Türkiye savaşta. Beka lafları, vatan-millet nutukları, anakronik “mehdi” hazırlıkları... Yolsuzluk, rüşvet, her tür yozlaşma, tel tel dökülmeye varan çürüme... Artık hepsi bir arada, iç içe geçmiş durumda.
Evet Türkiye savaşta. Tam üç ülkede bir dizi cephede açıktan savaşta! Irak, Suriye, Libya...
Bizzat emperyalist kurumların verilerine göre “Türkiye, 2016’dan bu yana ABD’den sonra yurtdışında en aktif olan ikinci orduya sahip ülke. TSK’nın 2014’te yüzde 8,6’sı, 2016’da da yüzde 13,2’si yurtdışında görev aldı.” Dikkat edin, bu rakamlar Afrin savaşından, Rojava işgalinden önceye ait.
Aralık 2019 itibariyle Kıbrıs’ta 40 bin, Suriye’de yaklaşık 16 bin, Irak’ta 2 bin 500, Afganistan’da 400, Somali’de 300, Katar’da 290, Kosova’da 270, Bosna-Hersek’te 165, Azerbaycan’da 70 ve Arnavutluk’ta 30 Türk askeri bulunuyor. Bu rakamlara Libya'da resmi sayısı halihazırda bilinmeyen askeri kuvvetler ile, İdlib’e günlerdir yığılan kuvvetler dahil edilmedi. Sadece son bir haftada İdlib'e geçen TSK'ya ait askeri araç sayısı 1240, asker sayısı 5000!
Son günlerde İdlib’teki gerilim ve çatışmalar öne çıktığı için diğer yerler unutuluyor. Şu an Halep kırsalında, Afrin bölgesinde, TelAbyad-Serekaniye hattında, Ayn İsa bölgesinde TSK ve onun güdümündeki dinci çeteler sürekli çatışmaların içinde. Sadece Suriye-Rojava kesimi değil. Irak’ta da Hakurk-Bradost hattında çatışmalar aralıksız devam ediyor. Başika, Bamerni, Kanimasi ve Begova'da askeri üsler kurmuş TSK. Savaş uçakları bölgeyi neredeyse gün aşırı bombardımana tutuyor.
Burjuva basın ise “milli çıkarlar” sakızını çiğneyip duruyor.
Sürekli tekrarlıyoruz... “Milli çıkarlar” diye bir şey yoktur! Zenginlerin çıkarlarıyla işçilerin, emekçilerin, yoksulların çıkarı bir değildir. Bizim çıkarımıza olan patronların ve zenginlerin çıkarına aykırıdır. Ve tersten, onların çıkarına olan, bizim çıkarımıza aykırıdır. Onlar daima kendi çıkarlarını “milli çıkarlar” diye pazarlıyorlar bize.
Karlar onlara... sefahat, zevk, lüks, her şey onlara! Bu arada savaşın katmerlendirdiği kriz, yokluk, bizim payımıza. İsraf, savurganlık onlara... vergiler bizim sırtımıza.
İşsiz sayısı 7 milyon. Her 4 gençten biri işsiz. Açlık sınırının bile altında olan asgari ücret, işçilerin yarısı için ortalama ücret haline geldi. 7 milyon emekli asgari ücretin de altında maaş alıyor. 3 milyon işçi asgari ücretin de altında bir paraya çalışmaya mecbur bırakılmış durumda. İnsanlarımız “çocuklarım aç” çığlığıyla bedenlerini ateşe veriyor. Her gün işten atılan işçi, fabrika önlerinde, çalıştıkları işyerlerinin kapısında eylemler yapıyor. KHK’larla ölüme mahkum edilmek istenenler “yaşayan ölüler olmayacağız” diye harekete geçiyor.
Korkunç bir yoksulluk, sefalet... katlanılmaz acılar...
İşçinin, emekçinin gerçek düşmanı sınırların ötesinde değil! Burada, sınırların içindedir düşmanımız. Bizi işsiz bırakanlardır. Bizi en ağır şartlarda en düşük ücretlerle çalışmaya zorlayanlardır. Anayasadaki göstermelik haklarımızı bile kullandırmayanlardır. Ağzımızı her açtığımızda sırtımıza cop indirendir. Her protestomuzda bize azgınca saldıranlardır. Grev dediğimizde “yasak” diye haykıran, “bizim dönemimizde grev yapılmasına müsaade etmedik” diye övünenlerdir. Emir komutayla bizi hapisanelere tıkan, ağır cezalar verenlerdir. Televizyon kanallarından, gazete köşelerinden aklımızla alay edercesine sürekli yalanlar yazıp söyleyenlerdir. Bizim düşmanımız tüm bunları doğuran bu sömürü düzeninin ta kendisidir. Gerçek düşman içerdedir!
Her yerde bu gerçeği vuracağız yüzlerine. Her yerde emeğin çıkarlarından bahsedecek, emeğin iktidarı için kavgayı yükselteceğiz. Burjuva çıkarları demek olan “milli çıkarlar” uğruna bedel ödemeyi reddediyoruz!
Aynı gemideymişiz!
Artık işçilerin karnı tok bu masallara. Bakın ne diyor kürsülerde işçiler: “Biz kapitalizmin, faşizmin gemisinde yer almayız. Bunun için bırakın bu gemi batsın!” Evet, emeğin köleliğine dayanan bu gemi bırakın batsın!