15-16 Haziran 1970'de ülkemizde sınıf hareketinin en önemli kavşaklarından birinde iki uzun gün yaşadık. Bu öyle iki gündü ki, burjuvazinin ağır toplarının yatları, uçaklarıyla, yanlarına alabildikleri değerli eşyalarıyla ülkeden kaçmaya başladıklarına şahit olduk.
Sermaye güçleri, topu topu yüz kırk bin işçinin ayaklanışında işçi sınıfının zaferini ve kendi sınıfının yenilgisini canlı olarak gördü. Bu iki gün sermayenin iktidarının inisiyatifi kaybettiği, işçi sınıfının bölükleri karşısında askerinin polisinin çaresiz kaldığı günlerdi.
Uzlaşmacı sendikacılıktan, Türk-İş'ten kopan işçiler her türlü bedeli göze alarak devrimci sendikacılık perspektifiyle DİSK'i kurdular. DİSK'e yönelik baskı ve yaptırımlara karşı, işyeri temsilciliklerinde örgütlenmiş yüz binlerce işçi işyeri komitelerinin öncülüğünde ayağa kalktı.
70'li yıllar her anlamda "kopuş" yıllarıdır. Devrimci olanın uzlaşmacı olandan koptuğu yıllar. Bu kopuşu yaratan öncülerimiz bizlere bugün de yol gösteriyor. Devrimci değerlerin en öne geçişinin yarattığı etki ve bedelleri ile bu yıllar her işçi sınıfı üyesi için incelenmesi, sonuçlar çıkarılması zorunlu bir dönemdir. Burjuvazinin bu dönemi korkuyla, kaygıyla incelediğini ve sonraki dönemlerde 15-16 Haziran ayaklanmasının gölgesinde kararlar aldığını, her kararlarını ayaklanma korkusuyla hayata geçirmeye çalıştıklarını gayet iyi biliyoruz.
Sınıfın tarihinin ısrar, inat, karalılık ve uzun emeklerle yaratıldığını unutanlar için 15-16 Haziran bir anma günü olabilir. Oysa biliyoruz ki 15-16 Haziran durgun gökyüzünde çakan bir şimşek değildir. İşçiler, 60'lı yıllardan başlayarak irili ufaklı yüzlerce eylemle, grev, fabrika işgalleri, toprak işgalleri, sokak yürüyüşleri, sakal bırakma, saç kesme, servise binmeyerek fabrikalara topluca onlarca kilometre yürüyerek gitme gibi sayısız deneyim biriktirerek geldiler o büyük günlere.
1961 yılının son gününde Saraçhane'de grev ve toplu sözleşme yasası için yüz bin işçi alanı doldurmuş, sermayenin gözlerindeki korkuyu görmüştü. 1962 yılı yalnızca büyük sanayi merkezlerinde değil, Samsun, Hatay, Afyon, Malatya, Antep, Tokat'a ve daha pek çok ile yayılan eylemlerle doldu taştı. Anayasada grev hakkı var ama grev yasası yoktu. Dolayısıyla grevin yasak olduğu bu dönemlerde grev yapan işçiler yargılandı, bir çoğu tutuklandı. İşçiler "grev yasal mı, değil mi" tartışmalarını bir kenara bırakarak, 1963'de grev hakkını eylemleriyle kazandılar ve yol açtılar. Yine o yıllarda 1962'de okuma yazma bilmeyen, inşaat işçisi Fukara Tahir, ‘çıplak ayaklarla Meclis’e yürüyüşü’ nü örgütleyerek işçi sınıfının hafızasına unutulmaz bir şekilde kazınmıştı. 1963 yılından sonra devlet kontrolündeki sendikacılık ile mücadeleci sendikacılık arasındaki makas açılıyordu. Kavel, Kozlu, Paşabahçe gibi onlarca örnek, altmışlı yılları yetmişli yıllara taşıyan öncüler oldular. Genç işçi sınıfının azmini temsil eden Singer, demirdöküm işgalleri, İstanbul Gamak motor fabikası eyleminde barikatı aşmak isteyen işçilere polisin açtığı ateşle katledilen öncü işçi Şeref Aygün 15-16 Haziran işçilerinin sıkılı yumruklarında, Sungurlar grevindeki, kora kor savaşı gözlerindeydi.
15-16 Haziran ayaklanması bu devrimci kopuş sürecinde başlamıştı. 13 Şubat 1967’de DİSK kuruldu. İşçiler, Türk-İş’ten ayrılarak DİSK’e bağlı sendikalara geçmeye başladılar. Türk-İş’in Erzurum kongresinde Çalışma Bakanı “DİSK’in çanına ot tıkayacağız” diyordu. Türk-İş’deki, CHP’li ve Adalet Parti’li sendikacılar hemen bir kanun tasarısı hazırladılar. Bu yasa ile o iş kolunda çalışan işçilerin üçte birini üye yapamayan sendika yetki alamayacaktı. Toplu sözleşme için iş kolu barajının temelleri işte burada atıldı. Tasarı kanunlaşırsa o tarih itibarıyla DİSK’in hiçbir sendikası bu barajı aşamayacak, toplu sözleşme yapamayacak, hak alamaz hale gelecekti. Kısacası DİSK, fiilen kapanmış olacaktı. İşte bu olay bardağı taşıran son damlaydı ve işçileri ayağa kaldırdı.
12 Haziran 1970'de kanun TBMM’de kabul edildi. 14 Haziran 1970'te DİSK’in Merter'deki binasında 800 civarında işyerinin sendika temsilcisi bir araya gelerek, “yarından başlayarak üretimi durduracağız” kararı aldılar. DİSK Başkanı Kemal Türkler, "Siz karar verdiniz, ona göre hazırlanın. İki gün fabrikalarınızın önüne çıkın. Gösteriler yapın, halkı bilgilendirin, desteğini alın. Kendimizi savunacağız, eğer sizi göz altına alırlarsa gidip arkadaşlarınızı kurtaracaksınız, yürüyüşler yapacaksınız, gitmek istediğiniz yere giderken, toplu vasıtalara binerken bilet almayacaksınız” diyerek grevi duyurdu.
Taksim'de miting yapılma kararı da alınmıştı. İlk gün 140 bin işçi yürüyüşe geçti. Yürüyen işçilerden Mustafa Baylan, Mehmet Gıdak ve Yaşar Yıldırım barikatları aşarken polis kurşunlarıyla öldürüldü. Avrupa ve Asya kıtalarından bölüklerle yürüyüşe geçen iki işçi kolu bir araya gelmesin diye köprüler havaya kaldırıldı. Bu engelleme gibi her engelleme sınıfı daha fazla öfkelendirdi. İşçi sınıfının İstanbul'da, kavgamızın başkentinde yarattığı dalga, kent ayaklanmasından ülke geneline yayıldı. Sermaye sahiplerini saran panik her yerden hissediliyordu. İşçiler, Nazım'ın şiirindeki gibi, ''ölülerimizin başlarına basarak güneşe doğru'' yükseldiler. Yüz binlerce işçi İstanbul'un her yanından anayolları keserek, barikatları aşarak zaptedilmez bir öfkeyle sınıf savaşımları tarihine kendi notlarını düştüler: "Biz buradayız, biz yürürsek siz kaçacak delik ararsınız."
Ayaklanmanın kendilerini de aştığını gören o dönemin reformist DİSK sendika ağaları, eylemlerin doruğunda Kemal Türkler'in sözleriyle 16 Haziran'da radyodan şöyle sesleniyordu:
"İşçi kardeşlerim, işçi sınıfının bilinçli temsilcileri, sizlere sesleniyorum. Beni iyi dinleyiniz. Anayasamız her türlü toplantı ve yürüyüşlerin silahsız ve saldırısız olacağını emreder. Bizler Anayasaya sımsıkı bağlı işçiler olduğumuz için, hiçbir hareketimiz Anayasaya aykırı olamaz. Ne var ki bizim aramıza çeşitli maksatlar güden kişiler, çeşitli kılıklara bürünerek girebilirler. Hatta kötüsü, gözbebeğimiz şerefli Türk ordusunun bir mensubuna kötü maksatla taş atabilirler. Tahrikler yapabilirler. DİSK Genel Başkanı olarak sizleri uyarıyorum."
AP, CHP, CGP yani sermaye partileri panik içinde TBMM’yi toplayıp "ihtilal provasını ezme, müesses devlet düzenini koruma" açıklamasıyla 16 Haziran akşamı sıkıyönetim ilan ettiler.
Türkler ve DİSK Yürütme Kurulu gece yarısı evlerinden toplandı, 80 fabrika temsilcisi sendikacı ve 422 işçi gözaltına alındı. Binlerce fabrikada öncü işçiler işten atıldılar.
Sınıflar mücadelesinden biliyoruz ki, hiç bir tarihsel olay bir anda açığa çıkmaz, tarihin birikimi ve deneyimiyle oluşur. Tarih, nicel olarak birikir, nitel olarak sıçrar. Yukarıda bu kadar uzun alıntılar yapmamız, hem 15-16 Haziranı hazırlayan eylemleri hem de ayaklanmanın dönüm noktalarını vurgulamamız her öncü işçinin tarihten öğrenmesi gerektiğinde ısrar etmemizdendir. Leninist işçiler kitlesel işçi hareketini domine edenler olarak 15-16 Haziran'ı işçi hareketi için önemli bir uğrak haline getiren nedenleri tartışmalıdırlar. Reformizmin işçi sınıfına ihanetini, zaman zaman "kurtarıcı role" bürünen CHP’nin tarihteki rolünü, işçi sınıfının bağımsız örgütlenmesinin önemini anlamak işçi sınıfını kesintisiz olarak zafere taşıyacaktır.
İşçi sınıfının iki yüz yıldır biriktirdiği enerjiyi ve aklı göremeyenler gözlerinin önünde olup bitenlere anlam veremez, ya o anı çok küçümser ya da gereğinden büyük görür. Leninist işçiler yaşadıkları andaki akış ne olursa olsun her adımlarında tarihin birikimine ve nihai amaçlarına hizmet ettiklerini bilirler. Tarihi yapan sınıfın bilinçli bir neferi olarak yürürler. Fabrikalarının, işyerlerinin hem örgütçüsü hem de militanı olduklarını her fırsatta ortaya koymaktan çekinmezler.
Bugün, 15-16 Haziran ayaklanmasının 51. yılındayız. DİSK'in varlığı için savaşan ve ölen işçi yoldaşlarımızın açtıkları yolda, sendikal bürokrasiye, onu yaratan sendikalar yasasına dayanan burjuva sendikacılığa karşı savaşmak da bizim boynumuzun borcudur. 70'lerde sınıf kardeşlerimizin yarattığı devrimci kopuş gibi bugün de yeterince birikim yarattık. Günümüzde irili ufaklı pek çok sendikanın içerisinde sözde sınıf ve kitle sendikacılığını savunan, tabanlarından kopuk, patronlara yakın, işçileri mücadelenin, örgütlenme ağlarının ve de en önemlisi karar mekanizmalarının dışına atmış gerici sendikacılık yerleşmiştir. Burjuva demokrasisinin sınırları içinde hareket ederler ve doğal olarak işçiler bu sendikaların aidat kaynakları ve konu mankenleridir. İşçi sınıfının genç, dinamik ve mücadeleci unsurlarının çabalarıyla açığa çıkan yeni araçlarla, geniş işçi yığınlarına ulaşmak ve onları zincirlerinden kurtarmak için ısrarlı bir mücadele vermek zorundayız.
Tarihimiz, 1960'lar, 70’ler, 89 bahar eylemliliklerinden bugüne kadar işçi sınıfının bilinç ve eylem olarak ileri mücadele biçimlerini açığa çıkarmıştır. İşçi sınıfının birer neferi olarak deneyimlerimiz bize gösteriyor ki, fabrikalarda, işletmelerde, maden ocaklarında, tarım alanlarında, metal fabrikalarında sayısız grev ve işgalin başarıyla gerçekleşmiş olması karar süreçlerinin ve hareketin merkezine işçilerin oturmasıyla açıklanabilir. İşçiler, öncülüklerini sendikalara ya da onları kendileri adına temsil ettiklerini söyleyenlere teslim etmediklerinde zaferi görürler. İşçi sınıfına bilinç götüren değil akıl veren, ona tepeden bakan ve onu yönetilebilecek bir sınıf olarak gören anlayış ile işçi sınıfının uzlaşmaz çelişkisi ve sınıf hareketi arasında uçurum vardır.
Mücadelemizin asla taviz vermeyeceğimiz en temel hattı, mücadelenin merkezine işçilerin kendilerinin geçtiği, tartışma, karar alma ve hayata geçirme süreçlerinde kendi eserlerini yarattıkları bağımsız örgütlenmeleri, komite ve konseyleri yaratmalarını sağlamaktır. Her anlamda, her alanda uzlaşmacılıktan devrimci kopuş, kapitalizmden tam kurtuluş ve gelecek güzel günlerin inşası ancak işçi komite ve konseyleriyle mümkündür.
İnan Çelik
Düş değil bu hayal değil he hey be hey
Yetmişbin dev işçim kalktı yürüdü.
Kokuşmuş düzene sahip çıkanın
Alnın çatına baktı yürüdü yürüdü yürüdü....
*-Nasırlı elinde gürz gibi kini,
Güneş tepesinde kızıl bir sini,
Sağır beyinlere ayak sesini sesini sesini
Paslı çivi gibi çaktı
Yürüdü yürüdü yürüdü
Yürüdü yürüdü yürüdü
*-Yeter demek için patron karına he hey be hey
Dev adımlar selam yazdı yarına he hey be hey
İşbaşından cadde ortalarına
Kükreyen sel gibi aktı
Yürüdü yürüdü yürüdü
Yürüdü yürüdü yürüdü
*-Çıplak ayaklısı, yanık döşlüsü he hey be hey
İşten atılmışı, keser dişlisi he hey be hey
Sakatı, hastası, genci, yaşlısı yaşlısı yaşlısı
Evinden dışarı çıktı
Yürüdü yürüdü yürüdü
Yürüdü yürüdü yürüdü
*-O barış yerine kavgayı seçen,
Alnının terini su diye içen,
Kıyıda köşede eline geçen
Demiri iki kat büktü
Yürüdü yürüdü yürüdü
Yürüdü yürüdü yürüdü
*-Hak almaya adamıştı özünü,
Görmeye değerdi o sert yüzünü,
Yıllar yılı kapatılmış gözünü gözünü gözünü
İki ateş baktı
Yürüdü yürüdü yürüdü
Yürüdü he hey be hey
Yürüdü
Aşık İhsani