Boğaziçi Üniversitesi karıştı. Üniversite polis işgali altında. Çevre binaların çatılarında keskin nişancılar... En sıradan tepkiler neredeyse topla, tüfekle karşılanıyor. Dinci faşist çetelerin cami çıkışı tehditleri de cabası.
Korkunç bir hınçla, en vahşi terörle saldırdılar öğrencilere. Gözaltılar, yerlerde sürüklemeler, hınçla yerdeki öğrencilerin üzerinde tepinmeler... Ama kar etmedi. “Eşik aşılıyor” artık. Baskı, terör, işkence, bastırmaya yetmiyor öfkeyi. Artık tam tersine, ateşi harlıyor, öfke yayılıyor.
Her zaman değil, belirli tarihsel anlarda (veya dönemlerde) cesaret bulaşıcıdır. Cesur ama mütevazı adımlar, hiç umulmadık bir toplumsal etki yaratır. Tüm toplumu derinden sarsar. Arkası çorap söküğü gibi gelir. Toplum artık bir “süper iletken” halini almıştır. “Sıradan cesur adımlar” tüm toplum için sıradanlaşır gerçekten ve “kitlesel cesaret” boy gösterir artık.
Sınıflar savaşımının çeşitli dönemlerinde buna tanık olduk. En görkemli örneklerinden biri Gezi ayaklanması idi. Son günlerde gördüğümüz gelişmeler aynı cinsten, aynı “maya” ile yoğrulmuş. Boğaziçi’ne açılan “cihat” (havuzun satılık kalemşorlarının sayıklamaları bunun net bir “cihat” olduğunu gösteriyor) önce Boğaziçili öğrencilerden, ardından diğer üniversitelerdeki öğrencilerden, akademisyenlerden, gittikçe genişleyen gençlik kesimlerinden... ve nihayet işçilerden, diğer emekçi kesimlerden layık olduğu karşılığı almaya başladı. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antakya... tepki yayılıyor, genelleşiyor.
Emek cephesi kendiliğinden bir şekilde “Fransızca konuşuyor” artık. Muazzam bir inat, direnç var. Zulmün üstüne üstüne yürüyor insanlar. En vahşi şekilde işkenceyle gözaltına alınıyorlar. Her gözaltı aracındaki grup “elimiz sizde” diyerek geride kalanlara cesaret veriyor. Baş eğen, boyun büken, pişman olan yok. Tam tersine “bir bayram günü nümayişe çıkar gibi” işkenceli gözaltıların üzerine yürüyorlar.
Tek bir eylem sistemi “rezonansa” sokmayı başardı. Tek bir eylem!
Nesnel gerçeklik bu çıplaklığı içinde görülmelidir. Evet öznel yön (bizzat sınıfın ve emekçi yığınların bilinç, örgütlülük ve hazırlık düzeyi) geriden geliyor. Ama bu, eşyanın doğasına uygun olandır. Öznel yön geriden gelir ve sıçramalarla ileri atılır. Devrimci dönemlerde gelişmeler sıçramalar biçiminde gerçekleşir. Ve bu öznel yönün bir bileşeni olan örgütlü yapıların nicel güçsüzlükleri açısından da geçerlidir. Yani an’a bakıp karamsarlığa kapılmak değil, gelişimin yönüne bakıp hazırlıklı olmaya çalışmak gerekir.
Her fırsatta ısrarla ve önemle yineliyoruz. İddia sahibi olmayan, kendine güvenmeyen, geleceği yakalama arzusuyla ileri atılmayan hiçbir hareket, toplumun geniş emekçi kesimlerinde karşılık bulamaz. Bulamayacak! Hele de böylesine ciddi altüst koşullarında!..
Devrim demekten, faşizmi yıkacağız demekten, sosyalizmden, şimdi devrim zamanı demekten geri duran hiçbir sosyalist hareket güncel hareketi çekip çeviremez, ona yön veremez.
Gerçekliği kitabi sloganlar üzerinden algılamaya çalışmak, hala insanların doğrudan sosyalizm sloganları ile sokaklara dökülmesi, yahut çeşitli sosyalist örgütlerin yelkenlerini şişirmesi üzerinden bir “bilinç düzeyi” ve “örgütlü güç” değerlendirmesi yapmak doğru sonuç vermez.
Mesela bugün çıkıp “polis dağıtılsın diyelim” diye bir öneri getirildiğinde en başta sosyalist hareketin hatırı sayılır bir kısmı karşı çıkar bu isteme. Uzun uzun bilinç durumu tahlillerine girişir. (Konunun devrimle bağını şimdilik bir kenara bırakarak söylüyoruz.)
Oysa bugün, polis, tüm emek cephesi için, en sıradan bireyler için bile, cisimleşmiş bir nefret nesnesine dönüşmüş durumda. Burjuva “muhalefetin” zevzeklikleri, “gençlerin polis abi ve ablaları” absürtlükleri en ufak, ama en ufak bir karşılık bulmuyor. Polisin lağvedilmesi, dağıtılması talep ve söylemi istisnasız tüm emekçilerden muazzam bir destek ve kabul görecek bir durumda. İşçiler, işsiz işçiler, kadınlar, gençler... hangi kesime giderseniz gidin, bunu net görürsünüz. Bu “nesnel bilinçtir”.
Benzer durum bizzat devlet aygıtının kendisi için, mahkemeler için, Saray için, burjuva partilerin çok büyük kısmı için... geçerlidir. Bütün bileşenleriyle emek cephesinin ruh halini ve bilinç durumunu olduğundan çok geri değerlendirme, ne yazık ki çok yaygın bir hata. (Sebepler ayrı bir tartışma konusu.) Bunun sonucunda emekçilerin karşısına son derece geri, sıradan bir talep listesi ile çıkılıyor. Ve her kendiliğinden patlama karşısında derin bir şaşkınlığa düşülüyor.
İnsanlar kendiliğinden bir şekilde dinci faşizmin üzerine yürüyor. Bu düzeni, dinci faşizmi alaşağı etmek istiyor. Özgürlüklerini kazanmak istiyor. Bunun tek bir anlamı var: Emekçi yığınlar devrim istiyor. Allayıp pullamaya, derin teorik tahliller yapmaya da gerek yok. En sıradan eyleme kalkışan herhangi bir kesimin bizzat pratikte karşılaştıkları gerçeklik, onları bu noktaya getiriyor her seferinde.
Faşizmi yıkacağız! Bu iddia ile çıkmak gerek. Faşizmi bir devrimle yıkacağız. Emekçilerin iktidarını kuracağız. Özgürlüklerimizi kazanacağız. Son derece yalın, ama, son derece güçlü sözler bunlar. Hala emekçilerin bunu anlamayacağını, benimsemeyeceğini düşünüyorsanız, sürüp giden nesnel süreçlerden hiçbir şey anlamıyorsunuz demektir.
Evet, emekçiler olarak faşizmi yıkacağız, kendi iktidarımızı kuracağız! Her adımda karşımıza çıkan, büyük bir kin ve öfkeyle saldıran, en ufak bir “hak arama eylemini” dahi acımasızca kırıp geçiren bu faşist polis teşkilatını lağvedeceğiz. Türlü çeşit adlar koydukları “operasyonlarda” mezramızı, köyümüzü basan, tarlamızı bostanımızı yıkan, işkenceli sorgularda katleden, gözaltında kaybeden bu faşist orduyu dağıtacağız. Bir emir eri sadakatiyle tüm emekçiler için demoklesin kılıcı gibi çalışan, polisin hazırladığı fezleke eşliğinde on binlerce insanı zindanlara tıkan mahkemeleri yürürlükten kaldıracağız, vb. vb.
Bu en temel adımlar atılmadan özgürlük, demokrasi, hak, hukuk vs. bir yanılsamadır. Boğaziçi eyleminin ateşlediği gösteriler zincirinin bir kez daha, bir kez daha ve bir kez daha kanıtladığı çıplak gerçek budur.