Acaba Kızıl Ordu karşı taaruza geçtiğinde ve Nazi ordularını adeta asfalt makinası gibi ezerek ilerlediğinde, Berlin’deki insanlar ne düşünüyordu; ruh halleri nasıldı?
Bu örneğe "koşullar çok farklı" diye itiraz gelebilir. Peki, Kartacalılar Pireneleri aşarak ve Roma Lejyonlarını yok ede ede başkentin kapısına dayandığında “Romulusun halkı” ne düşünüyordu ve ruh halleri nasıldı?
"Bu da çok eski bir tarihten", denebilir. Madem böyle daha yakın örnekleri sayalım. 1905’in hemen ön gününde Japon orduları karşısında ağır yenilgiler alan çarlık orduları tel tel dökülürken, Petersburglular neler düşünüyordu, Moskova’dakilerin ruh halleri nasıldı?
"Bize ne Rustan, Romadan" diyen dahiler de çıkabilir o halde: Osmanlı ordusu Balkanlarda yenilgilere doymazken ve esaret altındaki halklar bir bir bağımsızlıklarını ilan ederken Asitane-i İstanbul ahalisinin halet-i ruhiyesi nasıldı? Sokaklarında yüksek sesle mehteran mı çalıyordu. “Plevne destanı” (!) (Aslında, büyük bir bozgun ve kaybedilen bir savaştır!) üzerine “milliyetçi hislerle” coşuluyor muydu? Hatta bir kılıcın bir taşı yaracağına inanacak kadar aptal mıydılar? Yoksa kazan mı kaldırıyorlardı.
Şovenizm zehri akıtıldıktan sonra bu soruların cevabı net bir biçimde ortaya çıkar: Cephede bozgun cephe gerisinde isyan demektir. Yani:
Eğer Rus savaş jeti sizin tankınızın kaportasını çizecek kadar yakından uçuyor ve siz bırakın ona ateş açmayı, taş bile atamıyorsanız, meclisteki vekillerin bir birilerine uçan tekme atması ve her türlü seviyesizliği de şaşırtıcı olmaz. Zaten kimsenin de “milli birlik”, “Gazi Meclis”(!) gibi söylemlere kandığı yok. Çünkü mesele ne “üslup” meselesidir ne de “milli” birlik. Bu yenilgi psikolojisinin ve de bunun halkta yarattığı öfkenin bir yansımasıdır.
Faşist propaganda ve dezenformasyon, belli bir noktaya kadar cephe gerisini aldatabilir ve gerçeği onlardan saklayabilir. Zira cepheden “zafer” haberleri gelmezse bu propaganda çok kısa sürede geri teper. Bu ise, bu propagandacıları çıldırtarak birbirlerine düşürür ve bu noktaya bir gelindi mi ne seviye kalır, ne düzey, ne de “milli birlik”...
Elbette ki her savaşta sağlam bir cephe gerisi çok önemli bir unsurdur. Ancak cephe gerisinden kasıt içi boş şovenist kuru kalabalıklar değildir. İleri üretim kapasitesine sahip olmanın yanında kitlenin bu savaşta haklı olduklarına inanması gibi bir çok şartın bir araya gelmesi gerekir. Ancak bu da yetmez mevcut sınıf çelişkilerinin yol açtığı çatışma ve gerilimin az, sınıf uzlaşısının sağlam, başarılı olmasıdır. Kısacası cephe çöküyorsa cephe gerisinin bir anlamı yoktur. Yani isterse yüz milyon insan sokaklarda şovenistçe duygularla ahmakça göğsünü dövsün, hiç bir şey değişmez; çünkü yenilgi yenilgidir, bozgun da bozgun ve böylesi yenilgileri durduracak bir cephe gerisi bu dünyada bulunmamaktadır.
İçinde “iha” ve “diha” kelimelerinin bolca geçtiği ve muhtemelen ciddi bir kısmı bilgisayar oyunlarından alınmış kareler de bu yenilgiyi boşa çıkaramaz. Hele de karşınızdaki güç son derece gelişmiş savaş kapasitesine sahip Rus ordusuysa kimse bu propagandaya kanmaz ve bir kaç hafta içinde toplum müthiş bir patlamanın eşiğine gelip dayanır. Önce saflar belirginleşir. Sonra da kılıçlar kınlarını terk eder!...
İşte tam da bu anda havalandı Moskova’ya inen o “özel” jetlerden biri. İdlib için gidildiği söylense de esasen kurtarılan İstanbul’dur! Tam da işler sarpa sarmaya başlayacakken “Bir gece ansızın” tüm şartları kabul edilir Rusya’nın. Dedik ya bir kere cephede başarısız olunursa cephe gerisinde mehteranlar değil, isyan şarkıları yükselir. Dinci faşist parti ise bunun farkında ve çok iyi biliyor ki, bu bozgunun faturasını öfkeli emekçiler ona kesecek. Emekçiler kendilerine ödetilen ağır bedelin intikamını veresiye yazmaz, taksitlendirmez ve kefillere de fatura etmez, o peşin çalışmayı sever; peşin peşin ödetir, bir tam ve eksiksiz olarak!...
Acelesi vardı Moskova’ya inenlerin, çok ama çok acelesi vardı! Cephede bir santim dahi ilerlenememiş, dahası İdlip’deki “dış savaş” İstanbul’da isyana dönüşmek üzereydi. Bu yüzden daha dün “kalleş” olan Rusya o gece bir kez daha kardeşe dönüştü...
Rusya şimdilik dinci faşist partiyi ipten aldı; ancak bunu Suriye’deki iki karayolu ve bir kaç kilometrelik toprak için yapmadı. Çünkü isteseydi bunu beş sene önce de yapabilirdi. O halde o gece Rusya’ya çok daha fazlası verilmiş olmalı; aksi halde (geçici de olsa) bu ateşkes olmayacaktı! Çünkü bu ateşkesin öncekilerden farkı bu defa kurtarılan Suriye ve Esad değil dinci faşist parti ve temsil ettiği Türkiye devletiydi.
Masal bitti! İşte yalın gerçek: Emekçiler ağır sömürü, baskı ve yoksulluk koşullarında yaşatılıyor ve bunun yarattığı öfke her an çok büyük bir ayaklanmaya dönüşebilir. Bunu önlemek için “dışarıya” açılan savaş ise geri tepti. Kısaca dinci faşist parti burjuvazinin kucağına nur topu gibi bir yenilgi bıraktı.
Kenan Kızıl