev kararı eleştiren yazılarını menşevik bir gazeteye göndererek ihanet ettiler. Lenin bizzat yönetimi ele alarak ayaklanmayı yönetti. 24 Ekim’de Petrograd’da ayaklanma başladı. 25 Ekim’de Lenin Smolni’de, komutanlara bölgedeki üstünlüğü nasıl ele geçireceklerini anlatıyordu. Başkente ve Kışlık Saraya Devrimci Askeri Birlikler ile Kızıl Muhafızlar gönderilerek kuşatıldı ve ardından ele geçirildi. Ve ayaklanma başarıya ulaşmış, dünyanın ilk Sosyalist Devrimi gerçekleşmişti.

“Geçici Hükümet devrilmiştir. Devlet güçleri Petrograd proleterleri ve garnizonunun başındaki Petrograd İşçi ve Askeri Vekilleri Sovyeti organına -Askeri Devrim Komitesi- geçmiştir.

İnsanların uğruna savaştıkları amacın başarısı, demokratik barışın sağlanması, özel mülk sahiplerinin bertaraf edilmesi, sanayide işçi kontrolünün kurumsallaşması ve Sovyet Hükümeti’nin kuruluşu sağlanmıştır.

Yaşasın işçilerin, askerlerin ve köylülerin devrimi!”

Kısaca ele aldığımız şanlı Ekim Devrimi ve ardından yaşanan sosyalizm deneyimi, insanlığın bugün yaşadığı korkunç yıkımlara karşı hala bir meşale olarak ışık tutmaktadır. Bugün, yeni Ekimler hala yakıcı bir şekilde gerekliliğini korumaktadır. Çünkü eski dünya yıkılıyor, yerine onun bağrından yeni bir dünya doğuyor. Tüm bu varoluş sancısının yaşandığı, ekonomik ve politik krizin kitleleri ayaklanmaya hazırladığı bugünlerde; devrimin dostlarını ve düşmanlarını net görmek, sayıca az olsa da kararlı ve net bir politik hatla, doğru yer ve zamanda ortaya konacak etkili politik şiarlarla emekçilerin bağrında büyük bir güç olmak, devrimin mümkün olduğunu anlamak ve devrimi hedeflemek için kutup yıldızıdır Ekim!

Şan olsun Büyük Ekim Sosyalist Devrimine!

Şan Olsun Proletaryanın Önderi Lenin’e!

 

Not: Kasım 2022’de Zafere Kadar Genç Yoldaş Dergisi’nde yayınlanmıştır