'90'lı yılların başında Sovyetler Birliği'nin dağılması ve sosyalist sistemin geri düşmesiyle birlikte yıllardır pusuda bekleyen ne kadar sosyalizm karşıtı düşünce akımı varsa sökün edercesine ortalığa saçıldı. Bunlardan biri de anarşizmdi. Ne yazık ki anarşizm ortalığa saçılmakla kalmadı, geçen sürede ortalığı bulandırmaya da başladı. Bunda bir küçük burjuva ideolojisi olan anarşizmin başarısından çok biz marksist-leninistlerin onlarla ideolojik mücadeleyi boşlamamızın etkisi oldu. Yaşam gibi, ideolojik mücadele alanı da boşluk tanımıyor; bu alandaki mücadeleyi hiç tavsatmadan sürdürmek gerekiyor.
Bir köşe yazısı oylumu içinde anarşizmi bütün yönleriyle ele alıp eleştirmek mümkün değil; bu nedenle satırbaşları halinde düşüncelerimizi serimlemek istiyoruz:
"Nasıl ki, tarihsel her yeni aşamada, eski yanılgılar ortadan kaybolduktan hemen sonra bir an için yeniden ortaya çıkarlarsa" müteveffa anarşizm de içinde bulunduğumuz kapitalizmin Yeni Evre'sinde bir kez daha tarih sahnesine çıkma olanağı buldu. Bunun en önemli nedeni kapitalizmin insanları atomize etmesi, bencilleştirmesi ve bireycileştirmesidir. Kolektivizmden uzaklaşanlar kendilerini burjuva ve küçük burjuva bireyciliğinin havariliğini yaparken buldular. "Her türlü otorite karşıtlığı" adı altında emperyalizme, kapitalizme ve faşizme karşı olmadan önce kendilerini varolan komünist ve devrimci yapılar karşısında konumlandırmayı marifet sananların önü elbette sermaye tarafından açılacaktı ve öyle de oldu. Önce "Stalinizm"e düşmanlıkla başlayan savrulma süreci Leninizm karşıtlığı, Marksizm eleştirisi ve en nihayetinde örgütten kaçışa kadar vardı. Çeşitli nedenlerle değişik örgütlerden kopanlar, kendi durumlarının teorisini yapmak için anarşizm kavşağında buluştular.
"Özgürlük ideolojisi" olarak lanse edilen anarşizm, daha çok küçük burjuva kesimlerin sarıldığı bir ideoloji oldu. İşçi sınıfı içerisinde hiç bir zaman kendine yandaş bulamayan bu ideoloji, "özgürleşmek" adına sınıfsal ve toplumsal mücadeleye sırt çevirenlerin paravan ideolojisi haline geldi. Özgürlüğü, herkesin kendisini dilediğince ortaya koyması ve dilediğince yaşaması olarak görenler, bağımsız birer birey olmayı başaramadan "bireyin özgürlüğü" anlayışını savunmaya başladılar. "Her türlü otoriteye karşı" olduklarını iddia edenler, yaşamlarını sürdürebilmek için ya asalaklaştılar ya da kapitalist sistemin çarkları arasında ücretli köleliği kabul etmek zorunda kaldılar. "Bireyin özgürlüğü"nün sınırı kapitalist ekonominin sınırlarının başladığı yerde sona erdi. Kapitalist sistem içinde girişilen "komünal yaşam" deneyimleri, kapitalizm tarafından şekillendirilmiş bireylerin "özgür vicdan"ları tarafından boşa çıkarıldı. Siyasal ve toplumsal sistem değiştirilmeden bireysel yaşamın dilediğince kurgulanamayacağı katı gerçekliği kendisini herkese olduğu gibi anarşistlere de dayattı. "Moderniteye karşı olmak" ya da "demokratik komünalite" gibi kırma anarşist düşünceler de kapitalizmin çarkları arasında kendilerine yer bulamadılar. İş, sistemin sınırlarına gelip dayandığında onu yıkmak ya da ona tabii olmak ikilemi herkesin olduğu gibi bu kesimlerin de karşısına çıktı. Bohem ya da nihilist bir yaşamı seçmiş olmak da bu gerçekliği değiştirmedi; yaşamak isteyen herkesin en azından günlük gereksinimlerini karşılayacak bir gelire sahip olması gerekliliği kendisini dayatınca, tüm anarşist ya da yarı-anarşist düşünceler gerçekliğin katı duvarına çarpıp tuzla buz oldu.
Kapitalist sistemi yıkmaktan yana olan anarşist akımlar ise yıkılacak olanın yerine ne konulacağı konusunda bir şey söyleyemediler. "Ondan sonrası tufan" diyerek "kaos"u savunanlar, felsefi anlamda da diyalektik ve tarihsel materyalizme karşı çıktılar. Kendilerini sadece "yıkma" eylemiyle sınırlandıranlar, sonrasını kendiliğindenciliğe bırakırken aslında hiyerarşiye karşı çıkarak örgütlenmeyi de reddetmiş olduklarını, dolayısıyla sadece "yıkma" eyleminin sonrasında değil, öncesinde de kendiliğindenciliğe teslim olduklarını görmezden geldiler.
Günlük en sıradan işin bile örgütlenmesinin bir işbölümü ve gönüllü de olsa bir hiyerarşi, disiplin ve otorite gerektireceğini anlamak istemeyenlere en güzel cevabı yıllar önce Engels şu sözlerle vermiş: "Ama, otorite ve kaçınılmaz bir otorite gereği, hiçbir yerde deniz ortasındaki bir gemide olduğundan daha belirgin olamaz. Orada tehlike anında, herkesin yaşamı, herkesin bir tek kişinin iradesine anında ve mutlak olarak boyun eğmesine bağlıdır". Konu aslında bu kadar basit ve sade; ama her şeyde bir entropi (düzensizlik) arayanlar için, eminiz ki bu örnek de yeterli olmayacaktır. Onlar, savundukları absürt düşünceler yüzünden I. Enternasyonal'den kovulan, proleter saflarda kargaşalık yaratmaya çalışan, hapishanedeyken affedilebilmek için Çar'a mektup yazarak yaltaklanan Bakunin'in paltosundan çıkmış anarşistlerin düşüncelerini savunmakta bir beis görmeyeceklerdir.
Her zaman uluslararası işçi hareketine zarar vermiş olan anarşistler, bireyciliğin getirisi olarak bireysel eylemlere ağırlık verdiler ve kim bilir hangi bireyin kafasından çıkmış olan eylem anlayışıyla, sınıf mücadelesini ve dolayısıyla siyasal mücadeleyi zafiyete uğrattılar. Bulundukları her yerde bütünsel hareket tarzından kopuk, siyasal mücadelenin inkarına varana kadar uçlaştırılmış eylem anlayışıyla burjuvazinin ekmeğine yağ sürdüler. "Radikal" görülen eylem anlayışları, çoğu zaman ve çoğu yerde sınıflar mücadelesinin geldiği aşamada işçi sınıfının genel çıkarlarına ters düştü; bireysel şiddet eylemlerinin ötesine geçemedi. Toplumsal amaçları olmayan eylemler, dolayısıyla bireysel amaçlar dışında bir anlam taşımadı. Çok "özgür", çok "özgün" olduğunu iddia edenler, kendilerini sınıf hareketlerine ya da toplumsal harekete kötücül bir şekilde dayatmanın ötesinde bir misyon taşımadılar. Sırtında yumurta küfesi taşımayanlar, her yerde harekete ağır darbeler vurdular. Proletaryanın ordusunun tek bir önderlik altında kapitalist sisteme karşı vermesi gereken mücadeleyi bir çok yerde baltaladılar, akamete uğrattılar. Örneğin proletarya diktatörlüğünün ilk biçimlerinden biri olan Paris Komünü... "Paris'te hiçbir otorite kalmadığı için, anarşiden başka bir şey olmadığı için yenildi" (Engels).
Anarşizm, "öylesine biricik (bir ideoloji-bn) ki, aralarında birbirine katlanabilen iki kişi bulunamaz" diyor Engels. Ve buradan da anlaşılıyor ki, bunların hiç bir toplumsal anlayışları vb yoktur. Varsa yoksa kendi "kişisel özgürlükleri", "bireysel hakları" vb vardır.
Ve bunların "dünyanın en otoriter şeyi" olan bir devrimi anlamaları mümkün değildir. Bir sınıfın başka bir sınıfa zorla egemenliğini kabul ettirmesini hiç bir zaman anlamadılar ve anlamayacaklar; ama bir devrim de onlar bunu anlamıyor diye bundan vazgeçecek değildir. Ve işçi sınıfı, eyleminin sonucunu bir "kaos"a bırakmayacak kadar aklı selim sahibidir; dolayısıyla bu yolun, yani zora dayalı devrimin sonu er ya da geç proletarya diktatörlüğüne varacaktır; yani gerçek işçi demokrasisine, yani gerçek özgürlüğe...
Ali Varol Günal