İşin şaka kaldırır bir yanı yok. Büyük yıkım savaşı bando mızıka eşliğinde geliyor. Aslında uzun yıllardır, ağır çekim bir sahne izliyoruz. Alenen, herkesin gözleri önünde, adım adım bir büyük savaşa sürükleniyor dünya. “Kırmızı Pazartesi sendromu” esir alıyor yaşlı dünyamızı.
Hikaye uzun. Hiç kuşkusuz dayandığı zemin, emperyalist-kapitalist sistemin ta kendisidir. Ama yakın döneme çekecek olursak, ‘89 - ‘91 karşı-devrimleri ile hızlanan bir süreçten bahsetmek mümkün.
Sosyalist blok dağıtıldığı anda, emperyalist ülkeler hızla bu eski sosyalist ülkelerin iktisadi ve siyasi olarak kapitalist sisteme entegrasyonu için harekete geçti. Demokratik Almanya doğrudan ilhak edildi. Çok uluslu devletler iktisadi veya doğrudan askeri yöntemlerle parçalandı.
Avrupa ülkeleri teker teker AB çatısına alınarak yutuldu. Varşova Paktı dağılmasına rağmen NATO varlığını korudu. Üstelik dönemin Rusya yönetimi (“Ayyaş ayı” Yeltsin) ile yapılan anlaşmalara rağmen “doğuya doğru genişleme” adımlarını hızlandırdı. (Söz konusu anlaşma, “eski Doğu Bloku ülkeleri”nin NATO’ya alınmaması üzerineydi.)
Sonuçta Rusya, batıdan kuşatılmış oldu. Rus askeri gücünün en hassas ve en tehlikeli üssü olan Kaliningrad’dan (ki Rusya ile doğrudan kara bağlantısı yoktur) başlayıp Azak Denizi’ne (Kırım) inen bir yay etrafında karşılıklı konumlanılmış oldu.
Rusya, buna, Yeltsin’in yerine Putin’in başında olduğu ekibi geçirerek yanıt verdi. Dağılan kuvvetlerini hızla toparladı. Çin ile yakınlaştı. Şangay İşbirliği Örgütü’nü güçlendirdi. Özellikle Çin’in muazzam bir hızla büyümesi, ŞİÖ’nün küresel ağırlığını artırdı. Öte yandan iktisadi alanda BRİCS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) yeni bir odak olma yolunda gelişti.
ABD-NATO emperyalizminin buna yanıtı, 11 Eylül sonrasında Afganistan’a yerleşmek oldu. İşin dünya uyuşturucu ticareti bağlantısını vb. şimdilik bir yana bırakırsak, askeri anlamda bu, ŞİÖ coğrafyasına sokulan bir kama işlevi görmekteydi. Buna ABD’nin Özbekistan’da açtığı askeri üs, Kırgızistan hava ve kara sahasını kullanma izni vb. eklenmeli.
Sonuçta adına Büyük Ortadoğu dedikleri projenin bir ayağı halkların devrimci ayaklanmalarını bastırmak, devrimleri boğmak ise, diğer ayağını Rusya-Çin (ve onların başını çektiği ŞİÖ) ittifakının kuşatılması, güçten düşürülmesi, parçalanması oluşturuyordu. Adımlar bunun için atıldı. Güney Çin Denizi sorunları kaşındı. Emperyalist kamp, askeri anlamda temel rakiplerini uzun vadeli askeri strateji ile adım adım kuşatma yoluna gitti.
Bu emperyalist stratejiye ilk aleni yanıt, Putin’in o ünlü “Münih konuşması”dır. ABD’nin tartışmasız patronluğuna dayanan “tek kutuplu dünyanın sonu” 2007’de Münih’te ilan edildi.
AB-ABD emperyalistleri Ukrayna’daki faşist Maidan darbesi ile batı cephesinde en ciddi adımlarından birini attılar. Rusya'nın yanıtı Kırım’ı ilhak etmek oldu. Donbass bölgesi Ukrayna’dan fiilen koptu. Bu cephe de belirli bir süre sonra kararlı bir duruma geldi. Aşağı yukarı değişmez (kuşkusuz geçici) bir sınır oluştu.
Bu az çok kararlı denge, özellikle Polonya ve Baltık ülkelerinin kışkırtıcı bir rol üstlendikleri; Türkiye'nin de aktif olarak katıldığı NATO tatbikatları, Nazi yanlısı yasaları vs. ile “Batı ittifakı” lehine bozulmaya çalışıldı. Son olarak da Tihanovskaya parodisi ile Belarus düşürülmeye çalışıldı.
Son yıllarda kesintisiz bir şekilde tırmanıyor askeri gerilim. Baltık bölgesi, Norveç, Arktik bölge, Polonya, Ukrayna... ve Karadeniz, ABD-NATO emperyalizmi ile Rusya'nın sürekli karşı karşıya geldiği alanlar. B1 bombardıman uçakları Norveç’e konuşlandı, ABD 6. Filosu Karadeniz’e yollandı. Yetmedi, şimdi de İspanya ve Yunanistan filolarına bağlı iki savaş gemisi eklendi.
NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, “Rusya’nın yasadışı Kırım ilhakına yanıt olarak Karadeniz’deki varlıklarını güçlendirecek”lerini söylemişti, tam da RTE’nin “Bakın dedim, Karadeniz'de görünmüyorsunuz. Karadeniz'de görünmeyişiniz Karadeniz'i adeta Rusya'nın bir gölü haline dönüştürüyor. Burada kıyıdaş ülkeler olarak hepimiz üzerimize düşen görevi yapmak durumundayız. Olayın gerek hava gerek deniz gerek kara bütün alanlarda atılması gereken adımları NATO üyeleri olarak hep birlikte atmak zorundayız” çağrısına uygun olarak!..
Bu cephedeki gelişmeler bununla sınırlı değil. ABD’nin Dedeağaç’ta (Aleksandropoli), yine anlaşmalara aykırı olarak deniz üssü kurması, saldırı helikopterleri konuşlandırması, Rusya'nın kuşatılması ile doğrudan ilgili. Türkiye'nin aktif olarak yer aldığı Artsakh (Karabağ) savaşı da bunun bir parçasıydı. Bir NATO ordusu olan TSK’nın (S)İHA’larla geliştirdiği yeni askeri-teknik savaş konseptleri de doğrudan bunun bir parçası. Rus hava savunma sistemlerinin, Rus silahlarının olduğu her bölgede icra edilen bu çatışma ve savaşlar, NATO açısından bir laboratuvar işlevi görüyor. TSK’nın tüm faaliyetleri, bu NATO konseptine uygun olarak gerçekleştiriliyor.
Görünen odur ki artık karşılıklı konumlanmalarda sona gelinmek üzere. Doğuda Güney Çin Denizi-Pasifik hattında da (bu hat Hint Okyanusu’na, Guam Adası ve Okinawa başta olmak üzere, tüm bölgeye yayılan sayısız ABD üssüne uzanıyor) hazırlıklar tamamlanmak üzere. Konvansiyonel silahlar açısından sayısal üstünlükleri ortada NATO kuvvetlerinin. Pentagon’da “bir nükleer savaşın kazanılabileceği” üzerine doktrinler dolaşıyor. “Kıyamet saati” en son gece yarısına 100 saniye kalaya ayarlanmıştı. Görünen o ki, yakın dönemde güncellenmesi gerekecek.
Sahi, faşist Trump’ın gidip Biden’ın gelmesiyle “demokrasi ve barış” hayali kuran burnunun ucunu görmekten aciz liberal ahmaklar, tüm dünyayı korkunç bir yıkıcı savaşa sürükleyen bu gelişmeleri karşısında ne söyleyecekler acaba? Amerikan “müesses nizamı”nın kişi ve partilerle değişmeyeceğini anlamaları için ille de tepelerine füzelerin mi yağması gerekiyor?