Günümüz burjuvazisi ve onun hükümetlerinin Adolf Hitler’den yegane farkı; masum insanları katlederken sahte gözyaşları akıtmayı ihmal etmemesidir.
Burjuva hükümetlerin sözcüleri günün her anında ekranlarda, Covid-19’a karşı aldıkları müthiş(!) önlemleri(?) sayıp dökerler, kurbanların sayısı her gün üçer bin, beşer bin artıyor. Hükümetlerin sözcüleri, ücretli izinlerden, dağıtılacak paralardan (Bir de ücretsiz izin ve bizden toplanacak paralardan!), sosyal mesafeden, sonu gelmeyen ve de iş işten geçtikten çok sonra uygulanan karantinalardan ve kurbanların artan sayısından “çok üzgün” yüz ifadeleri eşliğinde bahsederken “üzülerek” bir kaç milyon insanın ölebileceğinin söylüyorlar. Mazeretleriyse çoktan hazır. “Böylesi bir salgına hazır değiller”miş. Akla gelen ilk soruysa, hazır olmak gibi bir çabalarının olup olmadığıdır. Yoktu, olsaydı, savaş uçağı yapacağına solunum cihazı yaparlardı. Uçak gemisi değil, hastane inşaa eder, cezaevi değil, tıp fakülteleri açarlardı.
Yalan söylüyorlar! Dünya çapında faaliyet gösteren Sınır Tanımayan Doktorlar örgütü gibi bağımsız bilim kuruluşlarının “bu tür salgınların olabileceğine” dair çok sayıda raporu mevcuttur. Bu raporlar defalarca basın organlarında yer aldı, hatta sinema filmlerine bile konu oldu. Kısacası kapitalist devletlerin tamamının her şeyden haberi vardı; ancak hiçbiri hiç bir önlem almadı ve böylece de bile bile çok tehlikeli ve son derece bulaşıcı enfeksiyonların önünü açmayı seçti. Abartısız insan hayatını korumayı değil, yok etmeyi seçtiler.
Covid-19 planlı bir katliam olmasa bile yine de bu kadar önceden ve neredeyse detaylıca hazırlanan bir katliam daha yoktur. Bugün kurdukları her bir cümle bu gerçeğin üstünü örtme çabasından ibarettir. Örneğin Covid-19’un altmış yaş üstü insanları öldürdüğü söylemi gibi. Bu doğru olsaydı Bigbang saat kulesinden bile yaşlı olan İngiltere Kraliçesi ve oğlu bu enfeksiyonu kolayca atlatamazdı. Covid-19, altmış yaş üstünü değil, bağışıklık sistemi zayıf herkesi öldürüyor, öldürebiliyor. Yani emekçileri!
Evet, emekçilerin bağışıklık sistemi çok zayıftır, daha doğrusu zayıflatılmıştır. Kapital Cilt-1’de Marx bir çok örnek ve detaylı açıklamalarla sadece işçilerin çalışma koşullarının vahim oranda kötü olduğuna dikkat çekmekle kalmamış, aynı zamanda ne kadar sağlıksız gıdalarla karınlarını doyurmak zorunda olduklarını da anlatmıştır. Burjuvazi daha yolun başında işçileri gayri insani koşullarda çalıştırıp acımasızca sömürmekle kalmadı; aynı zamanda bizzat kendisinin ürettiği, sağlığa zararlı gıdaları tüketmeye de mecbur etti. Her ne kadar aradan bir kaç yüzyıl geçmiş ve gıda endüstrisi “gelişmiş” olsa da ve iki de bir “hijyen” sözcüğü telaffuz ediliyorsa da, emekçiler için özünde hiçbir şey değişmedi. Onlar hala ne yediklerini ya tam bilmiyor ya da bilse de başka bir şey tüketme şansları olmadığı için sağlığa zararlı gıda maddelerini tüketmek zorunda kalıyor. Burjuvazi yüzyıllardır emekçileri, bizzat emekçilerin parasıyla zehirlemektedir. Kendisi dün olduğu gibi bugün de en sağlıklı, temiz ve besleyici gıdaları tüketirken, emekçiler genetiğiyle oynanmış gıda malzemelerini tüketmek zorunda. Çünkü onca çok çalışmalarına rağmen ellerine geçen para ancak buna yetiyor. Durum böyle olunca da her geçen gün emekçilerin bağışıklık sistemi zayıflıyor, zayıflatılıyor.
Hepsi bu da değil! Şimdi tabloya, emekçilerin içinde yaşamak zorunda kaldıkları rutubetli evleri, içtikleri kirletilmiş suları, solumak zorunda oldukları ve yine burjuvazi tarafından zehirlenmiş havayı, uzun ve tüketici çalışma saatlerini, her türlü hijyen ve sağlık koşullarından bihaber üretim alanlarında çalışmayı, hiç bitmeyen patron baskısını da ekleyin Sadece bedenen değil, ruhen de tükenen emekçilerin bağışıklık sisteminin güçlü olmasının herhangi bir yolu yoktur.
Kavganın büyük şairi Nazım Hikmet demişti ki; “Hayat adil mi ki, ölüm de adil olsun!” Hayat adil değil, burjuvaların bağışıklık sistemi güçlü, bu yüzden enfeksiyonlara karşı çok daha dirençliler, emekçilerin yani bizim bağışıklık sistemimiz ise sürdürmek zorunda kaldığımız yaşam biçimimizden dolayı berbat. Yani ne hayat adil ne de ölüm. Onlar yaşıyor biz ölüyoruz. İşte ispat: Covid-19, altmış yaş üstünü değil, sadece yoksulları öldürüyor, emekçiyi öldürüyor. İşte bu yüzden bu kasten olmasa bile öngörülmüş bir katliamdır ve kurban da biziz. Bir kez daha her zamanki gibi kurban biziz.
İşte burjuvazinin bize layık gördüğü şey. Evet, illaki onurlu bilim insanları Covid için bir çare bulacak ya da bu virüse karşı bağışıklık kazanacağız, en azından sağ kalanlarımız olacak. Fakat şimdilik, çünkü bunu atlatsak da çok da sevinemeyeceğiz. Virüsler muazzam hızlarla evrimleşip güçlenirken bizim bağışıklık sistemimiz daha da zayıflamış olacak ve bir sonraki pandemiye çok daha fazla emekçiyi kurban edeceğiz. Burjuvazi ve kapitalizm yaşadığı sürece bize kalan her salgında daha çok ölmek olacak.
Sonuç olarak öyle ya da böyle bu bir katliam ve artık mesele suçluyu bulmak değil. Gevezeliğin lüzumu yok, tek suçlu kapitalist sistemdir. Hem de her seferinde odur. Artık onun suçlarını tek tek saymaya gerek var mı? İspata gerek var mı? Yok, ama burjuvazi tüm bu suçları gözümüze soka sıka işledi, işlemeye de devam ediyor. Covid-19’da bunun (son olmayan!) bir örneği. Yegane gerçek şudur ki; Kapitalizm insanlığı acımadan yok ediyor. Artık kapitalizmle insanlık, artık burjuvalarla emekçiler, aynı anda yaşayamaz, aynı anda daha fazla var olamazlar. İnsanlık hayatta kalacaksa bunun tek yolu, son sınıflı toplum olan kapitalist toplum biçimini, bütün asalaklarıyla birlikte tarihin çöplüğüne gömmektir. Ya bu onurlu yoldan gidilecek ve bu büyük zafer kazanılacak ya da ölmüş emekçilerin bedenleri sokaklarda çürümeye terk edilecek; Ekvador’da olduğu gibi*.
Artık insanlığın önündeki seçenek kapitalizm ya da sosyalizm değildir. Artık yegane seçenek zorunlu olarak ya sosyalizm ya ölümdür.
*Ekvador polisi Covid-19 kurbanlarının cansız bedenlerini sokaklara atıyor. Resmi rakamla, Ekvador’da binbeşyüz emekçi Covid-19’an öldü. Sokaklardaki cesetlerin sayısının ise çok daha fazla olduğu söyleniyor. Artık ölülerimizi bile insandan saymıyorlar...
Kenan Kızıl