Öyle günlerden geçiyoruz ki gündem değişiyor, değiştiriliyor. Her sınıf ve katman rolünü kendi karakteriyle oynuyor. Burjuva siyaset kampında her gün “büyük olaylar” yaşanıyor. Burjuva muhalefetin başı daha bir ay önce külhanbeyi havasında “otuz binin altında yokuz” diyerek sözde el yükseltti.
Bunun da göstermelik bir hamle olduğu kısa sürede görüldü. İşçiler, emekçiler, emekli yoksullar için yaşamdan kovulma anlamına gelen maaş zamları karşısında en sadık destekçisini bile pes dedirten bir ciddiyetsizlikle dinci faşist iktidara “kırmızı kart” gösterdi.
Dinci faşist iktidarın Sırrı Süreyya Önder’in deyimiyle “kafası karışık”. Önüne gelene saldırıyor. Bir yandan yoksulları ekonomik zorla köşeye sıkıştırarak hareketsiz bırakmaya çalışırken, diğer yandan olması mutlak gelişmelerin önüne geçmek, “gücünü ve kudretini” göstermek için önüne geleni gözaltına alıyor, tutukluyor. Akıl ortağı kâh barış diyor, meclis diyor, kâh “asarım keserim var mı bana yan bakan”... Eski talebeleri onların yarattığından daha faşist bir tarihi yaratacaklarını ilan ediyorlar. Tabi bu hamleler her zaman tutmaz. Öyle sahayı boş bulup yüklenirsen, orada burada miting yapıp “en ırkçı benim” diyerek pastadan çapından büyük pay istersen, oturduğun restoranda yediğin lokmaları boğazına dizer, herkese ders olsun diye de kodese tıkarlar.
Sermaye ve siyasal temsilcileri gerçek bir çürüme içinde. Engels’in Ailenin Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni kitabında altını kalın harflerle çizdiği noktanın çok ilerisine geçmiş olan paranın egemenliği, en ufak bir insani ve ahlaki değeri gözlerimizin önünde parçalıyor. Bir zamanlar küçük burjuvalar, liberaller, aydınlar için sanatın, estetiğin, aydınlanmanın öncüsü olan insanlığı “medeniyete” taşıyan burjuvazi, tel tel dökülüyor. Bırakın insanlığa, kendi sınıfına sunacağı herhangi bir değeri, değerin kırıntısı dahi yok.
Yetmiş sekiz insanımıza mezar olan Bolu otel yangınında otelin sahibinin “çok masraflı olacağı” için yangın sistemlerini kurdurmadığı, hiçbir güvenlik önlemi almadığı ifadelere yansıyor. En düşük oda ücretinin otuz binlerde olduğu bir otelde daha fazla kâr için masraftan kaçınan, yapması gereken güvenlik tedbirlerini asgari düzeyde bile yerine getirmeyen sermaye aklı, yetmiş sekiz kişiyi bile isteye öldürdü. Günlerdir kolluk, yargı, siyasal iktidar ve ortalama basın diğer suç ortaklarının açığa çıkmaması için elinden gelen her şeyi yapıyorlar. Burjuvazi tam bir sınıf birliği ve dayanışma içinde hareket ediyor. Bu sınıf ve onun ayakta kalmasını sağlayan tüm organlar seferber olmuş, bu organize katliamın gerçek sorumlusunun açığa çıkmasını engellemeye çalışıyor. Katilin kapitalist sistem olduğunun anlaşılmasını istemiyorlar. Burjuvazi sorumluluğu yıkacak kişileri arıyor.
Sosyal medyada Hakkarili bir genç otel çalışanı “PKK yaptı” söylemleriyle hedef gösteriliyor, oysa o gencin kendi hayatı pahasına kaç insanı kurtardığını soran yok. Otel çalışanı bir genç yapılan röportajda 25 kişiyi yangından çıkardığını, ardından dumandan bayıldığını ve diğer çalışanların kendisini kurtardığını söylerken hala kendini suçluyor “bayılmasam daha fazla insanı kurtarabilirdim!”
Ölenler için kendini sorumlu tutan ve kurtulmaktan utanan bir yürek!
Yalnızca bu otel katliamında değil yaşamın pek çok alanında işçi sınıfının bu tavrıyla karşılaşırız. Soma katliamından sağ çıkan birçok işçinin arkadaşlarını kurtarmak için madene tekrar girdiklerinde yaşamını kaybettiğini biliyoruz. Yaralı maden işçisinin ambulanstaki sedye kirlenmesin diye çizmesini çıkarmak istemesini hiçbirimiz unutamayız. Kimse onları zorlamamışken baretlerini ve lambalarını alarak yıkık binaların altına giren maden işçilerini de…
Bu sınıfın tarihinde Kızıl Cumartesiler var. Brecht’in şiirinde ifade ettiği gibi yapıcılarının sahibi olduğu Moskova metrosunu işlerinden, okullarından çıktıktan sonraki zamanlarında çalışarak inşa edenler onlar. Çernobil faciası sonrası, mal bulmuş Mağripli gibi bu kaza üzerinden herkes sosyalizmle “hesaplaşırken” Sovyetler Birliği’nin en iyi maden işçileri ne yaptı dersiniz? Başlarına gelecek sonu bilerek insanlığa karşı sorumluluklarını yerine getirmek için hayatlarını ortaya koydular. Hasar gören nükleer santralin reaktörlerindeki radyasyonlu sıvının toprağa karışmaması için harekete geçtiler. Vardiyalar halinde çalışarak santralin altını kazdılar ve kazılan alana özel bir beton atarak, bu nükleer sıvının toprağa karışmasını kendilerini feda ederek engellediler.
İnsanlık Çernobil’de kendi hayatları pahasına facianın daha da büyümesini engelleyen kahramanları unutmadı. Bizler de daha fazla insanı kurtaramadığı için üzülen gözü yaşlı genç işçiyi unutmayız. Kapitalist özel mülkiyet doğayı ve çevreyi kirletip yok ettiği gibi ruhları da yok ediyor. Ama işçi sınıfı tüm değerleri yarınlara taşıyacak tek sınıf olduğunu bugünün ve yarının yeni insanını yaratacak güçte olduğunu tekrar tekrar kanıtlıyor.
Sadece en ileri değil, en insani sistemi kuracak olanlar kollarını sıvıyorlar…
İnan Çelik