Dünya üzerindeki tüm taşların 3.Dünya Savaşı'na göre yeniden dizildiği bir süreçten geçiyoruz. Her ülke savaşın gelişim seyrine göre konum alıyor, safını belirliyor, cepheleşiyor. Bu kez savaş, ilk ikisinde olduğu gibi bir kaç cephede orduların karşı karşıya gelmesi şeklinde yaşanmıyor; dünya üzerine ve zamana yayılmış olarak, ekonomik, siyasi ve başkalarının omuzları üzerinden askeri olarak devam ediyor.
Hal böyle olunca, her ülke, kendi sınırlarını koruma refleksiyle, yeniden vatan savunusu argümanına sarılıyor. Sermayenin uluslararasılaşması ve önündeki çitleri yıkıp geçerek ekonomik ilhakı son sınırına değin vardırması karşısında sus-pus olanlar, çokuluslu şirketlerin sıçramalı çöküş sürecine girmiş olan emperyalist-kapitalist sistemi kurtarmak için kurguladıkları yıkım savaşı karşısında "vatan savunusu" adı altında şovenizmi tırmandırıyor; yabancı düşmanlığını körüklüyor, faşizmi diriltiyorlar.
Türkiye'de olanlar da dünya üzerindeki bu gelişmelerden farklı değil. Daha düne kadar ekonomik ilhakın son sınırına kadar vardırılması için Fethullahçılarla adeta yarış içerisinde olanlar, şimdi neredeyse "yerli malı herkes onu kullanmalı" mottosuyla iç pazarı koruma seferberliği başlatmış görünüyorlar. Elbette bu sadece görünüşte böyledir; yoksa hepimiz Yeni Osmanlıcılık sevdasında olan siyasi iktidarın nasıl dışa bağımlı olduğunu biliyoruz. Bugün Man-kafalıların Reza Zarraf davasını bir "milli mesele"ye dönüştürme gayretlerinin altında yatan da budur. Kendi kişisel çıkarları için her türlü yolsuzluğa gırtlaklarına kadar batmış olanların meseleyi "ülke çıkarları" olarak göstermeye çalışmaktan başka seçenekleri kalmamıştır. Bugün vatan, ümmet, sakarya diyenlerin, dinlerinin imanlarının para olduğu, vatan sevgisi, millet sevgisi vb her şeyin paraya tahvil edildiği daha iyi anlaşılmaktadır. Batan geminin kaptanı ve mürettebatı, son bir gayretle emperyalist dünyanın tezgahlarına karşı ayakta durmaya çalışan vatanperverler rolüne soyunacaklar ve dolayısıyla karşılarına çıkan herkesi de gaflet, delalet ve hatta hıyanet içinde olmakla suçlayacaklardır. Daha kötüsü, "söz konusu vatansa her şey teferruattır" diyerek, bugünkü siyasi iktidara karşı çıkan herkesin üzerine korkunç bir terörle gitme hazırlığı içerisindedirler. Doğrudan Reis'e bağlı paramiliter örgütler vasıtasıyla siyasi iktidara karşı ayağa kalkacak olan herkesin üzerine saldırmaya hazırlanıyorlar. 15 Temmuz sonrası yaratılan hava, tam da budur. Devrim saflarını baskı ve zorla sindirip geri çekilmeye zorlama, kendi saflarını ise derleyip toplayabilmek için "vatan ümmet sakarya" sloganına daha çok sarılma... Bu arada, uluslararası güçlerin arasındaki çelişkilerden yararlanma adına Rusya, Çin ve İran'ın başını çektiği bloğa daha çok yaklaşıyormuş imajı verme, ABD, AB ve NATO'dan uzaklaşıyormuş gibi göstererek, Avrasyacılık oyunu oynama. Bu kadar birikmiş toplumsal patlayıcının üzerinde uzun süre oturmak pek mümkün görünmüyor. Yarın Reis ve şürekasının hepsini camii önüne terk edip kaçıp gitmeyeceğinin hiçbir garantisi yok! Zira bu kadar birikmiş toplumsal patlayıcının üzerinde uzun süre oturmak pek mümkün görünmüyor. Elbette Reis ve şürekasının, iç savaşı körüklemeden, işçi sınıfı ve emekçilere, yoksul Kürt halkına, Alevilere ve komünistlere, devrimcilere karşı sürdürdüğü iç-savaşı büyütmeden sahneyi terk etmeyeceğini öngörmek gerekiyor.
Gelişmelerin düzeyi, komünistlerin vatan konusundaki tutumlarının ne olduğu, ne olması gerektiğini de bir kez daha ortaya koymayı zorunlu kılıyor. Zira bu konu üzerinde tartışmalar, spekülasyonlar gırla gidiyor. Kimileri komünistlerin, sınırsız, sınıfsız bir dünya için mücadele etmesiyle kendi vatanlarını her türlü tehlikeye karşı savunmasını bir elmanın iki yarısı gibi görüyorlar. Böyle "kızılelmacılar"ın sayısı ortalama solun içinde az değil. Savundukları vatanın kimin vatanı, Kürtlerin mi Türklerin mi, Arapların mı, Çerkeslerin mi, Ermenilerin mi, Rumların mı olup olmadığına bakmadan vatan savunusu yapanlar var. Bunlar güya halkların gönüllü olarak üzerinde bir arada yaşadığı, emperyalizme karşı birlikte savaştıkları ve birlikte kurdukları bir "ortak vatan"dan bahsediyorlar. Bugünkü misak-ı milli içinde yaşayanların "ortak vatanı" Türkiye'den bahsediyorlar... Oysa ortada bir "ortak vatan"dan çok, Türk egemen burjuvazisi tarafından ilhak edilmiş ülke gerçekliği var. Bu durum ortadan kalkmadığı sürece "bölünmez bütünlüğü" korumaya kalkmak, vatanperverlik değil olsa olsa egemen Türk burjuvazisinin yedeğine düşmek anlamına gelir. Birçok yerde komünistlerin vatan karşıtı olmakla, vatanı bölmeye çalışmakla suçlandığı bilindiği için ortalama solun şoven ve sosyal-şoven kesimleri, bu mahalle baskısının da etkisiyle MHP ve CHP'yle hakiki milliyetçilik bahsine tutuştular. Bunun adı anti-emperyalistlik oldu, yurtseverlik oldu, vatanseverlik oldu. Oysa bundan 1,5 asır önce ustalarımız Komünist Manifesto'da bize yürünecek yolu göstermişlerdi: "Komünistlere ayrıca vatanı, milliyeti kaldırmak isteme suçu yüklendi.
İşçilerin vatanı yoktur. Zaten onların olmayan bir şeyin alınması da mümkün değil(...)
Ulusun kendi içindeki sınıfların karşıtlığıyla birlikte ulusların birbirlerine karşıt düşmanca tutumu da biter"...
II.Enternasyonal döneklerinin Marx ve Engels'in, vatan üzerine bu doğru değerlendirmelerini yok saymaları ve bir savaş durumunda kendi ülkelerinin burjuvazisini haklı bulmaları nedeniyledir ki, yıllar yılı bu konuda bir kafa karışıklığı yaşandı; ama daha sonra II. Enternasyonalin bu döneklerinin kendi hükümetlerinin savaş bütçesine onay vermeleri kesin bir şekilde mahkum edildi ve en son Lenin tarafından bir emperyalist savaş durumunda komünistlerin görevinin kendi hükümetlerin yenilgisi için savaşmak olduğu belirlemesi ortaya kondu. "Emperyalist savaşı iç savaşa çevirmek" şeklinde özetlenebilecek olan bu politika, komünist enternasyonalin ve sonrasında tüm komünist hareketlerin savaş konusundaki tutumu için mihenk taşı oldu. 2. Dünya Savaşı sırasında Sovyetler Birliği'nin yaptığı "Anayurt Savunması"nı, ya da Dimitrof önderliğinde Bulgaristan'da kurulan Vatan Cephesi'ni, kapitalist ülkelerde mücadele ederken vatan savunusu yapılabilir şeklinde bir anlayışa dayanak yapmaya kalkmak, sosyal-şovenizmin dikalasıdır. Her şeyden önce diyalektiğin en önemli ilkesi olan her şeyi kendi somutluğu içerisinde değerlendirmek gerekir belirlemesine aykırıdır. Türkiye'de başta Kürt Ulusu olmak üzere ezilen ulusların kendi kaderini tayin etme ilkesinin üzerinden atlamak anlamına gelecek her türlü vatan savunusu, sosyal-şovenizmden başka bir anlama gelmez. Mazallah böyleleri kendilerini AKP'nin yanında bulabilirler!
Bugün komünistlerin, devrimcilerin yapması gereken vatan-millet nutukları atmak değil, işçi sınıfı ve emekçilerin yanında tüm dünyanın işçi ve emekçileriyle dayanışarak, Kürt Ulusu ve diğer ezilen uluslarla beraber, tüm dünyanın ezilen uluslarıyla dayanışma içinde mücadele birliğini örerek, komünizm mücadelesini yükseltmektir.
Ali Varol Günal