Boğaziçili öğrencilerin protestosu ile tetiklenen gerilim, dinci faşizmin korkularını depreştirdi, güçsüzlüğünü ortaya çıkardı. Havuzun lağım kanalları hep bir ağızdan darbe umacısını işlemeye başladılar. Derhal “büyük resim” uzmanları ortalığı kapladı.

Öğrencilerin eylemi dört bir yandan destek gördü. Küçük çaplı bir eylemler dizisi belirdi. Dinci faşist iktidar açısından yine korku dağları sardı. Gezi, 6-8 Ekim... hatta Capitol baskını bile “büyük resme” dahil edildi!

Bu eylemin aynasında neler gördük?

Her şeyden önce bu ülkede terörist olmanın ne kadar kolay bir şey olduğunu bir kez daha gördük. Hoş, dinci faşist iktidarın kendisinden olmayan herkesi bir vesileyle terörist1 ilan etmesi, umduğunun aksine, bu kelimenin “tılsımını” yitirmesine yol açıyor. Cümle alem bu nitelemenin gerçek içeriğiyle hiçbir bağının olmadığını görüyor, kavrıyor.

Ama öte yandan kavramın bu şekilde “elverişli bir yaftalama aracı” olarak kullanılması, dinci faşizme, kendine karşı olan herkesi yasal kovuşturmaya tabi tutma ve yargılama imkanı veriyor. Türkiye şu an dünyada en fazla “teröristin” bulunduğu ülkelerin ön sıralarında! Bugün itibariyle bizzat devletin en tepesi, artık mahkemeye bile gerek olmaksızın burjuva muhalefet partisinin il başkanını bir “terör örgütü üyesi” ilan etti bile. Öyle bir “terör örgütü üyesi” ki, daha dün faşistlerin babası diyebileceğimiz Türkeş'in evini ziyaret edecek kadar “sol” da biri!

İkincisi, bu aynada, iktidarın, “darbe umacısı”na hem sürekli artan bir ihtiyaç duyduğunu, ve fakat aynı zamanda bu umacıdan bizzat kendisinin korktuğunu gördük.

Dinci faşizm, içeride emekçi yığınların süreklileşen baskısı altında. Bu açıdan en basit, sıradan bir hak talebi eylemi, bir protesto, bir grev, bir yürüyüş... bile iktidarın dengesini bozmaya yetiyor. Anında bastırma, zapturapt altına alma hamleleri başlıyor. Eylemciler kolaylıkla “terörist” haline gelirken, eylemin kendisi de “hükümete karşı komplo”, “darbe ortamı hazırlamak”, yahut son yılların çok tuhaf moda suçlamasıyla “meşru hükümeti değiştirmeye çalışmak” ile suçlanıyor.

Bu son suçlamanın tuhaflığı şurada. Hükümet partisi, burjuva muhalefet partilerini “hükümeti değiştirmeye çalışmak” ile suçluyor! Muhalefetin amacı ve varlık sebebi hükümet olmak olduğuna göre, bunu bir suç kategorisi haline getirmek ne anlama geliyor? Hiç kuşku duyulmasın, her şeyden önce, geniş anlamında hükümet partisinin, ama aslında iktidarın, seçimlerle bu iktidarı vermeye yanaşmadığı ve yanaşmayacağı anlamına geliyor. Böyle bir suç kategorisinin oluşturulmasının en temel amacı budur. (Burjuva muhalefetin ne oranda bunun bilincinde olduğu ve buna bir şekilde “tav olduğu”, hükümet olmaya gerçekte hiç de niyetinin olmadığı tartışmasını şimdilik okura bırakalım.)

Dinci faşist iktidarın darbe umacısından bizzat kendisinin korkmasına gelince... Her toplumsal harekette, her eylemde ayaklarının altındaki toprağın şiddetli bir şekilde sarsıldığını görüyor iktidar. Özellikle Menderes’in son dönemleri düşüyor aklına. Sonuçta 27 Mayıs, nesnel bir devrimci kabarışın üzerine binen bir darbeydi. Toplumun hatırı sayılır bir bölümünde olumlu karşılık bulma sebebi tastamam buydu. Kuşkusuz 27 Mayıs’ın bir benzerinin tekrarlanması, tarihsel olarak da, sınıfsal olarak da söz konusu değil ve olamaz. Burada benzetme, tamamen koşullara yöneliktir. Toplumun tüm nefes borularının tıkandığı, siyasal ve iktisadi krizin yıkıcı etkilerinin toplumu derinden sarstığı, güçlü bir toplumsal öfke ve karşı koyuşun biriktiği şartlarda, hükümet, sadece devrimin doğrudan darbesi ile değil, bir “saray darbesi” ile de alaşağı edileceğinin korkusunu duymaktadır. Bu açıdan havuzun lağım kanallarında boy gösteren tartışmalar, sadece “gündem saptırmak”, hasımlarını karalamak, “kitle tabanını konsolide etmek” için yürütülen tartışmalar değildir. Tüm bunların ve bu türden başka gerekçelerin yanında, dinci faşizmin gerçek korkularının da ifadesidir.

Bugün İçişleri Bakanı’nın Foça’da yaptığı hezeyan dolu konuşma, hem hasımların sindirilmesi amacının, hem baştan sona bu korkunun dışa vurumudur: “Biz her zaman zorluklarla karşılaştık ama bugün etrafımızda devletimize karşı bir başka tezgahla karşı karşıyayız. Farklı kisveler altında demokrasiyi Truva atı olarak kullanarak tezgahlanmış, devletimizin saygınlığını, itibarını, bizatihi devletin kendisini hedef alan, milletin devletine olan sevgisini, sadakatini, inancını hedef alan çok cepheli taarruzla karşı karşıyayız. ... Jandarmamız terörle mücadelede başarı kazandıkça mesela helikopter yalanını ortaya attılar. Polisimiz asayişte, terörle mücadelede başarılı olunca 'çıplak arama' diye bir iftirayı tezgaha koydular. Şiddet gibi, taciz gibi, tecavüz gibi en iğrenç, en ahlaksız iftiraları bu ülkenin güvenlik birimlerine atmaktan utanmadılar.”

Yukarıdaki alıntıda ve konuşmanın tamamında rahatlıkla görülebileceği gibi asıl korku, hiç akıllarından çıkmayan toplumsal ayaklanma korkusudur. Boğaziçili öğrencilerin eyleminde, yahut bir kadın cinayetinin protestosunda, bir işkence ve linç olayına tepkilerin gelişmesi karşısında, veya bir işçi eyleminde gördükleri budur... aklınıza gelebilecek her türden eylemde gördükleri şey, toplumsal ayaklanmanın gölgesidir.

Basit bir olayın, sıradan bir gösterinin toplumda birikmiş öfkeyi açığa çıkarabileceğinin korkusu içindeler. “Gezi üç-beş ağaç meselesi değildir”; üç-beş ağaç birikmiş öfkeyi açığa çıkaran bir “genel bahane”ydi ve dinci faşist iktidar, faşist devlet bu gerçeği içselleştirmiş görünüyor. Bu yüzden, ölümünden önce, en ufak bir toplumsal olay sonrasında “bu kış komünizm gelecek” diyen diyen Celal Bayar'ın ruh halindeler.

Haksızlar mı? Değiller. İsyan ve ayaklanma sesleri tüm yoksul kitleler arasında fısıltı halinde dolaşıyor. Semt pazarı artıklarıyla kendini doyuran yoksul insanların öfkesini enselerinde hissediyorlar. Onun için düzenin kalemşorları “Boğaziçi'li öğrencilerin eylemi Gezi'ye dönüşür mü” diye soruyorlar ve onun için İçişleri Bakanı, soruyu “Halep oradaysa arşın burada” diye yanıtlıyor.

Boş, korkuyu açığa vuran bir meydan okuma. Aç, yoksul, işsiz kitleler; işçi sınıfı, Kürt halkı sokağa taştığında ne Halep'ten söz edebilecek ne de arşından!

İlkinde soluğu Fas'ta almışlardı. İkincisinde, Fizan'da alırlar. Fırsat bulurlarsa tabii...

---------------------------------------------------------------------------

1Yeri gelmişken, nedir terörizm? Şu şekilde tanımlanabileceğini düşünüyoruz. Belirli bir siyasal amaca ulaşmak için başlıca ya da sadece terör yönteminin kullanılmasına terörizm denir. Kavram bu şekilde bilimsel içeriğiyle tanımlanırsa, önüne gelen her olgu, olay veya kişinin bu kavramla yerli yersiz ilintilendirilmesi de ortadan kalkar. Bu, ayrıca siyasal mücadeledeki her tür şiddet kullanımını otomatik olarak terörizm ile yaftalamanın da önünü alır.