Karşı cephede olanlara bir bakın, toz ile duman, sap ile samandan daha ötesi yalan ile daha çok yalan, başarısızlık ile daha çok başarısızlık, hezimetle daha büyük hezimet artık birbirine karışmış durumda. Normal koşullarda saçmalık diyebileceğimiz bu şey, artık gerçeğin kendisi. Pardon karşı cephenin gerçeğinin kendisi. İnsanlar bunlara olanlara, söylenenlere bakıyor ve şaşırmıyor bile; evet, diyorlar bunlar yaşanıyor, bunlar gerçek. Pardon, yönetenlerin gerçeği.
Bir bakan düşünün ki, atadığı, pardon bizzat atadığı özel kalem müdürü için, “ onu tanımam, onunla işim olmaz!” diyor. Herhalde pek sayın eski bakanın doğru söylediğinden aklı olan hiç kimsenin şüphesi olmaz!
Kadın düşmanı, cinsiyetçi bir şahıs pardon şu şahıs, su katılmamış bir yobaz ve bu özellikler tabiî ki onun bir tıp fakültesine dekan yardımcısı olarak atanmasına yetmişte artmış bile. Ayrıca kendisi sayın eski bakanla aynı tarikatın müridi ve aynı şeyhin dizinin dibinde yan yana diz kırıp da boyun bükmüş, el pençe olmuş ve söz dinlemiş ve de böylece o ulvi ışıktan birlikte faydalanmışlar. İşte bu bakan bey bu şahsiyeti bu kadar çok tanımıyor.
Bu istisna mı? Tabi ki hayır. Birbirinden güzide, birbirinden emsalsiz örnekler öylesine çok ki onların hepsini kimse ne bir yazıya ne de bir ansiklopediye sığdırabilir. Örneğin Sağlık Bakanı; pandemi kaynaklı hasta ve ölüm sayısını gerçeğin binde birinden çok daha az gösterdiği ispatlanınca adeta itiraf edercesine, yaptım ama ülkem için, demeye getiriyor. Anlaşılmayan bir şey yok şaşırılacakta; biz, bu toprakta yaşayanlar yaşarken diriye sayılmazdık ki ölürken de ölü sayılalım. Tabi hepsi “ülke çıkarları” için.
Bitmedi, hiç geri kalır mı, kendisine has o müthiş, o dillere destan, o benzersiz zekasıyla ünlü ekonomi bakanı da katılıyor bu koroya ve “döviz kuruyla ilgilenmiyorum” diyor. Tabi ekonomi bakanı olmasa kesin yalan söyleyeceğini düşünürdük! Hem ne kadar da doğru ve mantıklı bir cümle, ekonomi bakanı neden döviz kuruyla ilgilensin ki sonuçta zerre kadar ilgi alanına girmeyen bir konu! Bu cerrahların ameliyat yapmakla, şoförlerin motorlu araç kullanmakla ilgilenmiyoruz demeleri kadar doğru ya da şoförlerin açık kalp ameliyatı yapması ve cerrahlarında bir şantiyede buldozer kullanması kadar doğal ve mantıklı. Pardon çok mantıklı...
Ters giden bir şeylerin olmadığını düşünen var mı? Bir ülke düşünelim, İçişleri Bakanı AYM üyelerini “cesaretiniz varsa bisikletle işe gidin” diyerek üstü kapalı tehdit ediyor. Ancak korkup da sinmesi gereken AYM üyeleri bisikletli tura çıkarak adeta meydan okuyor. Hepsi bu da değil, devrimcilere verilen hukuksuzluklarla dolu binlerce dava dosyasını ışık hızıyla onaylayan aynı AYM üyeleri hükümet partisine ve çapı ondan daha çapsız olan küçük ortağa demokrasi ve hukuk dersi veriyor.
Adalet Bakanı yargıçlarla, Sağlık Bakanı doktorlarla, Eğitim Bakanı öğretmenlerle, Tarım Bakanı çiftçilerle, Çevre Bakanı köylülerle, Dışişleri Bakanı tüm sınırdaş devletlerle Cumhurbaşkanı ise herkesle çatışma, kavga halinde. Her yetkili merci, en üsten en alta muhatabıyla savaş halinde. Öyle ki ortadaki bu şey artık yek pare bir sistem değil, kaotik ve çatışmalarla dolu, bırakalım yarını on dakika sonrası bile belli değil. Eğer bir siyasal bilgiler fakültesinde; bir devlet nasıl yönetilemez, diye bir ders olsaydı, ders için hiçbir kitap basmak gerekmeyecek ve öğrencilerde o kitabı anlamak için üstünde kafa yormayacaktı. Çünkü on dakika haber izleseler yeterdi. Yetmekten de öte içlerinden biri bile yüzden aşağı not almazdı.
Eğer normal bir dönem yaşanıyor olsaydı ya da bir çöküşün içinde olunmasaydı bu sayısız örneklerden biri bile bir hükümeti düşürmeye yeterdi. Ancak dönem normal bir dönem değil. Yoksa kimsenin dinci faşist partinin sonsuz yalanlarına kandığı yok; “Güçlü sistem”, “pik yapan ekonomi”, “dış politikada oyun kurucu güç” lakırdılarına eşlik eden şeyin düzineler ve düzinelerce hezimet olduğunun herkes farkında. Fetih duaları ve bangır bangır mehteranlarla kaç zafer yolculuğuna çıkıldı da geriye, “batsın bu dünya” arabeskinin politik versiyonu “dünya beşten büyüktür!” yavanlığıyla dönüldü.
Neler oluyor? Şu an insanların en çok sorduğu soru muhtemelen bu. Ya da akıllardaki ilk soru. Aslında olanları saymaya hiç bir faninin ömrü yetmez. Şu anki durumun sebebi bir değil, onbin değil; ama sorun yok çünkü şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki bugün olan sayısız kötü sonucun çok sayıdaki sebeplerinden birini bile dinci faşist parti de burjuvazi de sistem içinde kalan herhangi bir güç de çözemez. Yani bu defa faşizm bütün ihtimallerde gidici.
Yeni bir şey değil, uzun bir dönemdir yaşanıyor bu kaotik süreç. Peki buna, böylesine bir kaosa yol açan temel bir neden var mı? Bu soru ister istemez herkesin aklına geliyor olmalı. Ortada bir dünya dolusu iç içe geçmiş ve bir birini yok etmeye çalışan ama bunun için ne kadar çok çalışırsa yok etmek istediğini o kadar çok besleyen çelişki ve çatışma var. Bu tek başına bir partinin ya da çöken ekonominin vs vs eseri olabilir mi? İllaki bir payları olmuştur ama bu denli köklü adeta sistemin temeline inen ve onu en temelinden sarsan çatışmalar hatta ayaklanmalara ancak bir devrimci durum yol açabilir. Ya da tüm bunlar birer göstergesi olabilir.
Devlet içinde yaşanan bu durumun bilincinde olan burjuvazi ve şimdiki hükümeti dinci faşist parti uzun yıllardır bu sorunu çözmeye çalışıyor. Fakat herkesi memnun edecek bir çözüm araçları yok. Hatta elindeki tek araç baskı ve şiddet. Durum bu olunca da dinci faşist parti kontrol edemediği her kurumu ve her örgütlenmeyi (barolar vs) bölmek parçalamak ve imkanı varsa da yok etmeye yöneliyor. Böylece hem devrimden hem de rakip burjuvalardan kurtulmak istiyor. Fakat kendini devasa bir buz kıran yerine koyan ama pas içindeki bu derme çatma, eski gemi enkazlarından (eski partilerden) bir araya getirilen bu müthiş gemi her seferinde buz dağlarına çarparak koca koca gövde yaraları almakta. Barolar bunun sadece bir örneği. Bu parti ve ortağının o kadar çok avukatı var ama ikinci bir baro için iki bin imzayı dahi bulamadılar. Anlaşılan kendi üyeleri de dahil kimsenin aldırdığı ve aldandığı yok bu “güçlü devlet”, “güçlü parti” ve “güçlü lider” propagandalarına. Tarihte de çok örneği yok mu zaten. Milyonlarca Alman Führer’i selamlamak için bir birlerini eziyordu fakat hiç biri o führer’in sandığı gibi onunla ölüme gitmedi. İşler tersine döndüğünde kendisi “kurt ininde” yalnız ve onu bekleyen sonla karşı karşıyaydı. Çünkü bu tikteki kitleler “yüce lideri” alkışlama zamanını bildiği gibi ona arkasını döneceği zamanı da iyi bilir ve kritik anda da umursamadan bunu yapar. Yani bazen bu cenahta güç diye övünülen şey kof ve küften ibarettir.
Bu parti, bu gidişatı durdurmak için şu ana kadar her türlü demagojiyi, mağdur edebiyatını, içi boş “barış” lapasını bol bol kullanarak tamamen tüketti. Buna rağmen gelinen noktada bırakalım bu çöküşü durdurmayı onun çok daha hızlanmasına dahi engel olamadı. Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da dinci faşist partinin her adımı sadece çöküşü hızlandıracaktır.
Bazen, uzaktan bakınca, bazıları şöyle görebiliyor: Hem sistem hem de dinci faşist parti bütünlüğünü koruyamasa da gücünü koruyor. Ancak görünen bu şey aslında sadece bir saman balyasına benziyor. Dayanıklı olsun diye sıkıştırılarak tellerle bağlanan o saman yığını, uzaktan bir ağacın gövdesine, bir tomruğa benzetilebilir; ancak onu saran tellerden biri koptuğu an geriye rüzgarda uçuşan çöplerden başka bir şey kalmaz. Zira daha güçlü olsun diye sürekli sıkıştırılan bu balyadaki çöpler sıkıştıkça birbirlerini ezerek küçülüyorlar. Yani onu bir arada tutan tellerden biri kopmasa dahi o yine de kendi içinde kendini eze eze ufalanarak toza dönüşecek. Gerisi ve hepsi işte güçlü bir rüzgara bağlı.
O da geliyor zaten uğuldayarak ve her şeyi silip süpürürcesine...
Kenan Kızıl