< Bir Sosyal Reformistin Hezeyanı

Ekonomik ve siyasal kriz derinleştikçe dinci-faşist iktidarın saldırıları artıyor, toplumu kuşatma çabaları giderek büyüyor. İlerici, devrimci güçlerin her güne yeni saldırılarla uyandığı bu topraklarda liberaller, uzlaşmacılar ve sosyal-reformistler oldukça şaşkın, safları dağınık ve moralsizler.

Faşist devletin iç savaşı derinleştirmesine karşı ne yapacaklarını, nasıl bir yol açacaklarını bilemeyen bu sosyal-reformistler tüm platformlarda bu umutsuzluklarını dile getiriyorlar. Dinci-faşist iktidara karşı en geniş güçlerin birliği uğruna, denize düşen yılana sarılır misali sermayenin bir diğer temsilcisi olan CHP ile her fırsatta yan yana gelmeye çalışıyorlar. Her fırsatta, her platformda bu karşı devrimci sermaye partisi ile kurulmak istenen bu birliktelik, sermayenin işine yarıyor. Devrimci durumun ve iç savaşın sertleştiği böyle bir dönemde, bu karşı devrimci sermaye partisi yılların politik uyanıklığı ile emekçilerin nabzını tutmaya ve kendi toplumsal tabanını güçlendirmeye çalışırken; sosyal-reformizm ise aynı uğursuz sınıf işbirlikçi rolünü başarıyla oynuyor.

Bir örnek vermek gerekirse; yakın zamanda HDK üye ve yöneticilerine yönelik gerçekleşen operasyonun ardından, yasal bir sosyal reformist partinin başkanının Çağlayan Adliyesi dışında yaptığı bir konuşmadaki sınıf işbirlikçiliği ve politik iflası gösterebiliriz. Bu yılların kurnaz sosyal reformisti sermaye egemenliği ve faşist devlete şöyle sesleniyor:

“Her gün yeni baskınlara uyanıyoruz. Hukuk diye bir şey ortada kalmamış. Bize demokratik alan bırakmıyorsunuz. Ne yapalım, başka yöntemlerle mi devam edelim mücadeleye, illegale mi geçelim bunu mu istiyorsunuz? İmamoğlu’dan HDK’ye kadar herkese saldırıyorsunuz.”

Dahası var, ama bu kısacık aktarım bile içinde bulundukları politik iflasın durumunu gözler önüne sermeye yeterlidir. Her kritik tarihsel momentte burjuva düzenin kurtarıcılığına yetişen bu anlayış, saldırılar uzlaşmacı kesimlere yönelince “Bize saldırmayın” mesajı vermek için burjuva hukukun uygulanmasını talep ediyor. Sanki sermayenin kendi egemenliğini dayandırdığı ve işçi sınıfını, yoksul Kürt halkını, kadınları ezmek için kullandığı aynı hukuk sistemi değilmiş gibi!

O gün gerçekleşen eylemde ve daha birçok yerde diğer yasal sosyal reformist partilerin sözcülerinin de benzer güçsüzlükte mesajlar verdiği, “Biz meşruyuz, yasal zeminlerde hareket ediyoruz” adı altında sermayeye barış çubuğu uzattığını belirtmeden geçemeyiz. Çünkü devrimin yükseldiği dönemlerde en ileri ve keskin söylemleri kullanmaktan çekinmeyen bu uzlaşmacı kesimler, bugün sermayenin ayaklanma tehdidi ile soğuk terler döktüğü ve pervasızlıkla tüm güçlere saldırdığı bir dönemde en geriye çekilmiş durumdalar. Ancak bu kurnaz sosyal reformistlerin uzun yıllardır militan devrimci hareketin altını oymaya çalıştığını belirterek, bugün içinde bulundukları güçsüzlüğün ve umutsuzluğun devrimin yararına olduğunu vurgulamak gerek.

Peki, nesnel koşullar gerçekten devrimci güçlerin aleyhine mi? Sermaye egemenliği ve dinci-faşizm sistematik devlet terörü ile elini güçlendiriyor mu? Gelişmeler bize bunun aksini gösteriyor. Dinci-faşist iktidar toplumu yönetemediği için adeta ona karşı savaşıyor. Binlerce irili, ufaklı işçi eyleminin patlak verdiği, emekçilerin burjuva düzenden çıkış yolunun sermaye partileri ile olmayacağına daha da ikna olduğu bir dönemden geçiyoruz. Üstelik bölgedeki savaş durumunun, Kürt halkına karşı yürütülen gerici savaşın devlet aygıtını oldukça yıprattığı, sermayenin nefes almak için farklı yöntemlere başvurduğu bir süreçteyiz. Devletin tepesine oturmuş güçlerin kendi iç kavgasının da baş verdiğini görebiliyoruz. Bundan dolayı, sosyo-ekonomik çöküşün önünü alamayan sermaye, açlığa, yoksulluğa itilen milyonların bir sosyal patlaması tehdidi altında elini çabuk tutmaya çalışıyor. Ancak bu toplumun ilerici, öncü güçleri olduğunu iddia eden uzlaşmacı güçler, doğru bilimsel politik okumayı yapamadığı için sermaye egemenliğinin bu dur durak bilmeyen baskıları karşısında şaşkınlık ve tedirginlik içinde. Yukarıda alıntıladığımız konuşmanın kendisi bile ne kadar güçsüz, politik bir iddia içermeyen ve siyasal olarak ne kadar bitmiş olduklarını kanıtlamaktadır.

Emekçi sınıfların daha hareketli bir döneme girdiği kuşkusuz. Burjuva düzenden kopuşun içten içe toplumsal fay hatlarını çatırdattığı bu ortamda, sadece bu nesnel durumun ve tarihsel haklılığın bizden yana olması yeterli olmayacaktır. Çünkü sermaye egemenliği iktidarı ve iktisadi gücü elinde bulundurmanın avantajıyla yeni politik manevralara yöneliyor. Emekçi sınıflara tüm acılarının bir toplumsal devrimle çözüleceğini, emeğin iktidarı kavgasını en başa koymak gerektiğini ısrarla anlatacak ve bunu örgütleyecek bağımsız sınıf devrimciliğinin her yere yaygınlaştırılması gerekiyor. Sosyal reformistlerin ideolojik ve politik güçsüzlüğü, emekçi sınıfların bilincini bulandıranların güçsüz olması demek. Bundan dolayı her alanda, her platformda, her gidilen bölgede emeğin iktidarı vurgularını iki anlama gelmeyecek şekilde anlatmalı, yaygın devrimci propaganda ve ajitasyon çalışmalarına hız vermeliyiz. Emek orduları içinde kök salabilmek için, ısrarla ve inatla sürdürülecek kitle çalışmasında derinleşmenin ve yığınlar içinde güç biriktirme sanatında ustalaşmanın zamanı!

K.Taylan Kızıldağ