Hayal kurmak… Hayal kurma denince aklınıza ne gelir diye sorduğumuzda, herkesin aklına elbette farklı durumlar gelecektir. Bireysel kurtuluşunu değiştirmeyi isteyenden, kendi yaşamı, sevdikleri kariyeri, diğer canlıları düşünerek hayal kuranlardan, çağımızın Don Kişotları’na kadar herkes hayal kurar. Ev, kariyer, sevgi, yaşam aklınıza gelebilecek ve gelmeyen her şeyle ilgili insanlar hayal kurabiliyor. Çünkü insan bilincinin belli bir kapasitesi vs. olabilir, fakat hayal kurma eyleminin sınırı olabilir mi? Bizce olamaz. Düşleme, ötesini düşünmenin sınırı yoktur. Kendi yaşamlarımıza bakalım, hepimizin kendi düş dünyasında yaşamı için irili, ufaklı çok ütopik olanından ayakları daha yere basana kadar birçok hayali vardır.
Hayal kurma eyleminin kendisi, aslında yapabileceklerinin ötesine geçme, bir şeyi başarabilme eylemidir aslında. Hayal kurma eylemini hangi bağlamda düşünüyoruz. Sadece bireysel kurtuluşu hedefleyen, beynimizin içinde dönüp dolaşan istemler mi yoksa toplumsal kurtuluşu, dünyayı, doğayı ve insanlığın geleceğini de kapsayan bir düşler bütünü olarak mı?
İnsanlık geçmişten günümüze yaratıcılığını kullanarak, düşleyerek ve merak ederek tarihsel evrim içerisinde bugünlere geldi. İlkel komünal toplumdan, gericiliğin en korkunç olduğu zamanlara, insanlığın düşünsel, teknolojik, üretim biçimi ve yaşam tarzı olarak en çok ilerlediği bugünlere kadar insanlar hep hayal etti, merak etti, bir adım öteye geçmek istedi. Dönem geldi, düşünmek bile yasaklandı, insanlar esir alındı, insanın sadece itaat etmesi, düşlememesi istendi.
Egemen sınıflar köleci, feodal ve kapitalist toplumların tümünde tarihsel olarak ilerlese de sınıfsal olarak, erk olarak ezilen sınıflara karşı baskıcı, gericiydi. Gericiliğin içinde tarihsel ilerleme boğulmak istendi. Özgür, ilerici bir dünyayı düşünenler, hayal edenler, savunanlar yakıldı, yok edilmek istendi.
İnsanlığın tarihinde bilimsel, düşünsel gelişmeler hep merak eden, hayal eden, araştıran insanın, sorgulayan beyinlerin eliyle gerçekleşti. 1830-1848 Devrimlerinde, 1871 Paris Komünü’nde Paris'te göğü fethe çıkıp ateş ve soğuk çeliğin, barutun ve gericiliğin içinde sınanan milyonlarca işçi, emekçi düşlemekten vazgeçmedi. Toplum tarihlerinde, halk yığınlarının özgürlüğü için dövüşmesinden yeni bir toplumu kurmasına, nesnel gerçeklikten hareket edip, özgürce düşleyen ve işçi sınıfının teorisini yazan Marx, Engels, Lenin’e kadar hepsi bulunduğu yere sığmayarak daha fazlasını düşledi düşledikleri dünya için emekçilerle birlikte dövüşmekten vazgeçmedi.
İşte Rus işçi sınıfı, emekçi hakları 1917’nin o soğuk ve çetin Ekim günlerinde despotizme, yozlaşma ve çürümeye, sömürüye ve açlığa karşı özgür bir dünyayı düşleyen kararlı ordulaşmış Rus işçi ve emekçileri yıktılar despotizmin, gericiliğin kalelerini ve kurdular işçiden, emekçiden yana dünyayı.
Peki Rus işçilerinin düşlediği, istediği özgür dünya ayakları yer basmayan, ütopyalardan mı oluşuyordu? Yıl 1917. Günlerden Ekim, sömürünün ve açlığın, savaşın ve ihanetin içinde Rusya kıvranıp duruyor. 1800’lerin ortalarında ortaya çıkmaya başlayan devrimci gruplardan 1917’lere kadar savaş ve mücadeleyle geçen uzun zaman sonunda, işçi sınıfı yıllardır özlemini çektiği partisine 1903’te kavuşmuş, uzun baskı ve gericilik yıllarından sonra 1905’te ayağa kalkmış, yenilmiş zor koşullar altında da olsa mücadele, Ekim Devrimi ve sonrasında da zaferle taçlandırılmış ama hiç kesintiye uğramamıştır.
Ve evet tarihte ilk defa işçi, emekçilerin iktidarı kurulmuştur, Sovyetler. Burada Ekim devrimini uzunca anlatmak gibi bir niyetimiz yok, ama konumuzun bağlamında bazı dersler çıkaralım istiyoruz. Tarihteki her ilerleme, her buluş, insanlığın ilerlemesini hedefleyen her hareket özgürce düşlemekten ve toplumcu kurtuluşu savunmaktan geçiyor demiştik. İşte Rus işçilerinin, komünist partisinin yıkılmazlığı, yenilmezliği tam da buradan geçiyordu. Her türlü saldırı ve darbeye rağmen özgürce düşleyen, inandığı, hayalini kurduğu devrimci bir iktidar için evlatlarını vererek zafere ulaşan Rus halkı.
Evet, düşlenen şey nesnel zemini varsa mutlaka gerçekleştirilebilir. İşte tarihte öne çıkan Che, Fideller, Denizler, Alman devrimcileri, Bulgar komsomolcuları, Vietnam halkı, Kürt halkı. Özgürlüğünü düşleyen, insanca bir yaşam için öne atılan, emperyalizme, faşizme, gericiliğe savaş çağrısı olmuş insanlar, yığınlar...
Hala düşlemekten korkuyor musunuz? Onlar düşlemeseydi, yola çıkmasaydı bugün buralara gelemezdi, tarihe adlarını altın harflerle yazdıramazlardı. Belki tarihte anonim olabiliriz, ama o halk denizinin içinde onurlu idealler için dövüşmek, o hayali gerçek kılmak için ter dökmek bizim düşümüz olsun. Hani yorgun bir günün ardından, işçi grevinin ardından, bildiri dağıtıp kafamızı yastığa koyduktan sonra hep sorarız ya kendimize ‘Bugün insanlık için, devrim için ne yaptın diye’? İşte o an şu cevabı verebilmek ‘Bugün düşünü kurduğum insanların sömürülmediği, bebeklerin açlıktan ölmediği, insanlığın geriye götürülmediği, ayaklar altına alınmadığı bir dünya için çalıştım’.
İşte biz hayal kurmayı seven gençlik olarak yolumuza düş kurma, yeniyi yaratma eyleminden vazgeçmeyelim. Çünkü faşizm her yolla bizi ele geçirmeye çalışıyor. Ve en çok da onlar gibi düşünen, gerici, tükenmiş, umutsuz insanlar istiyor. Sadece elindeki cımbız, çantasındaki kitap, evindeki bilgisayar, gelecekte kazanacağı para olan gençler istiyorlar. Ancak biz diyoruz ki böyle bir hayat yaşanamamış bir hayattır, zincirlerini kıramayan hayal kuramayan, düş göremeyen insanlardan olmayacağız. Biz devrimin ve özgürlüğün bizi çağırdığı bu günlerde bu savaşta yerimizi almak için elimizden geleni yapalım.
Düşmanın sayı ve güç üstünlüğü bizi yanıltmasın; gerçekçi olup imkansızı isteyenler, dövüşe dövüşe yürüyenler yeniyi kurar. Şairin dediği ‘Gülmek, bir halk gülebiliyorsa gülmektir’ sözlerini unutmadan faşizme karşı özgür, güzel bir dünyayı kurmanın hayal edelim. Sadece son birkaç yılda ortaya çıkan, biriken çelişkilere bakın. Haydi yel değirmenleriyle dövüşülecek dostlar, ama kazanmayı hayal edelim!
Umut Güneş