Kriz, salgın, işsizlik, bunalım... Grevler, gösteriler, çok şiddetli sokak eylemleri, çatışmalar, gözaltı ve tutuklamalar... Savaşlar, gerilim, silahlanma... Tüm dünyanın genel görünümü böyle. Amasız, fakatsız dört dörtlük bir altüst oluş görünümü.
Çatışma ve savaşlar yayılıyor. Büyük yıkım savaşları kapıda. Silahlanma bütçeleri dramatik bir yükseliş içinde. Emperyalist-kapitalist dünya, süregiden savaş ve çatışmaları mumla aratacak bir dünya savaşının son hazırlıklarını yapıyor. Hemen hepsi, ordularını, silah donanımlarını yaklaşan savaşa göre hazırlıyor. Kopup gelmekte olan savaş, bu ülkelerin genelkurmay doktrinlerinde çoktan yerini aldı bile.
Salgının kapitalist toplumlar için yıkıcı etkisini hep birlikte gördük, yaşıyoruz. Yıkımın boyutları korkunç. Çin’in iki ayda durdurup denetim altına aldığı, Vietnam’ın neredeyse hiç hasarsız geride bıraktığı, Küba’nın tüm yoksunluklara rağmen sürekli denetim altında tutmayı başardığı salgın, anlı şanlı kapitalist ülkeleri hallaç pamuğuna çevirdi. İşin nasıl bir “sosyal Darwinizme”, bir vahşete vardığının canlı tanıklarıyız hepimiz.
Çöken, çürüyüp dağılan bir sistem var karşımızda. Tüm dünyada hem de. Lakin kendiliğinden yok olup gitmiyor, gitmeyecek. Tam tersine, kendi haline bırakıldığında topyekun insanlığın ve doğanın sonu anlamına gelecek bir çürüme, kendi içine çökme ile karşılaşacağız. Sonucu daima ve yalnızca mücadele belirler.
Bir dönüşümün, bir sıçramanın eşiğinde dünya. Her gün çok farklı gerekçelerle dünyanın dört bir yanında harekete geçen yığınlara tanık oluyoruz. Pratik hareket her tür tartışmayı çoktandır aşmış durumda.
Dinci faşizmin “ucuz emek cenneti” sunduğu Türk tekelci kapitalizmi, bu altüst eşiğindeki dünyada, hevesleri ve giriştiği askeri maceralar çapının çok çok ötesinde, muazzam bir çöküş sürecinde. İktisaden bitik. Salgın öncesinde zaten ciddi bir ekonomik kriz içindeydi. Dünyanın en kötü salgın yönetimlerinden birini sergileyen emek düşmanı dinci faşist iktidar, en nihayetinde geniş yığınlardaki öfkeyi katladı.
Artık öfke kabına sığmaz hale geldi. Her fırsatta taşıyor. Bireysel patlamalar, örgütlü eylemler... hepsi bir arada. Ve tüm baskılara, tehditlere, polis ve mahkeme dayatmasına, zindanlara rağmen insanlar sokaklarda öfkelerini haykırıyor. Hiç korkmadan duygu ve düşüncelerini dile getiriyor. Sokaklarda korku eşiği aşılmış durumda.
Tüm faşist rejimler gibi dinci faşizmin de en büyük silahı emekçi yığınlar üzerinde yarattığı korkudur. Dolayısıyla, korkunun yenilmesi, etkisizleşmesi, dinci faşizmin en büyük silahının boşa düşmesi demektir. Bugün artık korku değil, cesaret yayılıyor sokaklarda. İşçiler arasında, işsiz işçiler arasında, gençlik arasında, artık yaşam hakkı için isyan etmek zorunda olan kadınlar arasında... dalga dalga yayılıyor cesaret.
Cesaretin böylesine kitlesel ve toplumsal karakter kazandığı koşullarda sınıf bilinçli işçilere, öncülere düşen görev, bu “kitlesel cesaret”in önünü açacak yönelimler sergilemektir. Artık her şey son derece pratik. Söylenecek sözler sokaklarda pratik bir şekilde söylenmek zorundadır. İşletmelerde, sanayi bölgelerinde, her yerde öne geçmek, bu kitlesel cesarete denk, ona esin verecek bir dille konuşmak gerek. Ve kuşkusuz bu “esin”in özel araçlarını da hiç gecikmeksizin yaratmak gerek. Özellikle gençlik, bu doğrultuda cesaretlendirilmeli, ileri atılması sağlanmalıdır.
Kaybedecek zaman yok. Birleşik devrimin birleşik güçleri tam da bu dönem sokağa çıkmak, sokağa hakim olmak, kendi içinde tuttuğu öfkesiyle bir başına kalmış milyonlara o öfkenin akacağı kanalları göstermek, örnekler yaratmak zorunda. Yinelemekte fayda var. Sonucu daima ve yalnızca mücadele belirler. Koşullar devrimden yana. Şimdi kitlesel cesaretin önünü açmaya, sokağa!