Mevsimler geçip gittiğinde ve her sonbahar geldiğinde, birçok ağaç türünün yapraklarını döktüğünü görürüz. Elbette buna üzülmeyiz; çünkü bu bir ölümün değil, baharla başlayacak olan yeniden doğumun hikayesidir. Yani sarı yapraklardaki hüznün diğer ucu yeşil yapraklarla gelen umuttur.
Ancak bazen yapraklar mevsimsiz sararır. Üstelik bu defa öyle masumiyetle sarmaş dolaş bir hüzün de yoktur. Çünkü bahar aylarında, ağaç dallarında sarı sarı yapraklar olsa olsa matemi, kara haberi, ölümü; olsa olsa çürüyen, dermansız derdi; olsa olsa köklerine ölüm vurmuşu haber verir. Artık zaman kati hükmünü vermiştir. Kökü çürüyen ağaç ne kadar heybetli olursa olsun, ilk rüzgarlarla yıkılıp gidecektir.
Doğadaki bu tablonun benzeri de politik alanda görülür. Hele de bu topraklarda; çünkü TC devleti bir burjuva partiler mezarlığıdır. Bu partiler, emeksiz ve hiçbir engelle karşılaşmadan kuruldukları gibi “büyük” partiler haline gelirler. Dengesiz, hormonlu domates benzeri bir büyümedir bu. Kitleler manipüle edilmiş, en bayağı yollarla fişteklenmiş ve bir dediği bir dediğini tutmayan, zeka seviyelerinin sığlığıyla takdire şayan, lümpen tiplerin arkasında toparlanmıştır. Uzaktan hepsinin “büyük” liderin etrafında kenetlendiği sanılsa da, gerçek bunun tam tersidir. Tamamına yakınının yegane amacı; bu işten kar etmek, kolay yoldan köşeyi dönmek ve alabildiğince heybeyi doldurmaktır.
Fakat beş altı yıl geçer, devasa özelleştirmeler yapılır, çekilen peşkeşler sayesinde ucube milyarderler türer, ortalıkta çılgın projeler uçuşur; ama fişteklenmiş kitle bir bakar ki, bırakın köşeyi dönmeyi, elindekini de yitiriyor. Bundan sonrası bu kitlenin dağılışı ve “büyük” liderin de yalnızlık sendromunun başlangıcıdır. Yani bir bakarız ki; daha dün yüzbinlerle “beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısını söyleyen, bugün çıkmaz bir sokağın başında “yalnızım dostlarım yalnız” arabeskine bağlamış.
Dinci faşist parti de bu yola çoktan çıkmış durumda. Sadece son bir yılda resmi rakamlara göre bir milyon üyesi partiden istifa etti. Ancak sayı bunun üç katı, resmi kurumlar istifa dilekçelerini işleme almakta kasten yavaş davrandıkları için şimdilik bir milyon görünüyor. Gerçek ise on bir milyon üyenin bir yılda üç milyonunun istifa ettiğidir. Durum açık; gemi batıyor ve yolcuların dörtte birinden fazlası onu terk etti bile. Hepsi bu da değil, parti kurucularının bir kısmı dinci faşist partinin tüm engelleme çabalarına rağmen “yeni” bir parti kurdu, bir kısmı da başka bir partiyi kurdu kuracak. Sultan hayatta ama fetret devri başladı! “Ümmeti bölmeyin” uyarıları da bir işe yaramıyor. Çünkü o ümmetin dörtte biri çoktan “gönüldaş”larına “adios” demiş durumda.
Tabi ki sahneye konan ve seyirciye izletilen bu oyunun gerisindeki yapımcıların başka bir hazırlığı, yeni bir oyunu var. Yeni oyunun adı; “Kendimi kurtarmak için kuklamı ateşe atacağım!” Burjuvazi kendini ve devletini kurtarmak için onu, bu oyunu hiç mi hiç beğenmeyen öfkeli seyircinin önüne atıyor. Bu berbat oyun ve berbat oyuncular için seyircilerin sahnedekilere çürük domates atmakla yetinmeyeceği de aşikar.
Fakat yapımcıların işi hiç de kolay değil. Dinci faşist parti; “Biz gidersek devlet de gider” diyor. Zaten bu parti tüm sisteme adeta kanserli bir doku gibi yayılmış. Ne kendisi oradan çıkabilir, ne de birileri onu oradan kolayca çekip çıkarabilir.
Peki ne olacak?
Olması gereken oluyor zaten. Kanserli doku son aşamaya çoktan ulaştı ve bu hasta için Küba’dan gelecek bir aşı da yok! Yine de akılsızca derman aranıyor olsa da, gelecek tek şey sela sesi olacak ve onun için kazılacak mezar; dizden de, belden de, boydan da çok daha aşağıda olacak. Fakat dert değil, kara toprak okyanuslardan daha derindir!..
Yapımcılara (burjuvaziye) gelince; hep sosyal itfaiyeci dönekler akıl verdi onlara, bunu bir kere de biz yapalım. Şurası kesin; bilet paralarından fazlasını kaybedeceksiniz. Hayat sahnesine umudunu, emeğini sömürdüğünüz öfkeli emekçiler giriyor. Onlara şunları söylemeniz çok işe yarayacaktır: “Haklısınız, ama bütün suç şu kör olası kuklanın, ona istediğinizi yapın ama lütfen kulislere girmeyin!” Eminiz ki, bu nezaketiniz karşılıksız kalmayacak ve en ateşli yanıtı alacaksınız!
Neredeyse bir asırdır bu köhne tiyatro binasında bu berbat oyun oynanıyor; ama sorun değil, çünkü bu son oyun! Seyirciler diyor ki: “Bu sahnede sürç-ü lisandan fazlası vardı. Yetti artık! Bu perdeyi sonsuza dek kapatmaya geldik ve bununla da kalmayacağız!..”
Peki biz ne yapacağız?
Yapılması gerekeni, yani şu an yapıyor olduğumuz şeyi daha da çok yapacağız. Biz hiçbir zaman burjuva muhalefetin yanında durup da tahıl yerine insan öğüten değirmene su taşımadık. Ortalama sol gibi sosyalizme inançsızlık gösterip de karamsarlığa da kapılmadık. Biz burjuva muhalefetin de dinci faşist parti döneminde işlenen büyük suçların altında imzası olduğunu ne unuturuz, ne de bunu emekçilere anlatmaktan vazgeçeriz. Çünkü hesaplaşma ancak böyle olur ve ancak bu şekilde sistemi ve onun tüm kuklalarını tarihin çöplüğüne yollayabiliriz. Aksi halde çekilen acılar çekilmeye devam edilir ve mahvedilen dünyamız her gün daha da çok mahvedilir. Devrim hala tartışmasız tek çözümdür ve bu devrim milyonların içinden milyonları içine alarak çıkıp gelecek. Geldiğinde de muhalefetiyle, iktidarıyla birlikte burjuvaziyi yekpare karşısına alacaktır. Aslında şu an bizde ve dünyada bu süreç çoktan başlamış durumda. Çanlar burjuvazi için çalmaya devam ediyor. 2020’de çan ve sela seslerini daha çok duyacağız ve bu sesler dindiğinde bu kez Boğazın kıyılarından ve Amed’in surlarından zafer şarkılarımız yükselecek. Umut şimdi daha derinden besleniyor onu daha da güçlendirerek bir volkana çevirmeliyiz.
Kenan Kızıl