Kapitalizmden komünizme geçiş çağı, bir devrimler çağıdır. Bu çağ, bundan yüzyıl önce, Ekim Devrimi’yle 1917’de başladı. Ama bu, bütün ülkelerde eş zamanlı bir gelişme değildir. Kapitalizmin eşitsiz gelişimi nedeniyle her bir ülkedeki devrimci gelişme birbirinden farklı oldu.
Bu nedenle her bir ülkedeki devrimci gelişme düzeyi de farklılıklar gösterdi. Ancak kapitalizmin yeni evresinde kapitalist gelişme tarihinin en büyük buhranına vardı; bu buhran, bütün dünyada devrimci bir dönemin doğup gelişmesine neden oldu.
Tarihin akışı, olayların gelişimi nesneldir; tarihsel bir dönemden başka bir tarihsel döneme geçiş nesnel bir değişimdir. Buradan anlaşılacağı gibi, devrimci bir dönemin doğuşu ve gelişimi, sınıfların iradesinden, politik partilerin, tabii devrimci komünist partinin de öznel durumundan, hazırlıklarından bağımsız bir süreçtir. Devrimci komünist parti, bu geçiş sürecinin, devrimci değişimin nesnel yapısını doğru olarak kavramalı; kendisini bu nesnel koşullara uygun olarak yeniden konumlandırmalı, mücadele ve örgütlenme biçimlerini, taktiklerini bu koşullara uygun olarak belirlemelidir.
Devrimci dönemlerde emekçi sınıf ve halk kitleleri her alanda çok hızlı ve muazzam bir gelişim gösterirler. Teorik alanda olduğu kadar sanatsal ve kültürel alanlarda, örgütlenme ve eylem kapasitelerinde büyük bir yaratıcılıkla hareket eder, inisiyatif alır, atılım yaparlar. Sıçramalı gelişmelerin yaşandığı bu dönemler, Gezi-Haziran Halk Ayaklanması’nda olduğu gibi, geniş kitlelerin yeni ve özgür bir yaşam için büyük bir coşkuyla, heyecanla ileri atıldıkları bu dönemler, eski yaşam biçimiyle, eski toplumla hesaplaşmanın gündeme geldiği, köklü bir kopuşun ve yenilenmenin başladığı süreçlerdir. Bu süreç, eski toplum tamamen yıkılıp, yerini yeni bir toplum olan sosyalizm alıncaya kadar devam eder.
Nasıl ki kapitalist toplum kendisine göre eski toplum olan feodalizmi diyalektik olarak yadsıyıp tarihsel eleştirisini yaptıysa, sosyalist toplum da artık eski toplum haline gelen kapitalizmi yadsıyarak, tarihsel eleştirisini tamamlayarak onun yerini alacaktır.
Kapitalist topluma içkin olan uzlaşmaz yapısal çelişkiler, burjuva toplumu tam bir çürüme ve çöküşe sürükledi, yıkımın, yok oluşun eşiğine getirdi. Nüfusun çok çok küçük bir bölümünü oluşturan büyük sermaye sahiplerinin, tekellerin elinde muazzam büyüklükte bir servet birikirken, nüfusun geri kalan çok çok büyük bölümü de giderek artan ve katlanılmaz halen gelen yoksunluk, yoksulluk, açlık ve sefalet içinde. Henüz bu uçuruma sürüklenmemiş olan orta kesimler de büyük bir hızla üzerlerine gelen bu çığın altında kalmamak için panik halinde kaçmak isteseler de, her adımda uçuruma doğru daha büyük bir hızla sürükleniyorlar. Burjuva toplum insanların yaşama sevincini, coşkusunu tüketti. Yeni bir toplum uğruna yola çıkan, burjuva topluma karşı mücadeleye atılan kesim, Occupy ve Gezi Haziran günlerinde açıkça görüldüğü gibi büyük bir coşku ve yaşama sevinciyle hareket ettiler. Burjuva toplum tam bir çıkışsızlık ve depresyon içinde hızla kendi sonuna doğru sürüklenirken, büyük bir dinamizme sahip olan sosyalizm mücadelesi yükseliş içinde; yaşam bütün coşkusu, bütün canlılığı, renkleri ve heyecanıyla bu mücadelede, sosyalizmde kendisini açığa vuruyor.
Kapitalizmden komünizme geçiş uzun bir süreci kapsar. Bu süreç güçlüklerle dolu, zorlu, sert bir mücadele sürecidir. Böylesine zor ve sancılı olmasının nedeni, burjuva sınıfın bu süreci engellemek için elinden gelen her şeyi yapma çabasıdır. Çağımızın bir gerçeği ve gereği olan kapitalizmden komünizme geçiş süreci, tarihsel gelişmeye uygun ve ileri bir harekettir. Oysa burjuva sınıf tarihsel olarak ömrünü çoktan doldurmuş, son özel mülkiyet toplumu olan kapitalizmin ömrünü biraz daha uzatmak için çabalarken gericidir, tarihsel gelişmeye karşı hareket eder; burjuva toplumu savunmak geri olanı savunmaktır, gericiliktir. İleri olanla geri olan arasındaki bu çatışma tarihsel ve diyalektik bir çatışmadır. Proletarya yönünü sınıfsız topluma doğru dönüp, tarihsel gelişme yönünde hareket ederken, sermaye sahibi sınıf tam tersi yönde, bu hareketi engellemek, önüne geçmek amacıyla hareket eder; bu karşıt güçlerin çatışmasından yeni bir toplum olan sosyalizm doğar.
Marksizm-Leninizm, işçi sınıfının (emeğin) kurtuluş öğretisidir. Hareket başladığında Marksizm-Leninizmin devrimci görüşlerini savunan az sayıda insan vardı. Burjuvazinin egemenliğine karşı çıkan, bu egemenliğe son vermek için harekete geçen bu bir avuç insanın girişimleri, mücadelesi, burjuva egemenliğe karşı devrimci sınıf mücadelesinin başlangıcıdır. Zaten kapitalizme karşı, burjuva topluma karşı etkili olan mücadele de ancak devrimci mücadeleyi, devrimci hareketi başlatan bu bir avuç insanın olduğu yerde ve onlarla vardır. Emekçi sınıf politik mücadeleye uyanıp sınıf bilinciyle donandıkça, bu bir avuç insanın başlattığı devrimci hareket de giderek genişler, yaygınlaşır, güçlenir ve gerçek bir kitle hareketine dönüşür. Hareket önce dar bir alanda başlamış olsa da, hareketin gelişimi kaçınılmaz olarak isyanlara, ayaklanmalara, iç savaşa varır. Emekçi sınıfın eylemlerini yaratan koşullar, kapitalizmin, sermayeye dayalı üretimin ve burjuva toplumun emekçileri mahkum ettiği insanlık dışı yaşam koşullarıdır; kapitalist özel mülkiyetin yarattığı koşullardır. Emekçi sınıfın devrimci mücadelesi, kendisini yaratan bu insanlık dışı koşullar ve özel mülkiyet ortadan kalkıncaya kadar gelişip güçlenerek devam edecektir.
İlkel topluluklar dışında bütün tarih boyunca var olan özel mülkiyet, kapitalizm öncesi toplumlarda köle sahipliği, toprak beyliği gibi değişik biçimler aldı. Kapitalist toplumda ise en gelişkin biçimini alarak kapitalist özel mülkiyet haline geldi. Nasıl ki daha önceki toplumlarda köle ayaklanmalarının, köylü ayaklanmalarının, çatışmaların, iç savaşların temelinde her toplumun kendine özgü biçimleri içindeki özel mülkiyet yer aldıysa, kapitalizmde de iç savaşların ve devrimlerin temelinde kapitalist özel mülkiyet vardır. Bu temel, yani özel mülkiyet var oldukça isyanlar, ayaklanmalar ve devrimler de tekrar tekrar gündeme gelir, gelecektir. Bu nedenle emekçi sınıf devrimci mücadelesini esas olarak burjuva sınıf egemenliğinin maddi temeli olan kapitalist özel mülkiyeti ortadan kaldırıncaya kadar sürdürmelidir. Emekçi sınıfın, toplumdaki tüm ezilen ve sömürülenlerin özgürlüğünün, kendi istedikleri özgür yaşamın önündeki en büyük engel bugünkü özel mülkiyet toplumuna karşı gerçekleşecektir. Devrimci mücadele, egemen sınıfa ve egemen üretim biçimine, sermayeye dayalı üretim sistemine ve burjuva topluma karşı verilebilir; devrim de burjuva egemenliğe ve kapitalist özel mülkiyete son vermelidir. Emekçi sınıfı, ezilen ve sömürülen bütün kesimleri ezen, sömüren, baskı altında tutan ve özgür bir yaşam kurmalarını engelleyen özel mülkiyete dayalı bu toplumdur. Emekçi sınıf, kendisini ezen ve tüketen bu toplumu ortadan kaldırmalıdır.
Kapitalizmde emekçi sınıfla burjuva sınıf arasındaki karşıtlık, bizzat bu iki sınıftan insanların yaşamları arasındaki karşıtlıktır; burjuvazi bütün yaşam zevklerini ve bütün toplumsal zenginlikleri kendisine alırken, bütün iş yükünü de emekçi sınıfın omuzlarına yüklemiştir; burjuvalar en iyi biçimde ve en iyi koşullarda yaşayıp sefa sürerken, emekçi sınıf ise açlık ve sefalet içinde sürünmekten dolayı yaşamaktan bıkmış, bezmiş, tükenmiştir. Bu nedenle emekçi sınıf ve ezilenler, özgürlüklerini ancak bu özel mülkiyet toplumuna karşı mücadeleyle kazanabilirler. Özgürlük ancak sosyalizmle kazanılabilir. Sosyalizm, işçinin yüreğindeki yaşamdır. Emekçi sınıfın yüreğindeki bu gizli sosyalizm ancak devrimci mücadeleyle açığa çıkarılabilir. Geniş emekçi yığınların yaratıcı gücünü uyandıracak olan, halkların ayağa kalkmalarını sağlayacak devrimci mücadele potansiyelini açığa çıkaracak olan da işçi sınıfı önderliğindeki devrimci mücadeledir.
İşçi sınıfı sınıf mücadelesini sonuna kadar götürmelidir. Eğer sonuna kadar gidip egemen sınıf durumuna gelmezse ne kapitalist özel mülkiyeti ortadan kaldırabilir ne de kendi kurtuluşunu gerçekleştirebilir.
Özgür Güven