Yaklaşık on yıl önce, yine Paris'te, Kürt halkının üç devrimci evladı, sonradan MİT'in organize ettiği ortaya çıkan bir faşistin saldırısıyla katledilmişti.
Bu katliamın onuncu yıl dönümüne günler kala, yine Paris'te, Paris'in kalbinde, Ahmet Kaya Kültür Merkezine saldırıldı ve yine Kürt halkının üç evladı katledildi.
İlk katliamda hedef alınan Sakine Cansız, tüm yaşamının Kürt ulusunun özgürlük hakkı için verdiği savaşa adamış bir devrimciydi. Cinayetin organizatörü, faşist devletin MİT'i idi. Bu, ortaya çıkan el yazılarıyla belgelendi.
O katliamda dikkat çeken iki nokta vardı. Bunlardan birincisi, faşist devletin tam da ünlü “Oslo Görüşmeleri” sürerken bu katliamı organize etmiş olmasıydı. UKH, büyük bir yanılsamayla, Oslo görüşmeleri kesilmesin diye bu katliamdan faşist devleti sorumlu tutmaktan kaçınarak, katliamı “devletin karanlık bir kesimi”nin işlediğini öne sürmüştü.
İkinci önemli nokta, Fransa devletinin son derece bilinçli ve planlı biçimde faşist devletin bu katliamdaki izlerini gizlemesiydi. Bu nokta, Avrupalı emperyalistlerle faşist devlet arasında Kürt halkına, Kürt halkının özgürlük hakkı için yürütttüğü savaşa karşı bir ittifakın varlığını ortaya koyması açısından önemliydi.
“Oslo Görüşmeleri” sürerken faşist devlet MİT üzerinden Sakine Cansız ve iki yoldaşını katlederken, aslında hem UKH uzlaşma konusundaki düşüncelerini test ediyordu, hem de fırsat bu fırsat, devrimci kadroları tasfiye ediyordu.
Fransa devleti (hükümeti değil, çünkü görüldüğü gibi hükümetler değişse de politikalar değişmiyor) ise, Türkiye ve Kürdistan devrimine karşı faşist devletle yaptığı ittifaka bağlılığını ortaya koyuyordu. (Aslında bu ilişkiler ağında Almanya'nın da bir ucundan bulaştığı ortaya çıkmıştı ama konumuz şimdilik bu değil).
Son katliam, faşist devletin Türkiye dışında katliamlar organize etmeye devam ettiğini gösteriyor. Dinci faşist yönetimin başı RTE, bundan yaklaşık yedi yıl önce, faşist devletin “yurt dışında da operasyonlarına (yani devlet terörüne) devam edeceği”ni açıkça belli etmişti:
“Cumhurbaşkanı Erdoğan, yurt içinde ve yurt dışında güvenlik güçlerimizin teröre karşı operasyonlarına aralıksız devam ettiğini belirtti”.
Fransa polisinin ilk açıklamaları, Fransa devletinin katillerin arkasındaki güçleri korumaya, kimliklerini gizlemeye çalışacağını ortaya koyuyor. Fransa polisi, katliamı organize bir katliam değil de, “bir meczup”un münferit eylemi gibi gösterme çabalarının ilk adımlarını atmaya başladı bile.
Bir kez daha şunu görmüş oluyoruz: Emperyalistler halkların özgürlük davasının yanında değil, karşısında yer alırlar ve alıyorlar. Emperyalizm, özgürlük değil, egemenlik peşinde koşar. Dünya uluslarını ezen ve ezilen uluslar olarak ayırmak ve dünya uluslarının önemli bir bölümünü egemenlik altına almak; baskı ve kölelik altında tutmak emperyalizmin karakterine içkindir. Bu karakter çizgisi, şu ya da bu emperyalist devlete değil, istisnasız bütün emperyalist devletlere aittir.
Dolayısıyla, bir ulus özgürlük hakkı için savaşım verirken bu savaşımın hem kendini doğrudan ezen, baskı altına alan devlete karşı, hem de emperyalist devletlere karşı olacağını, olması gerektiğini bilmek zorunda. Burada istisnaya yer yoktur. Eğer bu genel çizginin dışına çıkan bir davranış içine giren emperyalist devlet ya da devletler grubu varsa bilinmeli ki orada ezilen ulusun aldatılma planı vardır.
ABD emperyalizmi, örneğin, UKH'nin lideri Öcalan'ın tutsak edilip Türkiye'ye teslim edilmesinde İsrail devletiyle birlikte başrol oynayarak, Kürt ulusunun özgürlük savaşı karşısında yer aldığını tartışmasız biçimde ortaya koymuştur. Alman emperyalizmi, 12 Eylül faşist generalleri dahil, Kürt halkına karşı savaş yürüten bütün hükümetleri destekleyerek aynı şeyi kanıtladı.
Şimdi Fransa devleti, elbette hükümetiyle birlikte, faşist devletin katliam suçlarını örtmeye çalışarak aynı yolda yürüdüğünü bir kez daha kanıtlıyor. Dolayısıyla, emperyalist devletlerden, onların hükümetinden Kürt ulusunun özgürlük davasına destek/dayanışma istemek ya da beklemek hem kendini hem de Kürt halkını aldatmak anlamına geliyor.
Dünyanın her yerinde, her ülkesinde halkların özgürlük savaşı, sadece ezen ulus devletine karşı değil, onunla birlikte emperyalist devletlere karşı da olmak zorunda. Bu, emperyalist-kapitalist gelişmenin günümüzde varmış olduğu gelişme aşamasının sonucudur. Dünyanın ikiye ayrılması çok net bir çizgi kazanmıştır. Bir tarafta emperyalist devletler ve onlarla iç içe geçmiş işbirliği halindeki devletler, diğer tarafta dünya proletaryası, emekçi sınıflar ve özgürlük peşindeki ezilen uluslar...
Tam da bu nedenle, herhangi bir ezen ulusun kapitalist devletine karşı verilecek özgürlük savaşı, kapitalizme ve emperyalizme karşı da olmak zorundadır. Türkiye ve Kürdistan birleşik devrimi de böyledir.
Fransa'daki her iki katliam ve bu katliamlarda Fransa devletinin faşist devletle, dinci faşist yönetimle gizli/açık işbirliğinden çıkarılacak en önemli ders bu olmalı.