“İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar” diyor Marx. Bunu yaparken keyiflerine göre davranamaz, tarihsel olarak verili koşullardan hareket ederler. Yine Marx’ın dediği gibi, insanlar toplumsal çevrenin ürünüdür.
Burada, insanın kendi tarihini bilinçli olarak yapabilmesi için her şeyden önce, içinde bulunduğu toplumun, çevrenin bilincine varması gerekir. İnsanın çevresini tanıyıp bilince çıkarmasıyla başlayan devrimcileşmesi, giderek bu çevreyi ve toplumu değiştirme, dönüştürme mücadelesine varır. Çevreyi ve toplumu dönüştürmek ancak güç üstünlüğünün ele geçirilmesiyle mümkün olur.
Bugünün tarihsel koşulları, son sınıflı toplum olan kapitalizm koşullarıdır; ama kapitalizmin bugün geldiği aşamadaki koşullarıdır. Bu koşullar tarihin yeni evresiyle birlikte başlayan, kapitalizmin bugüne kadarki en derin krizi koşullarıdır, dünya bunalımı koşullarıdır. Kapitalizm, bugün sıçramalı çöküş sürecindedir. Bu süreci durdurmak, tarihin akışını geriye çevirmek isteyen tekelci sermaye elinden gelen her şeyi yaptı, yapıyor. Bütün dünyada emek güçlerine, emekçi sınıfa savaş açtı. Küresel iç savaş olarak süren bu savaş, giderek şiddetleniyor. Her bir ülkede yaşanan olaylar, gelişmeler bu savaşın etkisi altında yaşanıyor.
Kapitalizmin dünya bunalımı, pandemi koşullarında daha da derinleşti. Ancak kapitalistler, kendi varlık gerekçeleri olan sermaye birikimini sürdürmek için, her şeyi olduğu gibi pandemiyi de bir fırsat olarak kullandılar. İş saatleri artırıldı, çalışma koşulları ağırlaştırıldı, işsizlik arttı, ücretler düştü. Kapitalizmin dünya bunalımı ve pandeminin sonuçları bazı ortak özellikler gösterse de yine de her bir ülkenin özgün koşullarına bağlı olarak farklılıklar gösteriyor. Bu sonuçların en başında açlık, yoksulluk, yoksunluk yer alıyor.
Açlığın yeni bir olgu olmadığını belirtelim. Açlık, tarih boyunca sınıflı toplumların hepsinde vardı. Bütün bu tarih boyunca ezilen, sömürülen sınıflar yedikleri her bir lokmayı binbir emekle, zahmetle ve zorluklarla kazandı. Köle sahibi köleyi canını çıkarırcasına işe koşarken, işine yaradığı müddetçe karnını doyurdu. Ha keza aristokrat toprak beyi, toprağında çalışan toprağa bağlı köylüye ya üründen pay verdi ya da kendisine ait topraktan bir parça. Köylü hem toprak sahibine hem kendisine çalıştı; zorlukla da olsa karnını doyurdu. Kapitalizmde ise sözüm ona özgür olan işçi yani ücretli köle, bütün emek-gücünü bir lokma uğruna pazara sürdü, sürmek zorunda kaldı. Çünkü “aç kalmak ve ölmek hürriyetiyle” hürdü. Çünkü açlık, diğer dertlerin hiçbirine benzemiyor, ertelenemiyor. Açlığın acısı diğer her şeyi bastırıyor, önüne geçiyor. Bu yüzden açlık, işçisiyle işsiziyle en ağır koşullarda çalışmaya zorlar insanı. Burjuvanın hamaratlığı karından, işçininki açlığından ileri gelir. Bu çalışma insana yabancıdır, angaryadır, dayatmadır. İnsan yaptığı işe o kadar kayıtsız, o kadar yabancıdır ki, ne sonuçlarıyla ilgilenir ne de yaptığı işten zevk alır.
Kapitalizmin tarihi emekçi sınıfın sefaletinin, açlığının tarihidir. Kapitalizm, nüfusun mümkün olan en büyük kesimi için mümkün olan en derin sefaleti hazırlarken, burjuva sınıf için tam bir harikalar dünyası, sefahat, lüks, debdebe, şatafat yaratmıştır. Kapitalizmde emekçi sınıfın tüm zamanı, tüm yaşamı çalışma süresine dönüştürülürken, kapitalistler için boş zaman yaratılır, büyük sanayi büyük sefaletle birlikte gelişir; bir yanda gökdelenler, AVM’ler, rezidanslar, eğlence merkezleri yükselirken, emekçi mahallelerinde, varoşlarda açlık ve sefalet kol gezer.
Gerici burjuva muhalefeti, uzlaşmacı sosyalistleri hep bir ağızdan “açlığın yokluğun, sefaletin, pahalılığın, kiralardaki artışın, işsizliğin, velhasıl bütün felaketlerin sebebi AKP-MHP iktidarıdır” diyorlar. Sanki bütün bunlar dinci faşist iktidardan önce yaşanmıyormuş gibi, bunu söylerken utanmadan, bile bile yalan söylüyorlar. Ama şunu da belirtelim, dinci-faşist iktidar bunların sebebi, yaratıcısı olmasa da, sorunların bu kadar ağırlaşmasından, açlık, sefalet ve yoksulluğun bu kadar yaygınlaşıp derinleşmesinden sorumludur; büyük pay sahibidir.
Kapitalizm, açlığın, sefaletin, diğer şeylerin yanı sıra savaş üretir. Fetih savaşları kapitalizmin daha ilk adımlarıyla birlikte başladı. Hammaddeler ve pazarlar için dünyayı ele geçirmenin adı, 500 yıl önce fetih ve keşif oldu. Sonrası malum, kapitalizmin tarihi aynı zamanda savaşların tarihi oldu. 20. yüzyılda iki dünya savaşı yaşandı tekellerin çıkarları için. Sonrası ise hiç kesilmeyen lokal savaşlar. Birinci ve ikinci dünya savaşlarında saldırgan Berlin’deydi, savaş sonrasında ise Washington’da. O günden beri de saldırmaya devam ediyor. Uzun lafın kısası, kapitalizmin doğuşundan bu yana savaşlar hiç eksilmedi yeryüzünden. Kapitalizme son verilmeden duracağı da yok. Çünkü savaşın kaynağı kapitalist özel mülkiyet temelinde yükselen modern burjuva toplumdur; tekelcilik ve kapitalist özel mülkiyet ortadan kaldırılmadan bugünkü ve gelecekteki savaşlar da savaşların nedeni de ortadan kalkmayacaktır.
Kapitalizm, açlık, sefalet ve savaş üretir. Aslında makineli üretim, bilim ve teknolojideki gelişmeler, üretici güçlerin bugün erişmiş olduğu düzey, bütün bu sorunların çözülebilmesi için gereken maddi koşulları sağlıyor. Daha 1959’da ABD’li bir mühendis olan Howard Scott, o günün üretim teknolojisi ve kapasitesiyle o günkü yaşam standartları için günde ortalama 2 saatlik bir çalışmanın yeteceğini hesaplamıştı. O günden bu yana bilgisayar, robot teknolojisi, yapay zeka, sibernetikteki gelişmeler vb. göz önüne alındığında, günümüzde bütün insanların ihtiyaçlarını karşılayabilecek üretimin daha kısa sürede üretilebileceğini söyleyebiliriz. Ama tarihsel olarak ömrünü doldurmuş, çağı geçmiş bir sistem olan kapitalizm tarafından engellenmektedir bu. Hem de kar, yalnızca kar için.
Teknik-teknolojik gelişmeler kendi başına sosyalist bir anlam taşımaz. Teknolojideki ve bilimdeki gelişmeler, kapitalizmi aşmanın koşullarını ne kadar hazırlarsa hazırlasın, üretim ne kadar toplumsallaşırsa toplumsallaşsın, kapitalist özel mülkiyete dayalı, sömürü ve artı-değer üzerinde yükselen bu sistem zora dayalı bir devrimle yıkılmadan ne açlık, ne yoksulluk, ne yoksunluk, ne savaş, ne sefalet, ne de kapitalizmin diğer felaketleri eksik olmayacak, emekçi sınıfın, halkların yaşamsal sorunlarının hiçbiri kalıcı olarak çözülmeyecektir.
Emekçi sınıf, tarihin hazırladığı bu koşullarda kendi tarihini bilinçli olarak yapmak amacıyla harekete geçmezse, bu sorunların hiçbirini çözemez. Kendi kurtuluşunun kendi ellerinde olduğu bilinciyle donanan emekçi sınıf kendi karşıtı olan burjuvaziyle aralarındaki bu tarihi belirleyecek mücadeleyi, sınıf mücadelesini ancak savaşarak kazanabilir. Emeğin kurtuluşu, emekçi sınıfın iç savaşı kazanması ve kendi iktidarını kurmasıyla başlayacaktır.
Kapitalizm aşılmadan sorunlar çözülemez. Kapitalizmi aşmak için isyan, ayaklanma, devrim.
Özgür Güven