İşçi sınıfının mücadele tarihi içindeki yükselişler siyasi çevreleri defalarca ters köşe yapmış, sınıfın militan ve sonuç alıcı eylemleri, onları aşan pratikleri en "bu işi biliyorum" diyeni takkesini ele almaya zorlamıştır.
Kapitalist üretimin hızlandırdığı sınıf pratiği, eylem, grev, işgal ve benzerlerindeki inanılmaz artış, sınıfın devrimci özünü anlamayan devrimci yapılarda ve onların kadrolarında heyecan, telaş ve panik halini açığa çıkarıyor. Her devrimci yapı hızla yaygınlaşan ve derinleşen harekete nasıl yön verileceği, eylemlerin içinde nasıl olunacağı gibi onlarca soruyla karşı karşıyadır.
Bu biraz depremin olacağını bilen ve her gün depreme karşı hazır olmakla ilgili bir şeyler yapmak konusunda kaygılar duyan, ama harekete geçmeyen birinin yer sallanmaya başladığındaki haline benzer. Şunu yapaydım, şunu da hazırlasaydım diye ah vah edip eylemleri gerçek anlamda karşılamaktan da geri kalır.
Uzun zamandır gelmekte olduğunu her vesileyle belli eden geldi. Son bir kaç haftadır ülke tek bir fabrikanın farklı birimlerindeki işçiler gibi hareket ediyor. Düşük ücretler, hayat pahalılığı, dayanılmaz boyuta ulaşan aşağılanma işçi sınıfını ve yoksul kitleleri eylem fırtınasının içine çekti. Her hareket onu aşan daha yüksek eylem biçimleriyle taçlanıyor. Birkaç ay önce aynı işyerlerinde, bırakalım iş durdurup fabrika işgal etmeyi, en ufak derdini postabaşına ya da şefine söyleyemeyen işçiler bantları durdurdu, şalterleri kapattı, kontaklarını eylem için açtılar.
Ufak kazanımlar, kolektif zaferler işçilerin belleğini yerine getiriyor: Eylemle kazanırız, birleşerek kazanırız! Her yeni eylem bir öncekinden öğreniyor ve hareket gelişiyor. Böyle bir fırtınada sınıf çalışması içindeki devrimci işçilerin örgütlenmesi ne kadar yaygınlaşsa, ne kadar derinleşse de ulaştığı seviye çoğu zaman yetersiz kalıyor. Böyle durumlarda bir kadro için kendini denizde bir damla gibi hissetmek işten bile değil.
Geçtiğimiz yıllarda tek tek hak gaspları, işten atmalara ve ücret alacaklarına yönelik küçük gruplarla eyleme geçen işçiler pek çok çevre açısından yetişilebilir durumdaydı. Bugünün eylem dinamiği ise domino taşlarının ardı ardına yıkılması gibi, işçi sınıfını fabrika fabrika harekete geçirmekte. Trendyol, Aras Kargo, Yurtiçi Kargo eylemleri, sermayenin onlarca yıllık sınıf mücadelesi içinde kazandığı yetenekleri ortaya koyması açısından özel önem taşıyor. Hizmet sektörünün işçi sınıfının içindeki oranının yüzde ellilerin üzerine çıktığını pek çok kaynaktan duyuyorduk. Ağır sanayinin dev fabrikaları dünya çapında küçük işletmelere parçalandı. Her biri bir kasaba büyüklüğündeki kitlesel işletmeler, şimdi hizmet iş koluna doğru kaydı. Bu işçi grupları, belediyelerin park bahçe ve temizlik işçilerinin ikibinlerin başındaki hayatı felç eden kitlesel eylemleri gibi, ortak sorunlar etrafında hızla mobilize oluyorlar. Pandemiyle birlikte sayıları onbinleri bulan moto kuryeler, çağrı merkezi çalışanları ve belediye çalışanları kaçınılmaz olarak çok büyük ordular haline geldi.
Krizleri hem atlatmaya, hem de rakipleri karşısında fırsata çevirmeye çalışan kapitalistler pandemiyi kullanarak bir yandan çağrı merkezlerindeki maliyet kalemini daralttı, diğer yandan işçilerin bir arada çalışmasının yarattığı tehdidi en aza indirmiş oldu. Evde çalışma modeliyle yol, yemek, bina, elektrik, internet giderlerini çalışanın omzuna yükledi. Ancak evde çalışma ve kapanma dönemi, yeni bir yaşam modelini karşımıza çıkardı. Moto kuryeler yaşamın vazgeçilmez parçaları oldular. Kargo sektöründe ve moto kuryelerde son on yılda denenmeye başlanmış olan kiralık araç ve şoför sistemi, işçileri küçük parçalara böldü. Pandemi başında hem kargolarda oluşmakta olan birliği ve örgütlenme dinamiğini daralttı, hem de sınıfın içinde "kendi işinin patronu", "iş ortaklığı" yalanlarıyla sınıfı uzun süre oyaladı. Hızla büyüyen moto kuryeler, bu mantıkla başlangıçta cazip ücretler, paket başı ücretlerin yüksekliği ile motorlarını, koruyucu ekipmanlarını, iş giysilerini, servis donanımlarını aldı. Bu durum onları, boylarını aşan bir borç batağına sürükledi. Kuryeler kendi şahıs şirketlerini kurdular, sigorta, yıllık izin, haftalık ve bayram tatili gibi haklardan mahrum oldular. Kendi sigortalarını ödemek durumunda kaldılar ve en kötüsü iş güvenliği ve iş güvencelerini tamamen kaybettiler. Patronlar işçilerden gelecek olan tüm yüklerden böylece kurtulmuş oldu.
Ekonomik ve siyasi krizin hızla derinleşmesi, hayat pahalılığı, alım gücündeki inanılmaz çöküş pandemi döneminin başında yüksek kazançlı iş gibi görünen bu sektörlerde çalışanlar iş yoğunluğunun, paket sayılarının düşmesi ve mesafelerin artması ile düşük gelirliler hanesine itildiler.
Başta moto kuryeler olmak üzere bu alanlardaki çalışanların genellikle genç işçilerden oluşması, hem hareket kabiliyetini arttırdı hem de toplumda heyecan yarattı. Hızla eyleme geçtiler ve elde ettikleri küçük kazanımlar sınıfın diğer bölüklerinde anında karşılık buldu. Patronlar, bu küçük kısmi kazanımların bile işçi sınıfının içinde hayatta kalma, açlıktan kurtulma anlamına gelmesini kullandı. Bunun için de kısmi kazanımları elde eden her işletme ya da fabrika işçisi hızla işinin başına geçti. İşçiler açısından gelmekte olan son kanlı kavgaya hazırlık pozisyonu alma refleksi gelişti. Son kapışma öncesi işçi bölüklerinin mücadele yetenek, kararlılık ve sonuna vardırma arzusunu ölçtüğü bu zamanlar, yarın ne ile karşı karşıya kalınacağını anlamamızı sağlayacak. Bugün yaşanılan eylemlere büyük diyenler, asıl gelmekte olanı fark etmemiş demektir. Bu süreç bizlere eylemde mobilize olma, örgütlü davranma, arkada kimseyi bırakmadan yürüme deneyimini göstermesi ve yeteneğini kazandırması açısından önemli.
Aliağa gemi söküm işçilerinin eylemine ayrıca bir parantez açmakta fayda var. Olağan dönemlerde yıllar alacak örgütlenme çabasının, koşulların etkisiyle, işler dayanılmaz boyutlara ulaşınca nasıl da hız kazandığını gördük. Arkadaşlarını eyleme geçirmek için kutsal bildikleri her şeyi ortaya koyup, eylemden kaçacakları ahlak düşkünlüğü, onursuzluk, namussuzlukla suçlamalarında gördük. İşyerleri önünde haykıran öfkeli işçiler, diğerlerini birkaç günde ikna ettiler. Gelmekte olan bu büyük deprem, işçi sınıfının açlığının ve onurunun patronlara korku salan ayak sesleriyle geliyor.
Bundan sonra her fabrika, her işletme bir kale, her devrimci işçi o kalenin ele geçirilmesi mücadelesinin öncüsüdür. Günün devrimci görevi budur.
İnan Çelik