Göbels propagandasının bel kemiğini oluşturan ana unsur yalandır. Çöken ekonomi, bitmiş siyasal araçlar, her gün daha da kötüleşen yaşam koşulları ve diğer her türlü olumsuz gelişme bu propagandayla başta gözlerden kaçırılır, gizlenir; ama bu olmuyorsa o zaman tam tersiymiş gibi yansıtılır.
Tabii, bunun işe yaraması için, öncelikle buna inanmaya hazır bir kitle yaratılması daha doğrusu böyle bir kitlenin sürekli yaratılması lazım. Burjuvazi, böyle bir kitle yaratmak için hayatın her alanında hiç durmadan, aralıksızca çalışır. Maalesef ki bu konuda şartlar acımasız şekilde ondan yanadır, çünkü hem iktidarda olmanın verdiği muazzam olanaklara, araçlara sahiptir ve hem de mevcut üretim biçimi nedeniyle, kendi emeğine yabancılaşmış milyonların varlığı, ona burjuva kültür ekimi için hazır bir saha sunar. Kendi emeğine yabancılaşan insanlar hızlıca bir birlerine ve kendilerine yabancılaştırılır. Tüm beyinlere bencil, bireyci ve her açıdan hastalıklı burjuva kültürü doğuştan ölüme dek hiç durmadan akıtılır. Bu kültür ekimi her türlü bilimsel düşünceye kapatılmış eğitim kurumlarından, sadece kendi çıkarını düşünen çalışan yaratmaya kurulu üretim alanlarına, “sevgi” ve “korumacılık”la maskelenmiş olsa da yine de çok yönlü çıkar ilişkilerinden oluşan aile kurumuna dek hayatın her alanında yapılıyor.
Bu kültür oldukça karmaşık bir kültürdür; ancak böyle oluşu onun tesadüfen ortaya çıktığı anlamına gelmez. Kozmostaki hiç bir şey, bu kadar çok çelişmeli hatta saçma şeyi öylece, kendiliğinden bir araya getiremez. Milyar kere milyar da bile bu bir tesadüf olamaz. Bu ancak ve ancak bir devlet aracılığıyla, bilinçli ve örgütlü bir şekilde yaratılabilir. Cehalet denen şey kendiliğinden ortaya çıkmaz, çıkamaz; çünkü tesadüf olamayacak kadar planlı bir süreçtir. Burjuvazi, bu süreci örgütleyen gücün ta kendisidir ve hakkını teslim edelim ki bu konuda iyi. Belki yeterli değil, belki aşırı özet belki de sıkıcı bir tekrar lakin bilimsel düşünme yeteneğinden yoksun kitleler işte bu yollan yaratılıyor; çünkü böyle bir kitle yaratılmadan bu propagandaya körü körüne inanacak güruhlar da yaratılamaz.
Yaratılan bu kitle çok da edilgen bir kitle değildir. Çünkü, o bu yalana (propagandaya) inanmakla kalmaz. Onu sahiplenir, onun koruyucusu, savunucusu ve dağıtıcısı olur ve böylece bu yalan artık kolektif bir yalana dönüşür. İşte bu yüzden de bu kitle kendinden olmayandan, farklı olandan; hatta bilmediği, tanımadığı insanlardan nefret eder. Oysa normal insanlar bilmediklerini, tanımadıklarını merak eder ya da en fazla onlardan korkar fakat nefret etmez. Çünkü nefret kendiliğinden oluşamaz. O bir çeşit tersine bilinçlendirmenin sonucudur ve insan doğasına ters bir anomalidir.
Artık tüm devlet bürokrasisi kolektif ve reflekse dönüşen bu yalanı yeniden üretmeyi ve büyütmeyi bir an bile boşlayamaz; çünkü bu yalan yeni yeni yalanlarla beslenmek zorunda. Zaten bu nedenle de bu görev bu aşamada sadece bir partinin değil tüm faşist cephenin de görevidir. Başka türlü de olamaz zira bir sistemin yalanı ancak kolektif bir yalan olabilir. Belki, resmi görevlilerin yalanlarına, bu, onun ahlaki sorunu deyip geçenler olabilir, fakat sorun şu ki, o resmi görevlinin hiç utanmadan söylediği bu yalan, kendisi hakkında dahi olsa bile abartısız o sistemin ve devletin yalanıdır. Her bir yalanın çok sayıda üreticisi vardır. Ve evet, ahlaki bir yanı da mevcuttur; ama bu ahlaksızlık bu yalanı sarf edenler kadar o sistemin de ahlaksızlığıdır.
Maalesef çeşitli nedenlerle bu durum sık sık basite alınabiliyor. Oysa bu yalanla, yalana dönen şey hayatın kendisi, çocuklarımızın geleceği ve yarına dair bütün güzel hayallerin hepsi. Çünkü bu yalan asla ama asla tuza, şekere ve mutlu yarınlara dönüşmez. Hatta, bu yalan o mutlu yarınların celladıdır; çünkü yarın dediğimiz şey, ancak ve sadece doğrular üstünde kurulabilir ve bu doğrular bu yalanla kardeş kardeş yan yana büyüyemez. Yani ya bu yalan ve onu yaratan sistem ya yarınlar. İkisinden biri seçilecek ve bu tercih yapılmak zorunda. Çünkü bu yalan son derece etkin ve de öldürücü bir silahtır hiç bir şart altında basite alınamaz. Bu yalan her doğru söze ve onu söyleyenlere karşı acımasızca çevrilir; onları önce itibarsızlaştırılır sonra faşist güruhların hedefi haline getirilir. Bu yalan önce cinayetlerin, hatta katliamların gerekçesini yaratır sonra da üstünü örter.
Burjuvazi, bu silahı kendi içlerindeki anlaşmazlıklarda da kullanmaktan çekinmez. Muhalefet ya da herhangi bir sistem içi parti, grup veya çevre haddini mi aştı; derhal yüce lider çıkar ve zehir zemberek sözlerle bu silahı onlara çevirir. Tabii, karşı tarafta aynı şekilde yalanlarla çarpıştırılır; seviyesizlik seviyesizlikle yarıştırılır. Sakın bir dengeleme aracı sanılmasın, yok bu bir hizaya sokma sopasıdır.
Dönem dönem kendi aralarında kullansalar da bu silah esas olarak yerelde ve dünya çapında emekçi sınıflara, onların öncülerine, devrimlere karşı yoğun olarak kullanılıyor. Bugün (dün olduğu gibi); sinema perdelerinden, fakülte kürsülerine, çapsız yazarların kara propaganda kitaplarından burjuva medyanın tamamına dek bu saldırı kesintisiz sürüyor. Sanki Hitler’i, Mussollini’yi, Suharto’yu, (Endonezya) Franko’yu Salazar’ı, Batista’yı, Samoza’yı, Pinoceti, K. Evren’i ve daha binlerce toplu katliamcı faşist diktatörü yaratan kendisi değilmiş gibi burjuvazi, yaşamlarının emekçilerin kurtuluşuna adamış Lenin, Fidel, Che, Dimitrov, Roza ve daha onbinlerce gerçek kahramanı katil olarak yaftalamaya çalışıyor. Halen daha, şuan bile sokaklarında siyahilerin faşist polislerce boğazlandığı ve sivil halk üzerinde nükleer bomba kullanmaktan çekinmemiş, yetmemiş üstüne yüzlerce nükleer denemeyle tüm canlı hayata inanılmaz zararlar vermiş şu iki yüzlü ABD kalkıp utanmazca herkese demokrasi dersi vermeye ve sosyalizmi insan ve doğa düşmanı ilan etmeye kalkışabiliyor.
Uluslararası arenadaki bu savaş “ulusal sınır”lar içinde aynı amaçla ve aynı özle sürdürülüyor. Fark sadece biçimseldir. Faşist ya da faşizm yanlısı olmayan her hukukçu, hekim, çevre mühendisi, mimar, aydın, bilim insanı, hakkını arayan, her işçi memur, başkaldıran her kadın derhal ve katiyen “halk düşmanı” ve “terörist” ilan ediliyor. Fakat, tüm bu Göbels propagandasının, bu yalanın, bu gerçek katilleri kahraman ve gerçek kahramanları da katil gibi gösteren büyük sahtekarlığın bir yan ürünü vardır. Burjuvazi bu silahı kullanmaya kendini öyle bir kaptırır ve her sorunu bununla çözme kolaylığına öyle bir bağlanır ki bunun ölümcül yan etkisini ön görse bile engelleyemez!..
Evet, bu ölümcül yan etki, bu silahı kullanmanın sonuçlarından biridir ve anı geldiğinde davetsiz ama durdurulamayacak bir katiyetle çıkar gelir. Bu durum tüm düzeni bozar, kalkanları düşürür, mızrakları kürdan gibi kırar ve faşizm zafer yürüyüşünü bir anda onun için bir ölüm kapanına dönüştürür. Av, avcıyı bir güzel tepelerken buna sadece uyanış denir. Sonra bir de bakılır ki doğruları söyleyenler bir çığ gibi artarak ama aynı anda yıkarak geliyor. Artık emeğine yabancılaşanlar öfkelenmekle yetinmez, nedenini ortadan kaldırmak için hareket geçer. İşte bu anda kolektif yalanın karşısına kolektif doğru çıkar ve bir de bakarız ki, bir kez daha tarih bir son daha yazıyor zamanın Hitler’ine. Geçti o “kral öldü yaşasın kral” dönemleri artık eksiksiz ve kesin surette sonlar yazılıyor.
Ve dün peşlerindeki şuursuz güruhlarla güçlü olanlar, bugün hızla eriyorlar ve yarın o koca yalanla baş başa kalacaklar. Ancak artık her yalan çift yönlü bir mermiye dönüşmüştür; rakibe işlemeyen her kurşun sahibine geri dönüyor hem de namludan çıktığından çok daha hızlı. Çünkü tarihin keskin anlarında yorgun mermilere yer yoktur; bir şey ya hızlıdır ya da daha hızlı...
Uyanışlar da kolektiftir, sıkılı yumruklarda, dünyanın her parçasından yükselen devrim ateşleri ve marşları da... Çanlar çalıyor duyuyor musunuz?..
Hesap sormalar da kolektiftir!..
Kenan Kızıl