Gerici-faşist muhalefetin ve peşlerine takılan parlamenter solcuların, olası bir seçimde sandıkların güvenliğini sağlayabileceğine inanıyor musunuz? Cevabınız evetse, azınlıktasınız demektir. Çünkü %72 gibi ezici bir çoğunluk tam tersini düşünüyor. Hala fikriniz değişmiyorsa, Babacan’a sorun, anlatsın. Yakın zaman önce, AKP’nin birçok seçimi hileyle kazandığını, içeriden birisi olarak itiraf etmişti.
Akla takılan soruyu tahmin etmek zor değil: Madem ezici çoğunluk böyle düşünüyor, neden bile bile lades olacakları seçimi kabul ediyorlar? Öyle ya; her ne kadar kararsızlar ve oy vermeyeceklerin oranı anket pastalarının en büyük dilimi haline geldiyse de, %72’den çok uzak. Sorun nerede?
Şurada: Nefret edilen bir iktidardan kurtulmak için, ya sandık yolu ya devrim yolu, üçüncü bir seçenek yok. Ezici çoğunluk, dinci faşizmin sandıklarda hileyle zafer ilan ederek, atı alıp Üsküdar’ı bir kez daha geçeceğinden emin. Peki devrim yolunun kendilerine zafer getireceğinden aynı ölçüde eminler mi? Değiller. Eğer emin olsalar, bunca açlığa, sefalete, bunca aşağılanmaya bir gün dahi katlanmazlardı. Devrim zamanlarını, muhasebe defterlerinin düzlüğünden kurtaran; onu kahramanca eylemler, çılgınca atılımlar ve cüret dolu politik çıkışlarla bezeli hale getiren, işte budur: Hiçbir büyük halk devrimi, zaferin garanti poliçesini cebine koyup yola çıkmaz.
Emekçi halklar devrimin zorunluluğunu duyumsarlar, kaçınılmazlığını anlarlar, fakat zaferin garanti olduğuna dair hayallere, kendilerini kaptırmazlar. Gelinen aşamada devrim, sıradan emekçi kitleleri için, iki imkansız arasında seçim yapmak gibi görünür: Düzen içinde ayakta kalmanın imkansızlığı ile zaferi garanti için bir çılgınca atılımın imkansızlığı. Burada nihai karar şuna göre verilecektir: Sürünerek yaşamanın sonu da ölümse, dövüşerek ölmek tercih edilir. Emekçi halk kitleleri şimdi bu karar noktasına doğru hızla ilerliyorlar. Hızla yayılan açlık, terazinin iki kefesindeki dengeyi bozuyor; açlık, sonu nereye varacak hesabı yapılmayan çılgınca atılımları hazırlıyor.
Kuşkusuz, devrimin büyük yığınları bir kez çılgınca atılımlara giriştiğinde, ilk elden varacakları sonuçla imkansızlık bulutunu çabucak dağıtacaktır. Zaferin güvenceleri ufukta belirecektir. Ancak, devrimin öncüleri, teorisyenleri, taktisyenleri için açık olan her şey, geniş emekçi yığınlar için bu denli açık değildir. En geniş emekçi yığınlar öncülerin çeperlerine tutunan daha dar halk kesimlerindeki açık fikre ve netliğe kavuşuncaya dek, onlardan umutsuz ama öfkeli çığlıklar duymaya devam edeceğiz. Ya da iki keskin uca savrulan çelişkili tutumlar göreceğiz. İşte %72 oranında seçim güvenliğine inanmadıkları halde, sandıkları halen bir çıkış olarak gören kalabalıkların varlığı, bu çelişkinin ürünü.
Tespit edilen bu olgu, öncü Leninistlere, ajitasyon ve propagandada yürünecek taktik güzergahı gösteriyor. Düzen içi ve düzen kurumlarına dayanarak kurtuluşun imkansızlığını yaymak ve diğer yandan, eğer uzlaşmacıların ayartısına kapılmazsa, sonuna kadar gitme kararlılığıyla donanırsa, en umutsuz görünen atılımların bile büyük sonuçlar doğuracağını ve tam kurtuluş için imkansızlık bulutunu dağılacağını, mümkün olan en geniş kesimlere kabul ettirmek.
“Seçimle gitmeyecekler” yargısını temele alan faaliyet, elbette hala sandık umudunu koruyanlar için sürdürülmelidir. Fakat artık bu noktada kalınamaz, çünkü ezici çoğunluk bu yargının gerçekliğinden eminler. Emin olamadıkları, bir devrimin açığa çıkaracağı enerjinin, engin öfke birikiminin, bir zaferi garanti edip etmediğidir. Onlara zor araçlarıyla yeterince donanmış olurlarsa koordineli bir eylem kapasitesine ulaşırlarsa, devrimci bir iktidarın kurulmasını hedefleyen kararlı bir politik tutum ortaya koyarlarsa, devrimin zaferi için geriye kalan tek şeyin, kahramanca hareket etmek olduğunu anlatabilmeliyiz. Seçimle gitmeyecekler yargısını bir adım ileri taşıyalım:
Silah, yürek ve bilinçle; Sallayın düşecekler!