Gerçek toplumsal yaşam ile insancıl idealler arasındaki uzlaşmaz çatışma, yalnızca idealleri olan kahramanların değil, aynı zamanda o idealin kendisinin de yenilgiye uğrayışını dile getirir; idealin yenilgiye uğrayışı burada rastlantısal, geçici değil, tam tersine, derin, yasalara uygun, sarılmaz ve kesindir. İşte trajik çatışmanın bu yolda çözümüne, böyle bir dünya anlayışına, böyle bir yaşam felsefesine kötümser denir. Belli bir yaşam düzeninin, onunla da birlikte bu döneme damgasını vurmuş insanların ideallerinin çöküntüye uğradığı, bu çöküntüye uğrayışın ideal ve iyi-olanın kötü ve karanlık-olanı yenmesine artık olanak olmadığını gösteren, kesintili dönemlerdir. Rönesans’ın bunalım döneminde yer alan böyle bir dünya görüşünün çarpıcı bir sanatsal örneği, Pieter Bruegel’in Körler adlı resmidir. Uçuruma giden üç beş kör, tüm insanlığın aldığı tarihsel yolu simgelemektedir burada.
Romantiklerin dünya görüşünü Lenin “tarihsel kötümserlik” olarak adlandırır. Burjuva devrimin yarattığı sonuçlardan hayal kırıklığına uğrayan romantikler, dünyaya kötümser bakmışlardır. Burjuva toplumun çelişkilerini görmüş, ama bunların çözülemeyeceğinden hareket etmişlerdir. İşçi sınıfının değiştirici dönüştürücü gücünü göremediklerinden geleceğe kaygıyla ve korkuyla bakmışlardır. Kapitalizmin daha ileri aşamalarında, I. ve II. Dünya Savaşlarının ardından gelecek konusunda insanlığın yaşadığı kaygı daha da artmış, geleceksizlik duygusu kötümser yaklaşımları artırmıştır. Çağımızın tragedyası olarak toplumsal çürümeyi ve yozlaşmayı alabiliriz.
Kötümser tragedyanın yanında iyimser tragedyada vardır. Adını Vişnevski’nin oyunundan alır. İlk iyimser tragedya örneğine Shakespeare’de rastlanır. Romeo ve Juliet, Hamlet, Otello’nun estetik kapsamları, ideali temsil eden ya da ideal için savaşan güzel bir insanın yok oluşunun, o idealin kendisinin yok oluşu ile aynı anlama gelmemesinde kendini gösterir. Shakespeare’in tragedyaları, aklın, adaletin, güzelliğin, özgürce duyguların ve insana güvenin, her zaman için üstün geleceği inancıyla doludur.
Toplumcu sanatın özünü Kagan şu şekilde ortaya koyar: “Toplumsal gelişme üstüne iyimser bir anlayış ile toplumsal gelişmede ortaya çıkacak en sert trajik çatışmaların iyimser bir yoldan çözümü.” Toplumcu yapıtlarda, kahramanın ölümü hiçbir zaman o kahramanın savaşım verdiği davanın yok oluşuyla, savunduğu idealin yok oluşuyla aynı anlamda alınmaz. Kahramanın ölümü, bedenen yok oluşu, onun manevi zaferi, manen ölümsüzlüğü anlamına, yenilmezliğin ve bundan böyle yeninin simgesi haline gelir. Kötümserlik toplumcu sanatın özüne yabancıdır.
Kötümser tragedya, insanları güçsüzleştirir, yüreksizliğe, edilgenliğe götürür. İyimser tragedya ise insanları arındırır, insanda savaşım istemini, atılım gücünü uyanık tutar. Kötülüklere karşı savaşım ruhunu geliştirir. Kahramanlar, savaşçılar devrimciler yetiştirir. Kagan’a göre; “Toplumcu sanatta iyimser tragedyanın en önemli özelliği, idealin önünde sonunda üstün geleceği inancından değil, ama aynı zamanda bu üstünlüğün kaçınılmaz olduğunun bilinişinden de gelir. Sonunda yok olup giden kahramanlara özel bir manevi yoğunluk katan şey, bu yüksek düzeydeki tarih bilincidir işte. Sanatın, ölümü ne şekilde vermesi gerektiğine gelince, ilginç örnekler oluşturuşu bakımından denebilir ki, nasıl değişik yaşamlar varsa, değişik ölümler de vardır.”
İyimser tragedyaya örnek, Potemkin Zırhlısı ve Mayakovski’nin Vladimir İlyiç Lenin şiiri verilebilir. Burada kahramanlarının yok oluşu onların temsil ettiği ideallerin yok oluşu olarak verilmemiştir. Kahramanın ölümü, onun manevi zaferi olarak gösterilir.
ÖNSÖZ, 8. Sayı, Yaz ‘07