ABD dahil, emperyalist efendiler, Rusya’nın sadece Donbass’la sınırlı bir harekata girişeceğini sanıyorlardı, ama Putin neo-nazilerin çekip çevirdiği kukla Kiev yönetimini doğrudan yıkmaya, fiilen NATO gücü haline gelmiş orduyu parçalamaya girişti.
Ne NATO, ne Avrupa, bu denli bir meydan okuma bekliyordu. Kibir dolu kafalarında hesabını yapamadıkları şuydu: Rusya istihbaratı, Donbass’ı ezip geçecek, nükleer füzelerle desteklenmiş dört NATO tugayının doğu sınırına konuşlandırılmasına dair, gizli ABD-Ukrayna anlaşmasını çoktan öğrenmişti. Tehdit altına alınacak bölge, Moskova’nın ötesinde, Volgo-Ural hattıdır. Ve bu hat, Rusya’nın son savunma duvarıdır. Burayı tehdit eden bir güç, koca coğrafyayı lokma lokma yutar. Kremlin’i nükleer bir savaşı göze alacak noktaya taşıyan budur.
Yaşanan çatışmanın, süregiden 3. Dünya Savaşı’nın bir parçası olduğundan kuşkumuz yok. Ne söylemiştik? Bu savaş, temelde bir paylaşım sorunu değildir; emek ve sermaye arasında, çöken kapitalist uygarlıkla yükselen sosyalist uygarlık arasında süren, bu temelde yürüyen bir savaştır.
ABD hegemonyasının çöküşü, nihayet, genel kabul görüyor, bu durum, ABD’nin düştüğü çukura tüm emperyalist-kapitalist sistemi çeken bir türbülans yarattı. Küresel iç savaş, emperyalizmin aleyhine bir güç dengesi kurdu. Aynı türbülansa yakalanmamak için Çin Halk Cumhuriyeti, sosyalizmin üstün değerlerini unutmaya terk ettiği tozlu raflardan indirdi. Aynı çaba içindeki Rusya’nın önünde iki yol bulunuyordu. Ya Rus şovenizminin koruyuculuğunda bir Slav milliyetçiliği ya da SSCB’ye geri dönüş. Canlı yayında Putin, Bolşeviklere ve Lenin’e saydırırken, ilk yolu izleyeceğini ilan etti, fakat ordu, Harkov gibi kentlere gönderdiği tanklara SSCB bayraklarının çekilmesine en azından göz yumarak ve Ağustos ayında bir “antifaşist Kongre”nin toplanmasından söz ederek ikinci yola göz kırptı.
Dört yüz yıllık kapitalist uygarlık yıkılırken, büyük güçler tam anlamıyla varlık-yokluk mücadelesi içinde buldular kendilerini. Ve tutunabilecekleri dayanak noktalarını, emek ve sermaye arasında süren küresel iç savaşın bir yanında yer alarak bulabiliyorlar. Emperyalist dünya, ırkçı faşist hareketlere arka çıkıp onları vurucu güç haline getirirken, Çin ve Rusya dünyanın antifaşist, ilerici, halkçı, sosyalist hareketleri ile aynı düzlemde kalarak, varlık-yokluk türbülansına karşı koyuyorlar.
Putin’in sarıldığı Slav milliyetçiliği ile, küresel iç savaşta almak zorunda kaldığı tutum arasındaki çelişki, Kremlin’i bir oyun kurucu değil, sürüklenen güç haline getiriyor. Onu sürükleyen nedir? Dünyanın halkçı, antifaşist, sosyalist türden emek hareketidir. Eğer Donbass halkları faşist çetelere karşı silaha sarılmasaydı, sekiz yıl inatla, büyük kayıpları göze alarak sürdürdükleri mücadele dünya halklarının büyük sempatisini kazanmasaydı, Putin, Ukrayna’ya girmeyi asla göze alamazdı. Küba, Sosyalist Kore, Nikaragua, Venezuela faşist çeteleri boğmaya girişen bu askeri harekatı desteklemekte tereddüt etmediler. Ve Moskova, eğer gelen haberler bizi yanıltmıyorsa, bu yıl içinde “dünya antifaşist kongresi” için çağrı yaptı. Görüldüğü gibi, her büyük güç, küresel iç savaşa, kendi çıkarlarını önde tutarak katılıyor, fakat safları oluşturan, cephelere düzen veren, emek-sermaye arasındaki 3. Dünya savaşıdır.
Rusya’nın başlattığı savaşın ilk elden sonuçları ve yakın gelecekteki etkileri şöyle vurgulanabilir: Emperyalist-kapitalist dünyanın vurucu gücü NATO, korkutucu imajını yitirdi, hareket kabiliyeti felç oldu. Ve kendini Avrupa ile sınırlandırdı bu bir. Dünyanın politik ağırlık merkezi Atlantik’ten Pasifik kıyılarına taşındı, bu iki. Rusya, NATO’ya çizdiği askeri sınırla, onu bölgesel bir güç seviyesine indirdi. Avrupa Birliğinin dağılmasını hızlandıracak bir etkidir bu. Dostoyevski ve Çaykovsky’ye yasak koyan bir Avrupa, kapitalist uygarlığın çöküş damgasını alnına yemiştir. Enkazın üzerinde, aşırı uçların, bir yanda faşistlerin, diğer yanda ise komünistlerin öncülüğündeki antifaşist halk kitlelerinin iç savaşını, artık hiçbir uzlaşmacı, hiçbir yeşil siyasetçi, hiçbir pembe komünist durduramayacak.