Bütün sınıflı toplumlar çelişkin toplumlardır. Tarihsel gelişme, bugüne kadar bu çelişkileri çöze çöze ilerledi. İnsan bütün tarih boyunca hem kendisini hem de toplumu değiştirip dönüştürdü. Bütün bu süreçte her insan kendi çağının insanı olarak var oldu, kendi çağının sorunlarıyla, çelişkileriyle boğuştu, mücadele verdi.
Marx, insanı ele alırken, insanın içinde bulunduğu çevrenin yani toplumsal koşulların bir ürünü olduğuna özel bir vurgu yapar. Her çağın, her tarihsel dönemin toplumsal koşulları birbirinden farklıdır. Dolayısıyla her çağın insanı da, kendi çağının sınırlılıklarına sahip oldu; duyguları, düşünceleri, davranışları da bu sınırlılıklara bağlı olarak birbirinden farklı oldu. Aynı toplumsal sistem içinde olsa bile, o toplumsal sistemin farklı gelişme aşamaları, insanlar arasında da farklılıklara neden olur; her çağın, her dönemin insanı bir öncekinden farklıdır. Bugün X kuşağı, Y kuşağı vb. isimlerle tanımlanan kuşaklar, aynı toplumsal sistem olan kapitalizm koşullarında yetişip yaşamalarına rağmen, birbirlerinden farklılıklar gösteriyorlar. İşte bu kuşak farklılıklarının asıl nedeni de burada yatmaktadır. Nazım Hikmet bir şiirinde “Ben babamdan ileri, doğacak çocuğumdan geriyim” derken, buna işaret ediyordu. Bütün bu farklılıklar her tarihsel aşamanın, aynı zamanda belli insan ilişkilerinin bir ürünü olduğunu da gösterir. İnsan ilişkileri, insanlar arasındaki ilişkiler değiştiğinde çağlar da değişir.
Tarihsel gelişme ve ilerleme her ne kadar hem toplumsal koşullar hem de insan yaşamında birbirini takip eden değişim ve dönüşümler silsilesiyle gerçekleşse de, kapitalizm koşullarında emekçi sınıfın sorunları tek tek çözülemez. Ücret artışı gibi, çalışma koşullarında bazı iyileştirmeler gibi gündelik, palyatif, geçici çözümler elbette olabilir. Ancak kalıcı çözümler bu toplumsal sistem altında mümkün değildir. Kalıcı çözümler için atılacak her bir adım, alınacak her bir önlem yeni yeni adımları, önlemler gerektirir. Bu yüzden emekçi sınıfın politik iktidarı ele geçirmesi, politik iktidarın gücüne dayanarak ekonomik önlemleri alması, toplumsal devrimini tamamlaması bir zorunluluktur.
Temel ihtiyaçlar başta olmaz üzere, toplumun bütün ihtiyaçları toplumsal üretimle karşılanır. Toplumsal üretimin bütün toplumun ihtiyaçlarına yetecek düzeyde olması, üretici güçlerin gelişim düzeyine, toplumsal koşullara ve toplumsal gelişmeye bağlıdır. Doğa bilimlerinin, toprağın, genel olarak bilimin gelişimiyle doğrudan bağlantılı olan bu süreç, sadece emek araçlarının gelişimiyle ilerleyemez, emek araçlarının gelişimiyle birlikte toplumsal emeğin örgütlenmesine de bağlıdır. Toplumsal üretimin gelişim düzeyiyle ekonominin ve toplumsal ilişkilerin biçimi arasında kopmaz bir ilişki vardır.
Emeğin kurtuluşu, insanın ekonominin baskısından kurtulması, özgürleşmesi demektir. Bu yüzden işçi sınıfı kendi ekonomik kurtuluşunu gerçekleştirmek amacıyla mücadele ederken, bütün toplumun, bütün insanların ekonominin baskısından kurtulması, özgürleşmesi amacıyla mücadele verir. Emekçi sınıfın bu konudaki istemleri, çağın gereklerine uygun istemlerdir; üretici güçlerin bugünkü gelişme düzeyi, bütün toplumun ihtiyaçlarını karşılayabilecek üretim yapabilecek koşulları yaratmıştır; emeğin kurtuluşunun başlangıcı için koşullar yeterince olgunlaşmıştır. Bu başlangıç için proletaryanın toplumsal devrimi bir zorunluluktur.
Kapitalizm öncesi toplumlarda ekonomiler birbirinden kopuk; yerel bir karaktere sahipken, kapitalizmde, ekonomideki gelişmeler evrensel bir karakter kazandı. Bilim ve teknolojideki gelişmeler, üretici güçlerin evrensel gelişimine büyük bir ivme kattı. Emperyalizm aşamasında ekonomiye egemen olan tekelci kapitalizm, özellikle emperyalizmin bütün bir tarihsel gelişmesi sonucu üretici güçlerin gelişiminin önündeki en büyük engel haline geldi. Bu durum, emeğin kurtuluşunun başlangıcı için gereken koşulların pek çok yönden olgunlaşmasına rağmen, bunun tekelci kapitalizm tarafından engellendiğini gösteriyor. Bu engelin aşılması, emeğin kurtuluşuna başlaması için proletaryanın toplumsal devrimi zorunlu olarak gerçekleşmelidir.
Kapitalizm altında olsa bile, bilim ve teknolojideki gelişmeler, yaygınlaşan eğitim, toplumsal zenginliklerin artışı, modern bir yaşamın doğuşu, kültür ve sanata, bilime, bilimsel bilgiye erişebilmeyi kolaylaştırdı, entelektüel birikim olanaklarını artırdı. Bilim ve teknolojiyi kendine mal eden, toplumsal zenginliklere el koyan kapitalist sınıf yüzünden emekçi sınıfın, ezilen ve sömürülenlerin yaşamında sefalet daha da çoğalmakta, her geçen gün yaşam koşulları daha da kötüleşip ağırlaşmakta, açlık ve yoksulluk alt sınıfları, en alttakileri yaşamın dışına doğru iterken, giderek orta sınıfa doğru yayılmakta, daha geniş kesimleri etkisi altına almaktadır. Sadece bu bile, kapitalist toplumun çelişkilerinin ne kadar keskinleştiğini, büyüdüğünü ve belirginleştiğini herkesin görmesine yeter.
Bugün bilim ve teknoloji öyle ileri bir düzeye ulaştı, bilgi birikimi öyle yoğunlaştı ve bilgiye erişim olanakları öyle arttı ki, daha önceki dönemlerde bir insan ömrünün öğrenmeye yetmeyeceği bilgilere çok kısa sürede ulaşma, öğrenme, değerlendirme ve sonuç çıkarma mümkün hale geldi. Doğa bilimlerindeki gelişmeler, doğaya ve doğal olaylara ilişkin bilgi birikiminin artışı, insanın doğa üzerindeki etkinliğinin ve insanla doğa arasında çok daha uyumlu bir yaşam kurmanın olanaklarını da artırıp güçlendirdi. Ama bunlara rağmen kapitalizmin doğayı yağmalaması sürüyor, bu olanaklar değerlendirilemiyor, doğa ve doğayla birlikte onun bir parçası olan insan yok oluşa doğru sürükleniyor. Bunun önlenebilmesi, insanla doğa arasında daha uyumlu bir yaşamın kurulabilmesi için proletaryanın toplumsal devrimi bir zorunluluktur.
Tarihin ilerleyişi ve toplumsal gelişmeye dair bilgiler, bu gelişme süreçlerinin işleyiş yasaları bilimsel bir dünya görüşüyle incelendiğinde, toplumsal gelişmenin hızlandırılması yönünde neler yapılabileceğinin, bu sürece nasıl müdahale edilebileceğinin ipuçlarını verir. Ama kapitalist özel mülkiyetin varlığı ve sermayenin bilimi kendine mal edip bilimsel bilgiyi kontrol altına alması nedeniyle, bu bilgilere erişim oldukça zorlaşıyor. Bilim ve teknolojinin gelişmesi, bilgi birikimi ve bu bilgilere erişebilme olanaklarının alabildiğine artmasına karşın, kapitalist özel mülkiyet nedeniyle bu birikime erişimin kısıtlanması da kapitalizmin bir başka ahmak çelişkisidir. Bu çelişkinin varlığı, bütün bu bilgi birikiminin, bilim ve teknolojinin bütün insanların, bütün toplumun yararına kullanılmasının önünde büyük bir engel. Bu çelişkinin aşılması, insanlığın bu bilgi birikimine, bilim ve teknolojiye dayanarak daha ileri bir yaşam kurması için de proletaryanın toplumsal devrimi bir zorunluluktur.
Bütün tarih boyunca yaşanan her toplumsal devrim, tarihsel-toplumsal gelişmeye büyük bir itilim vermiş hızlandırmıştır. Proletaryanın toplumsal devrimi ise, her ne kadar bugüne kadar yaşananlar tek yanlı örnekler olsa da, tarihsel ve toplumsal gelişmeyi olağanüstü hızlandırmıştır. Sadece Sovyetler Birliği örneği bile bunun kanıtlarıyla doludur. Çok büyük kesiminde feodalizmin hüküm sürdüğü, dünyanın en geri ülkelerinden biri olan Rusya’da yaşanan sosyalist devrim, 20 yıl gibi kısa bir sürede Sovyetler Birliği’ni dünyanın en ileri, en modern ülkesi düzeyine çıkardığı gibi, emekçi sınıfın ve bütün Sovyet halklarının yaşam düzeyinde de çok büyük bir ilerleme, yaşam standartlarında yükselme yarattı. Sadece Sovyetler Birliği değil, diğer sosyalist ülkelerde de açıkça görüldü ki, proletaryanın toplumsal devrimi çok kısa sürede ekonomik ve toplumsal yaşamda, bilimde, teknolojide, kültür ve sanat alanında atılım düzeyinde dönüşümler gerçekleştirerek, tarihsel-toplumsal gelişmeyi adeta kanatlandırıp uçurmaktadır.
Proletaryanın toplumsal devriminin iki yanlı görevleri vardır: İlki, eski topumu yıkıp, yerle bir ederek kapitalizmi tarihe gömecek olan yıkıcı yan; ikincisi, yeni ve daha ileri bir toplum olan sosyalizmi kuracak, kurucu yan. Her iki görev de, tarihin yetiştirdiği bugünün insanı tarafından, kapitalizm koşullarında yetişmiş insanlar tarafından yerine getirilecektir. Ancak sosyalizmin kuruluşundan sonra yetişecek olan yeni nesiller, bilimde, teknolojide, kültür ve sanat alanlarında çok yönlü gelişim gösterecek; sınıfsız toplumda bu yeni çağda yetişecek olan yeni nesillerin eseri olacaktır.
Özgür Güven