İki büyük konfederasyon, iki büyük meslek örgütü, 29 demokratik kitle örgütü, 11 siyasi parti ve 5 sosyalist dergi/gazete imzalı bir açıklama yapıldı. 47 imzalı bileşen “her ekonomik kriz bir karar aşamasıdır” diyor. “Bugün verilecek kararın temel sorusu şudur” diye devam ediyor. Karar anından neyi kastediyor sol/sosyalist görüşlü 47’ler grubu? Sosyalist, sol eğilimli platform emeğin kurtuluşundan başka neyi ister ki! Hasmının (sermayenin) düzeni temellerinden sarsılıyorken... diye düşünürken...
Ama hayır! Sadece “Kriz karşısında işçiler, kamu emekçileri, işsizler, gençler, kadınlar, emekliler, köylüler, yoksullar mı korunacak; şirketler, bankalar, patronlar ve ülkeyi yönetenler mi korunacak? Krizin bedelini emeğiyle bu ülkenin değerlerini yaratan yüzde 99 mu ödeyecek, krizi yaratan yüzde 1 mi ödeyecek?
Biz aşağıda imzası bulunan kurumlar olarak ‘Krizin bedelini ödemeyeceğiz, krizde yüzde 1 değil, yüzde 99 korunsun’ talebiyle ortak bir mücadeleyi örgütleyeceğimizi, bu talep etrafında buluşabilecek herkesi, emeğin savunması için omuz omuza mücadeleye çağırdığımızı ilan ederiz” deyip talepleri sıralıyorlar:
“1-Haksız hukuksuz ihraç edilen kamu emekçileri işine geri dönsün!
2-Tüm ücretler derhal artırılsın!
3-Toplu işten çıkarmalar yasaklansın!
4–Elektrik, doğalgaz, su ve ulaşıma zam yapılmasın!
5-Vergi adaleti sağlansın!
6-Kredi borçlarının faizleri silinsin!”
Açıklama ve sonrasında dile getirilen tüm eleştiri ve teşhir sadece AKP hükümetine, “16 yıllık icraata” yönelik! AKP’yi iktidara getiren 2001 krizi bile anılmıyor! Mevcut durumu yaratan sanki sadece AKP hükümeti, sanki bu kriz kapitalizmin ürünü değil!
Oysa ne kadar da doğru söylüyorlar “her ekonomik kriz bir karar aşamasıdır” derken. Ama bu karar aşaması emeği yokluğa, yıkıma, sefalete, her tür yozlaşmaya sürükleyen bu sistemi yıkmak için atılması gereken adımların neler olduğuna yöneliktir, yoksa bir muhalefet partisinin naif taleplerini sıralamak değil!
Emek cephesinde iki ayrı program, iki ayrı çizgi artık iyice belirginleşmiş durumda. 47’ler grubunun önerdiği program, temsil ettiği çizgi açıkça kapitalist sisteme dokunmayan, onu aşma hedefine asla sahip olmayan, uzlaşmacı-reformcu bir hareket. Güncel politik arenada kendisini sadece AKP karşıtlığıyla sınırlayan, CHP’nin sadece bir adım ötesinde yer alan bir çizgi bu. Önerdikleri kapitalist düzenin yırtığını söküğünü onarmaktan ibaret.
Diğer tarafta Leninistlerin temsil ettiği, işçi sınıfına, emekçilere, Kürt halkına sermaye egemenliğini yıkmaktan başka kurtuluş yolu olmadığını, kurtuluş için politik iktidarın, bankaların, toprakların, fabrikaların, büyük üretim araçlarının halkın eline geçmesi gerektiğini söyleyen devrimci program; kapitalizmin tam karşısında yer alan çizgi.
Kriz var. Kriz derinleşiyor. Kriz her adımda mevcut iktidar yapısını, egemenlik sistemini temellerinden sarsıyor ve sarsmaya devam edecek. Kriz emekçileri, 47’lerin Occupy’cılardan devraldığı dille söyleyecek olursak, nüfusun %99’unu korkunç bir yıkıma sürüklerken, zenginler daha da zenginleşmeye devam ediyor. Zaten kriz denilen şeyin özü budur! Sermaye ve zenginlik hızla daha az elde birikir. İflaslar ve yıkımlar birbirini izlerken azınlık servetine servet katar.
Dolar milyarderi sıralamasında Türkiye 12. sırada (İstanbul dünya 7. oldu). Türkiye'nin en zenginlerinin serveti geçen yıla göre 18,5 milyar dolar artarak 121,4 milyar dolara yükseldi!
Şirketler (iflas etme yasaklandığı için) konkordato (borç erteleme) ilan ediyor; sorgusuz sualsiz işten atmalar yaygınlaşıyor; bütün sanayi bölgelerinde sürekli atölyeler, fabrikalar, depolar bir anda yanıveriyor...
Tarımın imha edilme süreci tamamlanmak üzere. Tarım bakanlığının sadece hibrit tohumu destekleme kararı yerli tohumların ölüm ilanı.
Sınai üretim sürekli düşüyor. TÜİK’in resmi enflasyon rakamları %24,5. Yurtdışına üretim yapan firmalar için üretim fiyatları endeksinin %70’leri bulduğu dile getiriliyor. Enflasyon ve durgunluk bir arada. Hükümetin toz pembe açıklamalarına rağmen tüm veriler (resmi veriler dahil) Türkiye ekonomisi için “en kötünün geride kalması” şöyle dursun, en kötünün daha ufukta bile belirmediğini gösteriyor.
Aktif nüfusun yarısı -ki büyük kısmını kadınlar oluşturuyor- üretim sürecinin dışında. (İstihdam %54) Katılanların da %11’i resmi işsiz. Gençlerde bu oran %20.
Sadece çalışma koşullarına itiraz ettiler diye işçiler tutuklanıyor, tam bir köle düzeni getiriliyor. Grevler yasaklanıyor, gösteri ve açıklamalar engelleniyor, her tür siyasi faaliyet baskı altına alınıyor.
Liste bu şekilde uzayıp gitmekte. Bu şartlarda emek örgütleri, sosyalist çevreler ve partiler hangi taleplerle düşerler yollara? Uzlaşmacı reformist eğilim 47’lerin talepleriyle yollara düşüyor.
Şimdi en sıradan işçi bile bu baskı ve zor aygıtı alaşağı edilmeden, iktidar emekçilerin eline geçmeden hiçbir gerçek ilerleme sağlanamayacağını görüyor, kavrıyor. Her şeyden önce bu baskı aygıtı yıkılmalı, her tür siyasal özgürlüğün önü açılmalıdır. Siyasal demokrasinin kazanılması ilk ve en temel taleptir.
Tüm yaşamsal üretim araçlarına, bankalara, dış ticaret tekeline, gemicilik ve nakliye tekellerine bizzat el koymadan, üretimde işçi denetimi hayata geçmeden bu sefalet ve yıkımdan çıkış yolu yoktur! Sadece mevcut hükümetin değil, hiç bir burjuva hükümetin, devletin, iktidarın işçiler ve emekçiler yararına bir şey yapması sözkonusu değil. Sermaye sınıfının iktidarı emekçilerin yoğun sömürülmesi ve baskı altında tutulması için var. Yasal-parlamenter yanılsamalara yer yok! Zor ile ayakta duran bu düzenin zor yoluyla yıkılmasından başka bir çıkış yolu yok! Siyasal özgürlükler için siyasal grevler, gösteriler başta olmak üzere her türlü mücadele yöntem ve aracını kullanarak harekete geçmek, krizden emeğin iktidarını kurmak için faydalanmak devrimci işçilerin en temel görevidir.