Çelişkiler derinleşiyor, mücadele sertleşiyor. Dinci faşizmin dizginsiz zoru artık tamamen olağan hale geldi. Olağan bir kapitalizm için olağanüstü/olağan dışı olan ne varsa, günümüz kapitalist dünyası için “olağan” olmuş durumda. Hele Türk tekelci kapitalizmi için, bu olağan dışılığın olağanlaşması, en uç noktalara ulaşmış bulunuyor.
Baskı, şiddet, terör, imha... dinci faşizmin değişmeyen temel politikalarıdır. Toplumun hangi kesimi söz konusu olursa olsun, hangi toplumsal sorun gündemde olursa olsun, dinci faşist iktidarın adımı, tekelinde tuttuğu “zor araçlarını” temel enstrüman olarak kullanmaktır. Bu, bir işçi grevi karşısında da geçerlidir, bir kadın cinayeti protestosunda da; Kürt halkının en sıradan etkinliğinde de geçerlidir, üniversite öğrencilerinin akademik-demokratik bir hak talebinde de...
Devrimin güncel pratik bir mesele haline geldiği her dönem ve her coğrafyada, sermaye sınıfının evrensel tepkileridir bunlar. Emekçi yığınlar, bu zorlu kavgaların içinden geçerek ilerlemek zorundadır her zaman. Zafer, gerçekten çok zorlu mücadelelerin sonucunda kazanılacaktır.
Kendileri de başlı başına örgütlü zor aracı olan devlet ve iktidar gücünü elinde bulunduran sermaye sınıfı, sınıf savaşımının alabildiğine keskinleştiği böylesi altüst oluş dönemlerinde, “resmi zoru” başat hale getirmekle yetinmez. Bir o kadar da gayrı resmi örgüt ve araçlara yönelir. Dizginsiz resmi terörünü, bir de beslemelerinin, paralı askerlerinin, kiralık katillerinin, faşist çetelerinin, mafya örgütlerinin vahşi şiddetiyle destekler. Bugün dinci faşist iktidar eliyle tüm bu uygulamalar alenen yapılıyor. Dost düşman herkes çıplak gözle tüm bunları görüyor.
Bütün proleter devrimlerin temel özelliklerinden biri, “taban örgütlerinin”, devrimin kitle örgütlerinin güçlü köklere dayanarak alabildiğine yaygınlaşması ve geniş emekçi yığınlar içinde tartışmasız bir otorite haline gelmesidir. Konsey (sovyet, şura), meclis, forum... gibi değişik ad ve biçimlerle ortaya çıkan bu örgütler, tamamen nesnel koşulların zorlamasıyla ve sınıf savaşının içinden doğar ve gelişirler. Ama her nesnellik (ve kendiliğindenlik) gibi bu da, tartışmasız bir öznellik (iradi çaba) içerir. Bilinçli öznenin etkinliği arttığı oranda bu örgütlerin oluşum hızı ve gücü de artar.
Bir devrimin temel örgütleri, yalnızca bu tür kitle/taban örgütleri değildir. Devrim, görüp görebileceğimiz en otoriter kitlesel eylemdir. Bir dizi ayaklanmayı, çok yoğun çatışmaları, pasif direnişleri, kitle gösterilerini, grevleri, sokak etkinliklerini... kapsar. Sermaye sınıfının dizginsiz baskı ve şiddetine, onun karşı-devrimci zoruna karşı, emekçi yığınların devrimci zorunu da gerektirir. Bu açıdan her halk devrimi, kitlelerin örgütlü devrimci zoruna, örgütlenmiş zor araçlarına dayanır.
Devrim dendiğinde sadece örgütlü işçileri, örgütlü yığınları düşünen; yalnızca grevleri, gösterileri düşünen... ama aklına bir türlü mücadele içinde örgütlenmiş zor araçlarını getirmeyen bir devrimci, hamkafa bir hayalperestten başka bir şey olamaz. Bırakın devrimi, az buçuk köklü sistem içi değişim için bile, zor araçları olmaksızın ilerleme kaydedilemez. Herhangi bir grev, grev kırıcılığına karşı şiddet içeren önlemler dahil, mücadele edilmeden kazanılamaz. Herhangi bir emekçi mahallede, herhangi bir sanayi bölgesinde, patronun ve devletin baskı ve saldırılarını göğüsleyecek örgütlenmeler yaratılmadan başarı yüzü görülemez. (Mesela İtalyan Kızıl Tugaylar’ın temelinde tam da böylesi bir işçi sınıfı faaliyeti vardır.) Ezcümle örgütlü devrimci zor olmaksızın mücadelenin hiçbir alanında başarı kazanabilmek söz konusu değildir.
Zor araçlarının bizzat kendisi de siyasal mücadele araçlarıdır. Ondan kopuk, serseri mayın misali bir “kör şiddet” araçları değil. Emekçilerin siyasal yığın örgütleri ile ilişkili, siyasal faaliyetle kopmaz bir şekilde bağlı araçlardır. Siyasal amaçlara, siyasal çalışmaya hizmet eder.
Bunu anlamak için uzun boylu teorik mülahazaya da gerek yok. Düşmanın hareketinin bizzat kendisi, tersten, bu görüşün kanıtlanmasıdır. Doğrudan siyasi ereklerin, siyasi faaliyetin bir biçimidir düşmanın askeri hareketi. Ordu, polis, bekçi, çete, mafya... tüm hepsi, sermayenin dinci faşist egemenliğinin aparatlarıdır. Bu egemenlik biçiminin sürdürülmesi için vardır.
Devrimci siyasal faaliyetin sürdürülebilmesi için de devrimci zor araçlarına ihtiyaç vardır. Dinci faşizmin baskı ve denetimini en azından esnetmeden, hatta bir dizi bölgede bunu kırmadan etkili bir siyasal kitle faaliyeti yürütebilmek pek olası değildir. Dinci faşist iktidar her sanayi bölgesini, her emekçi mahallesini yoğun bir abluka altında tutarak, devrimci siyasal faaliyetin koşullarını alabildiğine kısıtlamakta. Bu denetim, bu abluka, bu baskı kırıldığı oranda devrimci kitle çalışmasının önü açılır. Bizzat kitlelerin örgütlü zoru, bunun temel biçimi olan milis örgütlenmesi geliştirilebildiği oranda, devrimci kitle eyleminin önündeki engeller temizlenir. Engellerin temizlenmesi devrimci eyleme istek duyan emekçi yığınların moralini yükseltir, cesaretlerini artırır. Öte yandan, kitle çalışması geliştiği oranda devrimci zor faaliyetleri güçlenir. Kitle faaliyeti yürüten her devrimcinin, bu yakıcı gerçeği pratik olarak iliklerinde hissettiğine kuşku yok.
Zor örgütlenmesi, en başta da milis faaliyeti, istisnasız bir şekilde mücadelenin her alanında güncel devrimci çalışmanın olmazsa olmazı haline gelmiş durumda. Devrimci kitle çalışmasının önündeki engelleri temizleyecek, onu güçlendirecek temel adımlardan biri bizzat konsey türü örgütlerin iradi olarak yaygınlaştırılmasıysa, diğeri de her alanda hızla milis örgütlerinin yaratılmasıdır.
Konu, devrimci kitle faaliyetinin temel halkalarından biri olarak gecikmeksizin ele alınmalıdır.