Kesintisiz bir savaş ülkesi Türkiye. Şiddeti değişse de otuz yıldır kesintisiz süren bir iç savaş var. Tüm bu dönem boyunca bu iç savaşın belirli dönemlerde “sınır ötesi operasyon” adını alarak sınırlar ötesine taştığı da bir gerçek.
İş burada kalmıyor. Bir yandan uluslararası gerilim ve çatışmaların, diğer taraftan bizzat bu iç savaşın ve içerideki sert sınıflar mücadelesinin doğal ve kaçınılmaz sonucu olan “dış savaşlar”, özellikle son yıllara damgasını vuruyor. Türk tekelci kapitalist sistemi, dinci faşist iktidar eliyle alabildiğine geniş bir coğrafyada sıcak çatışmalara, hatta daha ötesi, doğrudan savaşlara giriyor.
Geçmişte “sınır ötesi operasyon” adıyla giriştikleri saldırılar, artık kalıcı işgallere dönüşen bir askeri yayılma faaliyetidir. Suriye ve Rojava’da ise “toprak tırtıklama faaliyeti” sonucu TC’nin güney sınırları adım adım genişlemekte.
Daha önce de defalarca vurguladığımız gibi, tüm bu “genişleme ve yayılma” faaliyeti, NATO’nun yayılması anlamına geliyor; ABD ve NATO desteği ve yönlendirmesiyle gerçekleşiyor.
Son üç yıldır Güney Kürdistan’da alabildiğine geniş bir alana yayılmış durumda Türk ordusu. Kalıcı askeri üsler kurdu. Adım adım genişletti askeri varlığını. Adım adım işgal etti. Kandil’i kuşatma hamlelerine hız verdi. Barzani (KDP) ile sıkı bir işbirliği yaptı. Daha doğrusu, işbirlikçi Barzani’yi emri altına aldı. Bağdat üzerinde baskı kurdu. Görünürdeki Ankara-Washington gerilimi kimseyi yanıltmasın, tüm bu hamleler ABD’nin yoğun desteğini ile gerçekleşiyor. Washington’un “PKK yöneticilerinin başına ödül koyduğu” unutulmasın.
İşin odağında Kürdistan devriminin boğulması var. ABD-NATO emperyalizmi bu devrimin boğulması amacıyla Kandil’in tasfiyesi, en azından güçten düşürülmesi için aktif destek sundu. Bu plan sadece Başur (Güney Kürdistan) ile sınırlı değil. Rojava devriminin denetim altına alınması da bu planın bir parçası. PKK ve devrimci güçlerin etkisinin geriletilmesiyle, hareket içindeki ABD eğilimli kanadın öne çıkarılması, Barzani’nin “Roj peşmergeleri” eliyle de asıl gücün tamamen işbirlikçilerin eline geçmesi arzulanıyor.
Sonuçta bu planın düğüm noktalarından biri, bizzat Başur’da Şengal ve civarında tam bir denetim kurulması, Kandil’in ilk adımda tümden yalıtılması, sonrasında ise tasfiye edilmesidir. Akar’ın sözleriyle, TC açısından “Kandil mitinin tasfiyesi şart”. Son üç yıldır bu askeri-siyasi stratejinin hayata geçirilme çabaları yoğun bir şekilde devam ediyor.
Haftanin’de aylardır çok şiddetli çatışmalar uzayıp gitmekte. Aynı dönemde bizzat Barzani’nin (KDP) aktif desteği ile MİT, Kürdistan devrimci kuvvetlerine karşı “nokta operasyonları” yapıyor. Peşmergeler Kandil’i yalıtma stratejisine uygun olarak çeşitli noktalara “kontrol noktaları” kuruyor; karakollar, üsler inşa ediyor.
Akar’ın Bağdat ve Erbil turlarından sonra, Şengal işgali için Ankara-Erbil-Bağdat ittifakı oluşturuldu. Fakat Şengal’in işgali askeri-teknik açıdan, özellikle lojistik bakımdan, zorluklarla dolu. Gözler Şengal’e çevrilmişken, iki gün önce “sürpriz” bir şekilde Gare’ye saldırı başlatıldı.
Bölge önce havadan yoğun bir şekilde bombalandı, ardından helikopterlerle indirme yapıldı. HPG açıklamasına göre, helikopterler kuzeyden değil, güneyden geldiler. Güney Kürdistan yönetimi başbakanı, bu işgal saldırısını kınamak bir yana, PKK’yi hedef tahtasına koydu.
PKK’nin elindeki esir MİT üyelerinin ve askerlerin tutulduğu kamp bombalandı. RTE’nin “Çarşamba günü Millete Sesleniş konuşmamı özellikle izlemenizi tavsiye ediyorum. Sizlere birçok güzellikleri takdim edeceğim” sözü düşünüldüğünde, bir “esir kurtarma harekatının” söz konusu olduğu anlaşılıyor. Fakat bu “kahramanlık destanı” yazma hevesi, HPG güçlerinin sert karşılığı ile suya düşmüş görünüyor.
Dinci faşist iktidarın “zaferlere” ihtiyacı var. Üstelik öyle bir iki değil. Sürekli zaferlere, hemen her gün ilan edilecek zaferlere... Uzaya çıkmak, 2023’te Ay’a gitmek, ekonomide çağ atlamak... İnsanın duydukça “atma Recep, din kardeşiyiz” demek isteyeceği türden “desteksiz atış” propagandaları işe yaramıyor artık. Böylesine zafer ihtiyacının olduğu şartlarda RTE’nin söz verdiği halde ilan edemediği “müjde”, olsa olsa esir MİT’çilerin kurtarılması olabilirdi. Onda da başarısız oldular.
Bu türden başarısızlıklar ve hatta hezimetler, karşı-devrim saflarındaki güvensizliği ve dağınıklığı artırır. Yalnızca sahada alınan yenilgilere bırakılmamalı işler. Bizzat “cephe gerisinde” yoğun faaliyet yürütülmelidir. Bolşeviklerin “kendi hükümetinin yenilgisi için çalışmak” dedikleri şey, tam da bunun içindir. Nasıl ki “zaferler” burjuva güçler açısından hayati önemdeyse, sermaye devletinin uğrayacağı yenilgiler de devrim cephesi açısından son derece önemlidir.
Sahadaki başarısızlıklar, sokaklardaki kaynaşmayı büyütür. Zafer düşüyle savaş atını oradan oraya koşturanlar, önlenemez çöküşlerini hızlandırmaktan başka bir şey yapmıyorlar. “Kandil mitinin tasfiyesi” hayalleriyle genişlettikleri bu savaşın alevleri bizzat kendilerini yakıp kül edecek!