Bir panik, bir korku, deymeyin gitsin! Asırlar var ki, burjuva sınıf, emekçi yoksul kitleleri defalarca kırıp geçiren hastalıklardan uzak ve güvenli saymıştı kendisini. Oysa şimdi karşılarına öyle bir virüs çıktı ki, ne saray dinliyor, ne garnizon kuleleri koruyabiliyor onu. Bu yüzden sıtma görmemiş sesleriyle bastılar yaygarayı: “Karantina! Herkes evine kapansın. Ama siz değil proleterler! Siz eskisi gibi fabrika kapılarında sıraya girmeye, tezgah başında ter dökmeye devam.”
Şimdilerde dönekliği, şairliğine baskın gelmiş adını anmaya değmez biri, çok eskiden kalemini keskin işletirmiş:
“Soframızla kesemizi birleştiren biyoloji
Hadım tarih, kundakçı matematik, geri zekalı gramer
Hepsi bir olup alnımıza
Verem olmak üretimi düşürür” ibaresi çizer.
Birileri şu manzaraya bakıp, bunun sınıflar üstü bir kriz olduğu vaazlarına başladılar. Tam bir ahmaklık! Oysa tarihte pek az olay vardır ki, böylesine burjuva sınıfla proletarya arasındaki yaşamsal çelişkileri dünya çapında bu denli görünür kılsın. Bir yanda tavana kadar yiyecek ve ilaç dolu evlerine kapatan korku ve endişeyle yaşamsal pratiği felç olan burjuvalar; diğer yanda kendini bir felaketin gözden çıkarılmış kurbanları gibi fabrika kapılarında bulan proletarya. Bir yanda ter görmemiş sırtını korkuyla evinin duvarlarına yaslayan bir sınıf, diğer yanda kırk derece ateşle makinenin hızına yetişmeye çalışan ve toplumun tek yaşamsal faaliyetini cesaretle sürdüren bir sınıf.
Ama sanmayın ki, burjuvazi sadece virüsten korkuyor. Hayır. Bu felaketin daha şimdiden bütün gücüyle harekete geçirdiği yıkım dinamikleri ve elbette, sonuçta başını kaldıracak bir devrim pandemisi, burjuva sınıf için çok daha korkutucu bir gelecek vaad ediyor.
“19 Şubat-12 Mart arasında dünya borsalarındaki kayıp %40’ı buldu. Başka bir zamanda ola, sekiz sütuna manşetlerde, son dakika bantlarında akacak bu haber, şimdilerde konuşulmuyor bile. Çünkü burjuvazi asıl tarihsel korkusunu ele vermek istemiyor. Kırk derece ateşle çalışmaya alışkın bir sınıfı hastalıkla korkutmaya çalışmak ancak burjuva gerzekliğin eseri olacaktır. Ama o sınıf işsizlikten ve açlıktan korktuğu kadar korkmuyor hastalıktan. Sonunda pandemi çekip gidecek, geride ekonomik ve siyasi bir enkaz bırakacak ve işte o zaman asıl büyük fırtına kopacak. Sekiz sütuna manşetler bu yüzden suskun!
Marksizmi yeniden baş aşağı çevirmeye heveslenmediği ender anlarda aklı başında laflar etmeyi bilen Zizek haklıdır: “Artık komünizmi konuşmaya başlayacağız.” Zizek, en azından, marksizmden öğrendiklerini sürekli kendini kaptırdığı “ya şundadır ya bunda” fallarına alet eden Ergin Yıldızoğlu’ndan daha net konuşmuş. Konuya dair ne hikmet bahsetmiş Yıldızoğlu: “Sanırım büyük değişimlerin arifesindeyiz.” Nasıl da berrak, iki anlama gelmeyecek bir saptama değil mi? İnsanın boğazı düğümleniyor, can sıkıntısından ölesi geliyor insanın.
Burjuva sınıfta zirve yapan korkunun, pandemi öncesine ait bir hikayesi var. Kapitalist dünya sisteminin bir kez daha 2008 benzeri bir çöküşe doğru gittiğini, bizzat sermayenin sözcüleri dile getirmişti. Davos’ta toplanan dünyanın efendileri, durumu özetlemek için şu ifadeyi kullanmışlardı:
“2007’yi yaşıyoruz” yani en azından bir seneleri olduğunu varsaydılar. Oysa korona pandemisi işleri öylesine kontrol edilmez bir güçle altüst etti ki, burjuva sınıf tümüyle hazırlıksız yakalandı.
Borsalar tarihin en hızlı çöküşlerinden birini yaşadı, dünya çapında üretimdeki iş bölümünü düzenleyen tedarik zinciri ve para akışı durdu. Ve hemen o eski, işe yaramaz ezberlerine sarıldılar. Merkez Bankaları acil koduyla toplanıp faizleri sıfıra doğru çektiler, trilyonlarca dolarlık kredi-parayı piyasalara saldılar. Sonuç ne mi oldu? 2008’dekinin tam tersi. Bu adımlardaki aciliyet paniği daha da arttırdı. Bir anda “Nakit kraldır” dönemine dönüldü. Borç zinciri kırıldı ve elinde parası olan kasasında tutmakta ısrar etti.
Henüz çöküşün başlarındayız, ama nereye doğru gittiğini öngörmek hiç de zor değil. Zincirleme iflaslar, kepenk indiren bankalar ve diğer yanda işini kaybeden, evini, arabasını, diğer biriktirdiği ne varsa fırtınaya kaptıran öfkeli on milyonlar. Kimi suçlayacaklar, kimden çıkaracaklar öfkelerini, koronavirüsten mi?
2008 çöküşü gelip kapıya dayandığında dünyanın sokakları devrim sloganlarıyla çınlıyordu. Devrimin en güçlü dalgası ancak üç yıl sonra 2011’de dünyayı etkisine almıştı. Oysa şimdi yalnızca ekonomik boyutu değil, 2008’den farklı olarak dört başı mamur bir siyasi krizle karşı karşıyayız ve çöküş tam da dünya devrim fırtınasının ortasına düşüverdi. Kimsenin üç yıl beklemeye sabrı yok.
Proletarya ne yapmalı? Her şeyden önce gırtlaklarına kadar burjuvaziye güvenle dolu sefil reformistlerin kuyruklarına teneke bağlamalı. Duyuyorsunuz ne diyor şu sefiller; belki bu topraklar tarihin en çok nefret duyulan dinci faşist iktidarıyla işbirliği öneriyorlar: “Bu cenazeyi birlikte kaldıralım” diyorlar. “Ama bu işbirliğine işçi sınıfını da ikna edebilmemiz için bir lütufta bulunup işçi çıkarmaları yasaklayın...” Pandemi kriziyle bir uçurumdan aşağı yuvarlanmaya başlayan dinci faşist iktidara, tutunabilmesi için dal uzatmaktan başka bir anlam taşımıyor.
Proletarya yalnızca bu topraklarda değil, tüm dünyada, burjuva sınıfı tarihin çöplüğüne gönderecek bir devrim fırsatı yakalamıştır. Pandemi tüm dünyayla bir dizi devrimi yaşamsal bir aciliyet noktasına taşıdı. Bu fırsatı bir takım naif “insancıllık” adına kasabın bıçağını yalayan kurbanlık koyun gibi davranarak kaçırmak, tarih ve insanlık adına en caniyene, en darkafalı tutum olacaktır.
Burjuva sınıf, pandemi günlerinde dünyayı, toplumları yönetmeye dair bir becerisi ve de yüreği olmadığını kanıtlamıştır. En kritik zirvelerini bile erteliyorlar. Proletarya ise, tek tek bireylerinin cesareti nedeniyle değil, ama temel varlık koşulları nedeniyle en korkutucu felaketler karşısında bile metanetle işini sürdürebilen bir sınıf olduğunu kanıtlamıştır. Açlık ve işsizlik korkusunun, tarihi ve evrensel amaçlar uğruna bir devrim için engel tanımayan bir cesaretle dönüşebildiği bir dönüm noktası vardır ve o şimdiki andır.
Virüsün son kurbanı toprağa verildiğinde, son mezarı boş bırakın. Çünkü oraya gömülecek, dört yüz yıllık köhne bir toplum var.
Umut Çakır