Enflasyon, yoksulluk sınırı, açlık sınırı, TÜİK’in asgari ücret hesaplamaları, Merkez Bankası’nın 2 puanlık faiz artırımı, sürüp giden “asgari ücret tespit komisyonu” toplantıları... Herkesin derdi “ekonomi”!
Sermaye dünyası, Merkez Bankası’nın kararından ve açıklamalarından memnun. Övgüler birbirini kovalıyor! Ya milyonlarca emekçinin durumu? Bunu da dert etmemek gerek, zira Çalışma Bakanı “Türkiye’de yoksulluk kalmadı” demedi mi? (Tıpkı AKP’nin kadın düşmanı kadınlarla ilgili başkanvekilinin “çıplak arama yoktur” demesi gibi!)
Bakan’ın bu “hayal dünyası” her gün çeşitli raporlarla, istatistiklerin katı ve soğuk rakamlarınca yalanlanıyor. Gerçi “yoksulluk kalmadı” açıklamasının doğru olmadığını, bunu söyleyen dahil, cümle alem biliyor bilmesine ya... “siyaset” işte, ne yaparsınız!
Sendikaların derli toplu sundukları araştırmalardan sonra, HDP tarafından bir rapor hazırlandı. Adı da “Yoksulluk Raporu”. Birkaç alıntı yapalım:
“İktidara göre yoksulluk kalmamış. Türkiye’de açlık sınırı kavramı altında bir değerlendirme yaptığımızda, Türkiye’de çalışan nüfusun yüzde 60’ı asgari ücrete veya altında gelir alıyor. En azından 20 milyon insan aslında açlık sınırını altında yaşıyor. İşini kaybedenleri de eklediğimizde 30 milyon insan açlık sınırının altında yaşıyor”.
“Türkiye’nin kronik sorunu olan işsizlik rekor seviyede artmış, reel ücretler hızla erimeye devam etmiştir. Ayrıca alım gücü düşmüş, en temel ihtiyaçlar dahi karşılanamaz hale gelmiştir. Türkiye’de sigortalı çalışanların istatistiklerine göre (Ağustos 2020) 8 milyon 37 bin kişi kendi Genel Sağlık Sigortası primini ödeyemeyecek kadar yoksuldur. Bu verinin ifade ettiği anlam; bu kişilerin asgari ücretin üçte biri kadar bile gelirinin olmadığı ve adlarına kayıtlı herhangi bir taşınmazın bulunmadığıdır.”
“İlk otuz gelişmiş kent arasında Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı herhangi bir kent yoktur.”
“Kadınların sadece yüzde 17’si emekli olurken, bu oran erkeklerde yüzde 81’dir. Oranlar arasındaki uçurum, kadınların kemikleşmiş bir ‘sosyal güvencesizlik’ politikasına maruz bırakıldıklarının ispatıdır.”
“Yoksulluk kader değildir. Yoksulluk toplumun yüzde 99’u için doğal bir yasa veya bir mecburiyet değildir. Yoksulluk kötü yönetimlerin neticesinde oluşur ve artar. Yoksulluk kapitalist eşitsiz ilişkiler kapsamında derinleşerek sürer. Yoksulluktan kurtulmak mümkündür. Yoksulluğu, hayatlarımızdan çıkarmak mümkündür.”
Rapordan yalnızca çarpıcı birkaç noktayı aldık. Ülkede emekçilerin durumu korkunç. Yalnızca işçilerin değil, küçük esnafın ve küçük üreticinin durumu da dayanılmaz durumda. Yıkım toplumun çok geniş bir kesimi için tek gerçeklik. Buraya kadar tamam.
Ama raporun yoksulluğu AKP’ye bağlayan kısmı, ne yazık ki doğru değil. Sistemi aklayan bir yaklaşım söz konusu. Yukarıda son paragraftaki şu iki tümceye dikkat: “Yoksulluk kötü yönetimlerin neticesinde oluşur ve artar. Yoksulluk kapitalist eşitsiz ilişkiler kapsamında derinleşerek sürer.”
Oysa tersi doğrudur. Yoksulluk kapitalist ilişkilerin doğrudan ve kaçınılmaz sonucudur. “Kötü yönetimler” de bunu derinleştirir. (Burada bu “kötü yönetimler”in hangi dinamiklerin sonucu olduğu vb. tartışmasını bir kenara bırakıyoruz.) HDP, toplumun nasıl bir yoksulluk batağına atıldığını resmediyor, ama sebepleri yanlış yerde arıyor. Ya da daha doğru bir deyimle, AKP’yi günah keçisi ilan ederek kapitalist sistemi aklıyor. Oysa “en gelişmiş” kapitalist ülkelere, mesela ABD’ye baksaydı, orada da yoksulluğun ne kadar yaygın ve katlanılmaz olduğunu görebilirdi.
Kapitalizmin temel hareket yasası zenginliğin sürekli daha az ellerde birikirken, yoksulluğun sürekli daha geniş kesimlere yayılması şeklindedir. Marx’ın Kapital’inden beri kapitalizmin bu içkin yasası sosyalizm saflarına yakın duran her liseli tarafından dahi bilinmektedir. Ama HDP, hazırladığı raporda bu temel noktayı tersine çeviriyor.
Bakış böyle ters olunca, “yoksulluğun kaldırılması için öneriler” de, buna bağlı olarak baş aşağı duruyor. Örneğin şu maddeler sıralanıyor raporda:
“Temel Yurttaşlık Geliri sağlanmalı;
2021 yılı için asgari ücret vergiden muaf, net 4 bin TL olmalı;
Elektrik, su, doğalgaz, internet ihtiyaca göre ücretsiz olmalı;
Genç ve kadın istihdamını arttıracak düzenlemeler yapılmalıdır.”
Bu türden “sınırlı” talepleri temel çözüm yolu olarak görme, temel talep ve görevlerin yerine geçirme anlayışı, tüm bir reformist ve ekonomist harekette yaygındır. Özellikle de bu pandemi döneminde!
Her zaman ve yalnızca “somut sorun” özelinde durmak, ve o soruna dair “somut taleplerde” bulunmak, bu hareketin temel özelliğidir. Oysa o “somut sorun” dahil, sorunların çözümü, kesinlikle ve kesinlikle “sınırlı/somut” talepler eliyle gerçekleşmez. Hele yoksulluk gibi kapitalist sistemin genetik özelliğinin ifadesi olan bir olgu, asla çözülmez. Sorunun çözümü, sorunun kaynağını ortadan kaldırmakla mümkündür. Bu da tastamam devrim demektir. Güncel talep ve şiarlar ileri sürülürken bu temel yön “unutulur”, bu temel noktaya dair propaganda ve şiarlar ileri sürülmezse, güncel sorun dahil hiçbir şeyin çözülemeyeceği kesindir. İki asırlık sınıf savaşımı çeşitli biçimlerde bunu kanıtlamaktadır.