İran’da 1978 Halk Devrimi’nden sonra mollalar 1979’daki karşı devrimle iktidarı ele geçirip devrimin zaferini çaldılar. O günden bu yana İran halkı onlarca defa isyan etti, ayaklandı.
Bu isyan ve ayaklanmalar her defasında kanla, devlet baskısıyla, pasdarların ve besic milislerinin terörü ve katliamlarıyla bastırıldı. 13 Eylül’de Mahsa Amini’nin karakolda katledilmesiyle başlayan ayaklanma halen sürüyor. En azından bu yazı yazılırken bir aya yaklaşıyordu ve sürüyordu. Kadınlar öncülüğünde ayaklanan kitleleri ne mollaların kan içici besic milisleri ne pasdarların katliamları ne polislerin gerçek mermileri, ne internet vb. iletişim kanallarının kapatılması, ne işkenceler ne de vahşete varan katliamlar durduramadı, durduramıyor.
İran’da emekçi sınıflar, mollaların şeriat temelinde kurdukları dinci-faşist iktidarının onlarca yıla yayılan ve vahşet üzerine örülen korku duvarını öyle büyük bir öfkeyle, öyle büyük bir güçle yıkıp yerle bir ettiler ki, artık onları ölüm bile durduramıyor. Yüzden fazla insan katledildiği halde ölümün üstüne yürümeye devam ediyorlar. Tahran Üniversitesi’nde eyleme geçen öğrencileri kuşatan polisin üzerine yürüyen halk hem kuşatanları kuşattı, hem de polisin gözaltına aldığı öğrencileri gözaltı arabalarından, polisin elinden çekip aldı.
İran’da başlayan ve hızla bütün dünyaya yayılan bu kadın ayaklanmasının nedenleri var. Kapitalist sistemin küresel ölçekte içine sürüklendiği bunalım ve çöküş süreciyle ilişkisi var. Kadınlar kapitalizmin kendilerini mahkum ettiği bu yaşama ve toplumsal koşullara başkaldırıyor, daha iyi ve daha özgür bir yaşam için ayaklanıyorlar.
Tek tek ülkelerde olsun, dünya genelinde olsun bir devrimin mayalanması her zaman aynı yoğunlukta, tekdüze bir seyir izlemez. Evrim ne doğada, ne toplumda düz bir çizgi halinde ilerledi. Kimi zaman hızlanan kimi zaman yavaşlayan bu süreç, tıpkı denize ulaşmayı hedefleyen bir nehir gibidir. Kimi zaman dağların yamaçlarından aşağıya kapıp koyuverir kendini, delicoş akar, kimi zaman bir ovada menderesler çizerek nazlı nazlı salınır, ama akışı hep denize doğrudur. Doğanın ve toplumun evrimi asla edilgen, pasif bir süreç değildir. Bu evrim sıçramaları, patlamaları da barındırır içinde. Kimi zaman onyıllara sığan olaylar, gelişmeler kimi zaman aylara, günlere sığar.
Toplumsal koşulların ürünü olan insanlar hiçbir zaman içinde yaşadıkları toplumsal koşullardan ayrı ele alınamaz. İnsanların davranışları, tutkuları, istemleri de içinde yaşadıkları toplumsal koşular tarafından belirlenir. Ancak bu edilgen bir süreç değildir. Nasıl ki toplumsal koşullar insanlar üzerinde etkin bir rol oynuyorsa, insanın kendisi de toplumsal çevre üzerinde, toplumsal koşullar üzerinde etkin olur. Bütün sınıflı toplumlarda insanların yaşamı, kendilerinden önceki kuşakların bıraktığı tarihsel-toplumsal verili koşullar tarafından belirlenir. İnsanlar bu koşullar altında yaşamlarını sürdürürken bu koşulları da etkileyip değiştirirler; toplumsal koşulları ve çevreyi değiştiren insanlar, bunu yaparken kendi yaşamlarını da yeniden, kurar, düzenlerler.
Kapitalizm koşullarında kadın hem cinsel, hem de sınıfsal olarak sömürüye uğrar. Buna İran, Türkiye gibi ulusal sorunun çözülmediği ülkelerde bir de ulusal baskı ve sömürü eklenir. Emekçi sınıftan her kadın diğer işçilerle birlikte artı-değer sömürüsüne tabidir. Ama işyerindeki sömürü bununla sınırlı değildir, kadının emek gücü erkeğinkine göre daha ucuz kabul edilmiştir; hiçbir zaman aynı işi yaptığı bir erkek işçiyle aynı ücreti alamaz. Burjuvazi, bu durumu kendi yararına kullanarak kadın emeğini genel ücretleri düşürmek amacıyla da değerlendirir. Bunun yanında kadın işyerinde cinsel olarak da sömürülür, tacize, mobinge uğrar. Ayrıca çocuğu olan kadının anneliği kendisine karşı kullanılarak daha düşük ücretle çalışmaya zorlanır. Bütün bunlara ilaveten, işten eve dönen kadını evde de çocukların bakımı ve ev işleri beklemektedir. Kadının bu çifte sömürüsü hayatı boyunca devam eder.
Ev kadınları için de durum pek farklı değildir. Onun emeği erkek emeğinin tamamlayıcısı, yardımcısı olarak vardır. Ev işleri, ev temizliğinden mutfak işlerine, yemek yapımından çocukların bakımına kadar her gün kendini tekrarlayan bu işler, adeta kadını boğar, kısırlaştırıp verimsizleştirir. Bütün gün kadını ev içi köleliğe mahkum eden ve her gün yeni baştan yapılan bu işler kadının toplumsal yaşamını sınırlayıp körelttiği gibi düşünce dünyasını da sınırlayıp köreltir; ufkunu ve geleceğe bakışını da daraltır.
Bunlara ek olarak ezilen ulus ve ulusal topluluklardan kadınlar bir de ulusal baskıya maruz kalırlar; kendi dillerini kullanmaları, ana dilleriyle okuma-yazmaları engellenir, kendi kültüründen ve tarihinden koparılan kadının manevi gelişimi de engellenmiş olur. Asimilasyona ve inkarcılığa uğrar.
Kapitalizm altında geçen bütün tarih boyunca, kapitalizmin kendilerini mahkum ettiği yaşam koşullarına, yaşam biçimine karşı gerçekleşen bütün isyanlar, ayaklanma ve devrimlere kadınlar da etkin olarak katıldılar. Mahsa Amini’nin katledilmesiyle başlayan ve halen devam eden kadınların isyanı, kısa sürede bütün toplumu sardı, bir ayaklanmaya büyüdü. Ayaklanma İran’la sınırlı kalmadı, Afganistan’dan Kanada’ya, Hollanda’dan Japonya’ya, Brezilya’dan Güney Afrika’ya, Avustralya’dan Yen Zelanda’ya kadar beş kıtada yankılandı, destek buldu. Neredeyse bütün dünyada kadınlar sokaklara çıktı, meydanları zapt etti, “Jin Jiyan Azadi” sloganlarıyla burjuva dünyayı temellerinden sarstı. Evet, henüz burjuva dünyayı yıkamadılar, ama yıkmaya giden yolu gösterdiler.
Küresel ölçekte yayılma eğilimi gösteren bu kadın ayaklanmasında özellikle vurgulamak istediğimiz dikkat çeken bir yan var: ayaklanma sınıfsal bir karaktere sahip, o yüzden de bir burjuva hareket olan feminizm, harekete kendi damgasını vuramayacağını gördüğü için hareketten uzak duruyor. Burjuva feminist hareketin etkisi altındaki küçük burjuva hareket ise, bütün burjuva dünyayı sarsan İran’daki bu kadın ayaklanmasında “protesto”dan başka bir şey görmüyor, göremiyor; koca bir halk ayaklanmasını, kanlı canlı yaşanan bir devrimi inkar ediyor.
Kadınlar kapitalizme, kapitalizmin kendilerini mahkum ettiği konuma ve koşullara başkaldırıyor, ayaklanıyorlar. Kapitalizmde diğer eşitlikler gibi kadın-erkek eşitliği de biçimsel bir eşitliktir (kaldı ki İran’da şeriata dayalı dinci-faşist iktidar nedeniyle bu biçimsel eşitlikten bile söz edilemez). Bu biçimsel eşitlik kısıtlı ve güdüktür. Bu durum burjuvazinin kadın sorunundaki ikiyüzlülüğünün ve yalancılığının en açık kanıtıdır. Bunun da ötesinde kadının gerçek yaşamdaki eşitsiz konumunun eşitsizliğinin ve köleliğinin gözler önüne serilmesidir. Kapitalizm koşullarında, burjuva kadınlar dışındaki kadın ya işçidir, ücretli emekçidir ya da evinde yok sayılan, göze görünmeyen bıktırıcı ev işlerinin kölesidir. Emek-sermaye çelişkisine bağlı olarak iyice keskinleşen bu çelişki, kadınları isyana, ayaklanmaya ve bugün egemen olan burjuva toplumu yıkmak için harekete geçmeye, devrime katılmaya itiyor.
Bugün İran’da başlayıp hızla dünyaya yayılan kadınlar öncülüğündeki bu ayaklanmanın kapitalizmle, kapitalizmin küresel çöküşüyle ve kadınların kurtuluşunun da başlayacağı yeni bir toplum olan sosyalizmin maddi önkoşullarının olgunlaşmasıyla bağı var. Emeğin kurtuluşu gibi, onunla sıkı bağ içindeki kadının kurtuluşunun da bütün koşulları birikti, olgunlaştı. Kadınlar kendi kurtuluşlarını gerçekleştirmek, özgürlüklerini kazanmak için devrime yürüyor; bütün kadınları ve bütün emekçileri devrime çağırıyor. Kadınlar devrime, en öne...
Özgür Güven