Kübalı bir komüniste adını söylerken, muzip bir şekilde “ben Vefa, sizin dilde Fidel” diyordu. Adıyla müsemma bir komünistin baştan sona hakikat kokan şakasıydı bu. Devrime tüm benliğiyle bağlı bir komünistin, bu kahrolası salgının acımasız bir şekilde aramızdan çekip aldığı Vefa Serdar’ın...
Nasıl anlatılır kavgaya böylesine adanmış bir yaşam, kavga tarihinin dışında... Ya da kısacık bir yazıya nasıl sığdırılır bu koca yaşam! Yalnızca şöyle bir dokunup geçmek belki...
Bu kadar çok ve bu kadar severek okuyan nadir insan vardır. Vefa onlardan biriydi. Sürekli okuyan, sürekli öğrenen, muazzam bir disiplin ile sürekli çalışan... Büyük Usta’nın, Nazım’ın aşığı... şair mahlası olarak onu seçecek kadar hem de. Çok sevdiği şiirlerinden biri Gabriel Peri’dir. Özellikle de (muhtemelen kendini ifade ettiğini düşündüğü) şu bölüm:
“Ve dinledi kendi kendini son defa:
Pişman değildi.
902’ de başlayan
ve bu sabah
941 yılı Aralık ayının on beşinde
bu sabah şafakla bitecek olanı
elden gelseydi tekrarlamak
tekrarlardı aynı yerden başlayıp
aynı yoldan geçerek
ve yine gerekirse aynı yerde bitirmek üzere.
Ve biraz kibirli bir rahatlık duyuyordu.
Kafasıyla, kitapların arasından gelmişti kavgaya
fakat sadık kalmıştı ona namuslu bir amele gibi.”
İlk gençliğinde sevdalandığı, “Kafasıyla, kitapların arasından geldiği kavgaya sadık kalmıştı namuslu bir amele gibi”.
Disiplinli, çalışkan biriydi. ODTÜ İşletme’yi kazanıp o “Yeşil” Gürün’den kopup geldiğinde (bir tutam yeşillikten dolayı Gürün’e yeşil denmesiyle ne çok dalga geçerdi!), Marksizmle ilişkili, ama henüz devrimci değildi. Ne ki dönem öğrenci hareketinin 12 Eylül sonrası kabarma dönemiydi ve ufukta beliren işçi eylemleri vardı. Vefa’nın bu atmosferin dışında kalması, Nazım’ın deyimiyle “kendi yüreğinin kabuğunda yaşa”ması mümkün müydü!
Yoldaşlarıyla bu dönemde tanıştı. Vefa inatçıdır. Öyle hemen “he” demez bir şeye. Tartıştı. Uzun uzun tartıştı. Tartıştıkça okudu, okudukça tartıştı. Sürecin sonunda gençlik dergisi Yöneliş çevresinde mücadeleye atılmaya karar vermişti.
Bir kez ikna olup bir yola girdi mi, “yalnız hazım zamanlarını, boş gecelerini değil, boydan boya ömrünü ver”ecektir devrime. O kuşağın ODTÜ’lüleri bu inatçı, ısrarcı, girişken kara yağız delikanlıyı çok iyi bilir. Öğrenci derneğinin usta polemikçisidir. Gerek dernekte, gerek ODTÜ 1 Nolu öğrenci yurdunda kalan tüm devrimci öğrencilerin hem çok sevip saygı duyduğu, hem de polemiklerinden “yaka silktiği” devrimcidir. Yurtta merdiven başı tartışmalarının sabahlara kadar sürdüğüne çok tanık olunmuştur. Bu satırların yazarı da dahil olmak üzere bir dizi devrimci, bu tartışmaların sonucu bu bayrağın altında toplanmıştır.
Vefa’yı günümüzde pek çok kitle eyleminde, yahut bir tartışma programında, bir panelde, toplantıda vs. görenler, onun doğruları söylemek konusundaki sakınımsızlığına, girişkenliğine tanık olmuşlardır sık sık. 20 yaşındaki Vefa da aynı girişkenlik, aynı sakınımsızlık, aynı kararlılıkla ileri atılan biriydi. Otuz yılı aşkın mücadele, yaşadığı tutsaklıklar, işkenceler, ödenen bedeller, onun bu özelliğinde en ufak, ama en ufak bir gerileme yaratmadı. O günkü Vefa’yı tanıyanlar, bugünkü Vefa’nın aynı genç yüreğe sahip olduğuna tanıktır.
2017’de, “Ekim Devrimi’nin 100. yılı” kutlamaları için Kızıl Meydan’da, dünyanın dört bir yanından gelen komünistler, onun bu coşkun, sakınımsız, duraksız ve kararlı tutumlarından o kadar etkilenmişlerdi ki, gelip selamlaşanlar, tanışanlar, fotoğraf çektirenler eksik olmuyordu. O, ilk kez gittiği böylesi bir ortamda bile, ruhunu kasıp kavuran devrimci ateşiyle çevresindekileri coşturmayı, onları ateşlemeyi başarıyordu.
Onun yüreğindeki devrim ateşi, hiç abartısız söyleyebiliriz ki, Blanqui’nin devrimci ruhundan eksik değildir. Blanqui’nin bir dostuna söylediği “yatakta ölmenin barikatta ölmekten daha iyi olduğu fikrine seni kim inandırdı” mealindeki sözleri, Vefa yoldaşın sık sık tekrarladığı sözlerden biriydi. Ama aynı zamanda o, “Yarın Bizimdir Yoldaşlar”ın durmak bilmez çalışkan karakteri Vaz’ı örnek alanlardandı. Vaz’ın bir yerde “hayatını faaliyet içinde parça parça tüketmek” şeklindeki sözlerini de kendine distur edinmişti. Yıllar sonra bu kitabın Manuel Tiago mahlaslı yazarının Alvaro Cunhal olduğunu ve Vaz karakterinin de bizzat Cunhal’in kendisi olduğunu öğrendiğinde Cunhal’in fotoğrafını bulunduğu ortamların duvarlarından hiç eksik etmedi.
Bu coşkun ve dur durak bilmez genç devrimci, geçmiş kuşağın ve o dönemin genç kuşağının büyük sınavı olan sosyalist ülkelerdeki 89-91 karşı-devrimlerinin etkilerini göğüslemeyi bildi. Nice anlı şanlı isimlerin sosyalizme sırt döndüğü bu dönemde o, “sosyalizm kazanacak” belgisine bağlı kalan devrimcilerdendi. Yaşanan karşı-devrimler, yıkılan Berlin Duvarı, adıyla müsemma bir devrimci olan onun sosyalizme olan bağlılık ve inancında en ufak bir gedik açamadı.
Sınıflar savaşımının sertleşerek devrimci durum koşullarının doğduğu şartlarda, rotasını devrimden yana çevirenlerle “Berlin Duvarı’nın altında kalanlar” ayrışmasında safını devrimden yana kullandı. O tarihten sonra Ankara’da, ODTÜ kampüsünün dışına taşan devrimci faaliyete yöneldi.
90’lı yıllar, özellikle Ankara, polisin yasal dergi bildirisi dağıtanlara bile ateş açtığı yıllardı. Yasal bir yayını, bir özel sayıyı dağıtmak, doğrudan “örgüt faaliyeti” kapsamında karşılık görmekteydi. Vefa yoldaş Ankara’nın emekçi semtlerinde, gecekondu mahallelerinde dağıtım yaptığı dönemde 91 ve 92’de iki defa polis saldırısıyla karşılaştı. Birinde bizzat polis otosu çarparak gözaltına alındı. Her gözaltı 15 gün işkenceli sorgular demekti. İşkencelerden başı dik çıktı. O dönemde sıkı tiryaki olan yoldaşın sigarayı bırakması, bu 15 günlük işkenceli sorgular sonrasıdır! O tarihten sonra bir daha sigara içmedi.
Dönem artık Kürdistan’da serhıldanlar ve katliamlar, Türkiye’de sokak infazları, “hücre evi” baskınları, üniversite öğrencilerinin okul binalarından atılıp öldürülmeleri, işkencehanelerde devrimcilerin katledilmeleri dönemidir. ODTÜ DÖB grubunun mücadelesi de hızla kampüsten emekçi semtlere doğru yayılma gösterir. Peş peşe gelen operasyonlar, tutuklamalar... Vefa yoldaş artık gizlenmek zorundadır. Artık o, işçiler, emekçiler arasındaki mücadelesini gizlice yürüten bir “yeraltı faaliyetçisi”dir. 1993 sonunda o da tutsak düşer. 93-94 yılbaşı günü Türkiye Komünist Emek Partisi/Leninist üyesi olmak suçlamasıyla tutuklanarak Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’ne getirilir.
Ankara DGM’nin TKEP/Leninist üyesi olmak suçlamasıyla verdiği mahkumiyet kararı sonucu dokuz buçuk yıl zindanlarda yatar. Bu dönem yine yoğun ve bol okuma, kendini geliştirme, düşünsel ufkunu genişletme dönemidir yoldaş için. Tam bir kitap kurdudur.
90’lar aynı zamanda zindan savaşlarının giderek yoğunlaştığı dönemdir. Tüm devrimci tutsaklar gibi Vefa yoldaş da bu savaşın militanıdır. 1996’da ölüm orucu eylemine katılır. Bu eylemden de zaferle çıkar.
2000 yılındaki 19 Aralık “Hayata Dönüş” adı verilen katliamlarda, Vefa Çanakkale zindanındadır. Üç gün süren çatışmalarda adım adım çekilir tutsaklar. En son sığındıkları spor salonunda yoğun bombalar, kurşunlar ve sıkılan köpük sular karşısında ölüm orucunda olan tutsakları korumak için battaniyeler kullanılır. İkişer kişi battaniyelerden bir nevi set, perde yaparak ölüm orucunda olanların etkilenmesini engellemeye çalışmaktadır. Vefa yoldaş da battaniye ile koruma işini yapanlardandır. Burada atılan bir tüfek bombası koluna saplanır. Yoldaşın kolunu kaybetmesine sebep olan bu saldırıdır.
Tutsaklar işkenceli yolculuklarla F Tipi zindanlara sevk edilirken, Vefa, ağır saldırı altında hastaneye götürülür. O, hastanede de baş eğmeyen komünisttir. Ödün vermez direngenliği orada da devam eder. Gerekli tedavinin yapılmamasının da etkisiyle sağ kolunu o hastanede bırakır. Kısa süre sonra da apar topar Edirne F Tipi zindanına sevk edilir. Yoldaş, zindana geldikten kısa süre sonra “tutsak posta servisi” adı verilen notlaşma trafiğinde yerini alır. Sağ kolunu yeni kaybetmiştir, ama o inatçıdır. Onun en temel karakter özelliklerinden olan ısrar, disiplin ve çalışkanlık, burada yine gösterir kendini. Hücre arkadaşlarına dikte ettirmez iletmesi gereken notları. Oturur ve sol eliyle, tek elle ve kesilen sağ kolunun sızısı daha devam etmekteyken, yoldaşlarına yazar. Kısa sürede düzgün ve okunaklı bir şekilde yazdığı notlar, tüm yoldaşları için hayranlık ve övünç kaynağıdır.
Bu uzun tutsaklık sona erdiğinde tereddütsüz bir şekilde mücadeledeki yerini alır yoldaş. En ağır sorumlulukların altına girer. Mücadele Birliği Platformu’nun temsilciliğini üstlenir. Mücadele alanınındaki tüm devrimciler, bu yıllarda Vefa yoldaşı yakından tanıdılar. Hayatını kaybettiğinin duyulmasından sonra sosyal medyadaki paylaşımlara bakıldığında, bu alanda nasıl bir yer edindiği kolaylıkla görülecektir.
Mücadeleden asla geri düşmeyen yoldaş, ilk gençliğindeki heyecan ve coşkuyla eylemlerde en öne atıldı. 2004’te İstiklal’de polisin saldırısı sonucu ciğerlerinden ağır hasar aldı, ölümle burun buruna geldi. (Ne yazık ki bu salgında tam da bu hasar, onu zayıf düşürdü, durumunun ağırlaşmasında etken oldu.) İyileşir iyileşmez yine kavgaya, faaliyete gömüldü. 2008’de yine zindana düştü. Sekiz ay sonra çıktı. Ama hiçbir gözaltı, hiçbir tutuklama, hiçbir baskı ve tehdit, bırakın geri adım attırmayı, yoldaşı yavaşlatamadı bile.
O bir sanatçıdır. Şairdir. Önsöz dergisinin düzenli yazarlarındandır. Nazım Akarsu adıyla çıkardığı şiir kitapları vardır. Aynı zamanda Mücadele Birliği dergisine, gazete halini aldıktan sonra gazetesine, düzenli yazılar yazar. Özellikle kadro yazıları son derece yetkindir. “Yeni İnsan” başta olmak üzere broşür çalışmaları vardır. Sürekli okuyan, sürekli üreten bir komünisttir.
Vefa’nın en önemli yönlerinden biri, komünist disiplindir. Bu alanda, kesinlikle uluslararası komünist hareket literatürüne geçecek ölçekte bir disiplin sahibidir. “Kafasıyla kitapların arasından gelen” insanlar, bu kavgada, çoğu zaman aydın bireyciliğinin taşıyıcıları olurlar. Ama ona “namuslu bir amele gibi sadık kalanlar”, bir “amele gibi” disiplinli olmayı, bir organik bütünün parçası olmayı başarırlar. Vefa yoldaşta bu özellik, sözcüğün olumlu anlamında en uç noktaya ulaşmıştı. Onun için kolektif, kolektifin iradesi, her şeyden önce gelirdi. Ortada bir görev olduğunda hiç tereddütsüz doğrudan gönüllü olduğunu görebilirdiniz her zaman. “Şu iş yapılacak” dendi mi hemen üstlenmeye hazır bir şekilde öne çıkardı.
Sadece İstanbul’da emekçi semtlerde değil, Çukurova’da, Antep’te, bir dizi ilde uzun soluklu mücadeleler yürüttü yoldaş. Eşiyle birlikte yollara düştü, emekçilerin kavgasına omuz verdi.
Bir görevi aldı mı, gerekirse yemez içmez ama o işi mutlaka yetiştirirdi. Tartışmalara aktif bir şekilde katılır, görüşlerini ortaya koyar, görüşlerinde ısrar da eder, ama bir kez karar alındı mı, isterse savunduğu görüşlere ters olsun, asla ikiletmeden yerine getirmek, onun için “alışkanlık halini almış bir davranış” gibidir. Ve onun disiplininin en önemli parçası, öz disiplindi. Sürekli kendini zorlayan, aşmaya çalışan, çoğu zaman okuduğu kitaplarda bir parça idealize edilen kahramanlarla yarışan bir komünist öz disiplin!
Vefa yoldaş, bir devrimci kuşağın en önde gelen temsilcilerinden biriydi. Yoldaşın yaşamı birleşik devrimimizin bir döneminin kısa tarihiydi. Kendi varlığını devrimle, kavgayla, dünyanın devrimci dönüşümüyle özdeşleştirmiş bir devrimci komünist. Omuzladığı yükü son nefesine kadar yüksünmeden taşımayı olağan bir özellik haline getirmiş bir kuşağın en yetkin temsilcilerinden biri. Ve bu kavgada en iyiler, daima en önde olduklarından erken ayrılırlar çoğu zaman aramızdan. Bizi hüzün içinde bırakırlar geride. Yeri doldurulmaz bir boşluk bırakarak...
Yoldaşın devrimci yaşamı boyunca onur ve şerefle taşıdığı devrim ve komünizm bayrağı, yoldaşlarının elinde burjuvazinin burçlarına dikilene dek yükseklerde dalgalanacak...
“Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
En güzel dünyaları yaktık ellerimizle ve gözümüzde kaybettik ağlamayı.”
Dövüşenler ölenlerin tutmaz yasını!