Bu topraklarda, emekle sermaye arasındaki sınıf ilişkisi onyıllardır sert ve şiddetli geçiyor. Geniş kitlelere öncülük eden devrimci işçiler sınıf mücadelesinin ateş çemberinde geçerek yetişti.
Yoğun kapışma, mücadelenin bütün biçimlerinde (ideolojik, ekonomik, politik) yaşandı. Mücadele her zaman aynı şiddet derecesinde olmasa da, her zaman sert oldu. Sınıf çatışması bugün daha yoğun, daha yaygın olarak sürüyor. Çünkü, savaş taraflarının birinin kesin üstünlüğüne kadar varmadı. Fakat bütün cephelerden, o noktaya doğru ilerliyor.
Sınıf mücadelesini çeşitli biçimleri içinde inceleyen Marx’ın bu konudaki görüşlerine yer veren David Harvey, sorunu belli yönleriyle ortaya koyar:
“Piyasa toplumunun doğası dikkate alındığında, hem kapitalist hem de işçi taleplerinde haklıdır. Dolayısıyla Marx, piyasaya hükmeden mübadele yasasına göre ikisi de eşit ölçüde haklıdır. Eşit haklar arasında, diye ekler, kararı kuvvet verir. Sermaye ile emek arasındaki sınıf mücadelesi karar verir. Sonuç, sermaye ile emek arasındaki -bir noktadan sonra cebir ve şiddet içerebilecek- güç ilişkisine bağlıdır.”
Emekle sermaye arasında ekonomik alanda olan bu kapışma, kapitalistlerin güç ve şiddet kullanmasıyla yeni boyutlar kazanır. Bu topraklar grevlerde, fabrika ve işyeri işgallerinde, kapitalistlerin devlet gücüne nasıl başvurduklarının örnekleriyle doludur. Her işçi eylemi devletin saldırılarına uğradı. Sendikalaşma, ekonomik mücadele sınıf mücadelesinin önemli bir biçimi oldu.
Sınıf mücadelesi, daha kapsamlı ve derinlikli olmasına rağmen, mücadeleyi ekonomik-sendikal alanda tutmak isteyenler çıktı. Bu alandaki mücadele daha çok kendiliğinden karakterlidir. Yalnızca bu alandaki mücadele emekçi sınıfı kurtuluşa götürmez. Sınıf mücadelesinin sonuç alması için teorik ve politik biçimlerde de verilmesi gerekiyor. Türkiye ve Kürdistan proletaryası yıllardır, sınıf savaşını bu bütünlüğe dayandırıyor. Gel gelelim, ekonomik ve politik mücadele, sınıf mücadelesinde, aynı ağırlıkta değildir. Politik mücadele, asıl olarak sonuç alıcı mücadeledir. Sosyalizme politik yolla varılır. Sınıf savaşının uzun tarihi ve deneyimleri, bunun doğruluğunu pratikte doğrulamıştır. Bu noktada önemli olan, politik mücadelenin içeriğidir. Bu politikanın temel devrimci hedeflere yönelmesidir. Sınıf mücadelesi, bu topraklarda ve birçok ülkede, devrimci sınıf mücadelesi olarak sürüyor. Politikanın canlı, etkin, sonuç alıcı olması için önüne somut hedefler koymalıdır. İktidarın ele geçirilmesi, somut, güncel, canlı bir mücadeledir. Siyasi iktidarın devrimci mücadele yoluyla alınması, devrimin güncelliğinden ileri geliyor.
20. yüzyılın toplumsal devrimlerinde işçi sınıfı, devrimci proletarya partileri önderliğinde temel devrimci hedefler uğruna savaştı. Temel devrimci hedefleri en ilerinin sorunu olarak görüp, mücadelesini reformlar mücadelesiyle geçirmedi. Devrim uğruna mücadele onun için güncel bir görevdir. Doğrudan doğruya devrim için savaşarak bir güç haline geldi. Bu gücü, iktidarı ele geçirmek amacıyla kullandı. Burjuvaziden, onun siyasi partilerinden tamamen ve kesin olarak bağımsız davrandı ve onlara karşı mücadele ederek hedefini gerçekleştirdi. Devrimci işçi sınıfı partilerinin ve devrimci işçilerin burjuva güçler karşısında bağımsız örgütlenmede ve mücadelesi biçimsel değildir. Gerçek devrimci güçlerin, burjuvazinin bütünlüğüne karşı bağımsız olarak hareket etmesidir.
Mücadelenin her aşamasında proletaryanın bağımsız sınıf politikasını izlemek, işçi partisinin devrimci sınıf partisi olmasının bir koşuludur. Burjuva partilerin basit siyasi eklentileri olarak davrananlar silinip giderken, proletaryanın bağımsız sınıf politikasını her koşul, durum ve ortamda savunanlarsa iktidara geldi ve sınıf mücadelesinin sonraki sürecini biçimlendirdiler. Emekçi ve sosyalist hareket saflarında olup da burjuvaziyle sınıf işbirliği yapanların, proletaryanın devrimci sınıf partilerinin bağımsız sınıf politikasına dayanmalarından rahatsız olmaları ve saldırmaları, kendi uzlaşmacı siyasetlerinden kaynaklanıyor. Böyleleri mücadelenin her aşamasında karşımıza çıkarlar.
Proletarya, temel devrimci hedeflerini gerçekleştirmek için, proleter olmayan emekçilerle, kapitalizmin ezdiği ve sömürdüğü diğer güçlerle bir ittifak politikası izler. Proletarya ile diğer güçlerin ittifakı, onların hedefleri doğrultusunda değil, proletaryanın hedefleri doğrultusunda yapılır. Çünkü proletarya, kapitalizmin ezdiği tüm emekçilerin kurtuluşunu hedefliyor. İnsanlığın kurtuluşunu amaçlıyor. İkinci Dünya Savaşı öncesinde faşizme karşı kurulan ittifaklar da, proleter sınıfın hedefleri yönünde oldu.
Zaman şimdi, yer bu topraklar, ve nüfusun büyük çoğunluğunu barındıran kentler, özellikle de büyük kentler... kent yoksulları (tabi kır yoksulları da) on yıllardan bu yana en kötü koşullarda yaşıyorlar. Günümüz koşullarının yaşam ölçütlerine göre, yaşam seviyeleri en alt düzeye inmiştir. Emekçi halkların yaşamı, uzun süredir kabul edilemez ve asgari olarak bile kabul edilemez halde. Durum değişmeyeceği gibi, daha da ağırlaşıyor. Yoksulluk ve yoksunluklar o düzeyde ki, artık kent merkezlerinde barınamaz duruma geldiler. Emekçiler sürekli kent dışına sürükleniyorlar. Kapitalizm çerçevesinde kent merkezine dönmeleri artık imkansızdır. Kent yoksulları iki yolla kent merkezlerine girebilirler: ya çalışmak, burjuvaya hizmet üzere ya da ayaklanıp kenti ele geçirerek, yani devrimci yoldan. İkinci yolun düşüncesi emekçiler arasında yayılıyor. Ama bugünden kent merkezi, daha genel olarak tüm kentlerin yüzeyi çalışan yoksullarla çalışmayan zenginler arasında çatışma alanı. Kentlerin, kırların ve toplumun nasıl biçimleneceği bu çatışma içinde şekilleniyor. İnsanlığın geleceğini proletarya belirleyecektir. Proletarya geleceği örgütlü ve mücadeleci bir güç olarak belirleyebilir. Eyleme başvurmadan, eylemleri isyan ve ayaklanmaya yükseltmeden, devrime dönüştürmeden gelecek hakkında pratikte söz sahibi olamaz. Emekçiler açısından koşulları ve durumu köklü olarak değiştirmek bir zorunluluktur.
Kitleleri devrime hazırlayan eylemler, devrimci eylemlerdir, devrimci kitle eylemleri. Ancak bu türden eylemler, güncel devrimci sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına yanıt verebilir. Yani iktidar sorunuyla bağıntılı olanlar. Reformist partilerin ve onların etkisindeki sendikaların, kitle örgütlerinin sık sık yaptığı, ama yapılsa da olur, yapılmasa da olur türünde etkisiz, heyecansız, coşkusuz, temel devrimci hedeflere bağlanmayan eylemler değil. Bunların ilerisinde olan yıkıcı, devrimci eylemler. Bunların dışında kendiliğinden ama patlama biçiminde gerçekleşen kitle eylemleri; kendiliğinden yapısına karşın, mücadeleye itiş veriyor. Kadınların eylemleri, hareketi ileriye götürücü niteliktedir. Gezi Halk Ayaklanması ya da İran’da Mahsa Amini’nin katledilmesinden doğan eylemler.. Ayaklanma sadece İran’da değil, bu ülkenin sınırlarının ötesinde de kadın özgürlük mücadelesini ve genel olarak kapitalist sisteme karşı yürütülen mücadeleyi ileriye taşıyor. Yıkıcı devrimci nitelikli eylem örneğidir. Bu türden ileri devrimci eylemler, içinde olduğumuz dönemin öne çıkan, asıl olarak, hareketi alıp götüren eylemlerdir.
Emekçi kitleler, önlerine konan ve iki anlama gelmeyecek kadar kesin olan temel devrimci hedeflere ulaşmak uğruna daha ileri gider. Bu amaçla her defasında daha ileri daha devrimci eylem örnekleri sergilerler. Sosyal reformist partiler, oportünist hareketler ve burjuva işçi sendikalarıysa, işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin hedefini muğlaklaştırarak, ne anlama geldiği belli olmayan sloganlarla emekçi sınıfı gerçek anlamda hedefsiz bırakıyorlar. Böylece burjuva partilerin peşine takılmalarının ideolojik-siyasal koşulları yaratılıyor. Bilimsel sosyalizm açısından çok açık olan birçok kavram, bu çevreler tarafından, yeniden sisli hale getiriliyor. İşte bir örnek: Burjuva işçi sendikaları ve onlarla aynı anlayışta olan çeşitli kitle örgütleri “cumhuriyetin ikinci yüzyılı” modasına uygun olarak, kendi cephelerinde ne yapacaklarını ilan ettiler: “Emeğin Cumhuriyeti”.
“Demokratik ve Toplumsal Cumhuriyet” olarak ifade ettikleri Emeğin Cumhuriyeti; çok önceleri, Leninist Parti tarafından ortaya kondu. Bu, halk cumhuriyetidir. Ancak bir devrimle gerçekleşebilir. Reformistlerin övdüğü burjuva cumhuriyetlerden nitel olarak farklıdır ve karşıttır. Burjuvaziden uzak düşmeyen sendikaların söylediği cumhuriyet, burjuva cumhuriyetin “ikinci yüzyılda” devam ettirilmesidir. Düşündükleri şey şudur: Var olan burjuva cumhuriyet devam edecek durumda değil, onu emekçi halkın desteğiyle devam ettirelim. Burjuvazi, sizden daha fazlasını da istemez. Bir kez daha, proletaryanın içeriği boşaltılmış kavramı ve sloganlarıyla proletarya aldatılıyor.
Burjuva toplum çerçevesini aşmak istemeyenler proletaryanın kavramlarını kendi gerçek içeriğinden soyundurarak, onları burjuvazinin kabul edebileceği sınırlara çekiyorlar. Tıpkı kendi politik varlıklarını bu sınırlar içinde kalacak şekilde ayarladıkları gibi. Onların “toplumsal cumhuriyet” ya da “toplumsal devlet” dedikleri şey burjuva cumhuriyeti, işçi sınıfına ve halka savundurtmaktır. Bir zamanlar “komünistlerin, emekçilerin görevi, Türkiye’de yarım kalan burjuva demokratik devrimi tamamlamaktır” diyen ve sosyalizm adına ortaya çıkan gruplar vardı. Bu görüş sahipleri silinip gitti. Komünist hareket bunu aşarak çok ileriye gitti. Bugün aynı anlayış, biraz kılık değiştirmiş biçimde, başka gruplar tarafından burjuva cumhuriyeti savunma biçiminde ortaya çıkıyor.
Burjuva cumhuriyet, burjuvazinin ulusal çıkarlarına en uygun biçimdir. Cumhuriyet biçimini belirleyen onun burjuva içeriğidir. Aynı çevreler bu biçimin ideolojik ve toplumsal (sınıfsal) içeriğinin üstünü örtmek için özel bir çaba içine girdiler. Amaçları, işçi sınıfının burjuva diktatörlüğe karşı sosyalizm amaçlı devrimci mücadelesini önlemektir. İşçi sınıfı yüzünü geçmişe değil, geleceğe çevirir. Bu baskı ve sömürü toplumunu ortadan kaldırmak, yeni bir toplum kurmak için savaşır. İşçi sınıfı amacına, burjuvazinin bütünlüğüne ve burjuva sınıf düzenine karşı, devrimci sınıf savaşı vererek varacaktır.
İnsanların bilincinde radikal bir dönüşüm oluştu. İleri devrimci görüşlerle donanan kitleler kendi tarihlerini bilinçlice kendileri yapıyorlar. Belirli amaçlarla bir araya geliyorlar. İşçi sınıfının amacı sınıfsız sömürüsüz bir toplumdur. Bunun önkoşulu, uzlaşmaz karşıtlığa dayanan bugünkü toplumun yıkılmasıdır. Burjuvazinin sınıf egemenliğine ve sınıf düzeyine karşı sürdürülen devrimci sınıf mücadelesi tam da bu anlayışla yapılıyor.
Bugünden gelişen ve yeni bir gelecekte her insanı kapsayacak olan şey, insanların yüksek bir bilince sahip olmalarıdır. İnsanlar, kendi yaşamlarını bilinçlice, özgürce kendileri örgütleyecektir.
C.Dağlı