Öğrenci gençlik dinci faşist iktidara, onun “astığı astık-kestiği kestik” havalarındaki İçişleri Bakanı SS'e meydan okuyor: “Uzlaşmayacağız, siz geri adım atacaksınız” diyor.
Dinci faşizm baskı ve terörden sonuç alamıyor. Oysa baskı ve terör onun temel gıdasıdır; en etkili silahıdır, bel bağladığı en önemli araçtır. Şimdi o araç, işlevini göremiyor. Aksine ters tepiyor. Nasıl geri teptiğine kısaca bir göz atalım. Haber kısaca şöyle:
“Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun, “Olaylara karışan 150 öğrencinin ailesine bilgilendirme yaptık. Bazı ideolojik ailelerin 'Siz bu işe karışmayın' dediler' açıklamasına, 'Kayyum kolaycılığıyla tanınan 'atanmış' İçişleri Bakanı'nın ithamları, Boğaziçi direnişçilerini de aşıp ailelerimize kadar ulaştı. Biz uzlaşmayacağız, siz geri adım atacaksınız " yanıtını verdi.”
Basit bir meydan okuma ya da her zaman karşılaşabileceğimiz bir gelişme değil. Bu, emekçi sınıflarda, Kürt halkında, gençlikte, kadınlarda, yoksul kitlelerde giderek yükselen bir ruh halinin somut örneğidir. Bu yüzden önemlidir, bu yüzden üzerinde durulmaya değer bir gelişmedir.
Faşizm, dizginlenmemiş bir terördür. Bu çizgi, faşizm için evrenseldir. Faşizm her ülkede o ülkenin ulusal, siyasal, tarihsel, kültürel özelliklerine uygun biçimler alsa da, kitleleri terörize etmek ve bu yolla teslim almak tüm ülkelerdeki faşizmi boydan boya kesen simsiyah bir çizgidir.
12 Eylül faşizmi, işe terörle, idamlarla, zindanlar üzerinde uyguladığı işkence, tek tip elbise vb. uygulamalarla başladı. Çünkü, toplumun emekçi sınıflarını, yoksul kitleleri, gençliği, kadınları evde tutmanın, hareketsiz kılmanın, örgütlü hareketten uzaklaştırmanın başlıca aracıdır bu yöntem. 12 Eylül faşizmi, ilk günden itibaren, faşist terör sayesinde toplumda şok yaratarak bunda bir ölçüde başarılı oldu.
Faşist devlet, devrimci kitle hareketini bastırmak için bu terör, katliam, zindan, gözaltında kaybetme ve açık infaz yöntemlerini sık sık kullandı. Mehmet Ağar adlı faşistin “bin operasyon yaptık” dediği şey işte budur. Tüm bunların amacı, devrimci halk kitleleri üzerinde yıldırıcı bir etki bırakmaktı.
Faşizmin terör politikası, katliamlar biçiminde, 2015 ve sonrasında devam etti. Diyarbakır, Suruç, Ankara katliamlarında başlıca amaç buydu. 2015-2016 “hendek savaşları” adı verilen şehir savaşlarında faşist terör doruğuna ulaştı. Kürt ve Türk halklarını yıldırmak için binalar, içinde bulunan insanların üzerine yıkıldı, binalar içindeki insanlar kimyasal silah ve bombalarla yakıldı; cadde üzerindeki cesetlerin kaldırılmasına müsaade edilmedi. Örnekler saymakla bitmez.
Tüm bunlara rağmen, iki ülkenin emekçi halkları eylemlerinde büyük bir kararlılık, ısrar içinde oldular. Bu kararlılık ve ısrarın bugün bizi getirdiği nokta ise, faşizme açıktan meydan okuma noktasıdır.
Dinci faşizme meydan okuyanlar Boğaziçi Üniversitesi öğrenci gençliği ile sınırlı değil. Sokak ortasında kaçırılıp tehdit edilen, işbirlikçiliğe zorlanan insanlar ne boyun eğiyorlar, ne işbirlikçiliği kabul ediyorlar, serbest kalır kalmaz da kaldıkları yerden devam ediyorlar. İşçiler, patronların polis-jandarma eşliğindeki baskı ve terörlerine meydan okuyorlar. Yoksul insanlar, sokakta görüşlerini ifade ederken korkusuzca ve zindan tehdidini bilerek meydan okuyucu bir tavırla konuşuyorlar. Kürt halkı, her durumda, evlatlarının cenazesi başında boyun eğmeyeceğini, teslim olmayacağını, mücadeleden vazgeçmeyeceğini ilan ediyor.
Kısacası faşist terör etkisini yitiriyor. Ne zindanlar, ne işkenceler, ne gözaltında infaza uğrama tehdidi, ne kitle katliamları; artık faşizmin hiç bir yöntemi kitleleri zapt etmeye yetmiyor. Son zamanlarda, faşist Bahçeli, hezeyan saçarak kitleleri korkutmayı denedi. Savurmadığı tehdit kalmadı. Mafya başlarını aynı amaçla sokağa saldı. Tosuncukları boy boy silahlı resimler çektirdi. Ancak tüm bunlar, faşist Bahçeli'nin alay konusu olmasından başka bir işe yaramadı.
Faşizme ve kapitalizme karşı mücadelede ısrar, kararlılık ve cesaret salgın gibi yayılıyor. Israr ve kararlılıkla sürdürülen her eylem etrafına enerji yayıyor, harekete geçirici bir etki ortaya çıkarıyor, gözlerini eyleme çevirmiş kitlede devrimci eyleme girişme isteği yaratıyor. İşçi sınıfının irili ufaklı tüm eylemlerinde bunu görmek mümkün.
Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin eylemi başka etkiler/sonuçlar bir yana, en çok bu yönüyle incelenmelidir. Eylem, sadece Türkiye'de değil, Avrupa ve Amerika'ya kadar eyleme geçirici bir etki yarattı. Ama sadece Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin eylemi değil; kapitalizme, faşizme, sömürüye, ırkçılığa yönelen hemen hemen tüm kitle eylemleri aynı ya da benzer etkiler/sonuçlar ortaya koyuyorlar. George Floyd ayaklanması bunun bir örneği; sarı yelekliler eylemi bunun Fransız örneği oldu. Boğaziçi Üniversitesi eylemi de Amerika’ya kadar uzanan harekete geçirici bir etki yarattı.
Görüldüğü gibi, faşizme ve kapitalizme karşı gelişecek eylemlerde ısrar ve kararlılık yaşamsal önemdedir. Eylemin uzun sürmesi, etrafını ısıtıp tutuşturmak için gerekli zamanı kazandırıyor.
Birleşik Mücadele Güçleri, kitle eylemlerinin bu özelliğinin farkında olarak görev ve sorumluluk yüklenmeliler. Eylemde kararlı ve ısrarlı kitlelerin yönelimi toplumsal devrimdir. Şimdi devrim zamanıdır! Her kitle eyleminde bulunmak, kitlelere devrimin öz, kısa, hemen anlaşılabilir programıyla gitmek, eylemde kararlılık, ısrar ve cesaret örneği yaratarak öne çıkmak öncülük iddiasının olmazsa olmazıdır.
İki ülkenin emekçi sınıfları, gençliği, kadınları, yoksulları faşizme, faşist devlete, dinci faşist iktidara meydan okuyarak devrime yöneliyorlar. Birleşik Mücadele Güçleri, bu gerçeğin bilinci ve sorumluluğuyla hareket etmeliler.