Geçtiğimiz günlerde Avrupa Yayın Birliği’nin (ECB) 18-35 yaş arası yaklaşık bir milyon insanla “Önümüzdeki günlerde veya aylarda iktidardaki kuşağa karşı büyük ölçekli bir ayaklanma yaşanması halinde, ona aktif bir şekilde katılır mısınız?” sorusunu sorarak bir anket gerçekleştirdi.
Ankete katılanların yarıdan fazlası, yüzde 53’ü “evet” yanıtını verdi. Bu rakam, Yunanistan’da ve Fransa’da yüzde 60’ın üstündeydi. Aslında bu veriler sadece Avrupa’da değil dünyanın birçok köşesinde ayaklanmalarda, toplumsal kabarışlarda, eylemlerde gençlik başı çekmektedir. Toplumun en dinamik kesimi olan gençlik, hareketli ve üretici olmasından ötürü toplumun en hareket halindeki kesimleridir.
Öğrenci gençlik toplumun aydın karakterdeki kesimi olması, kapitalizmin öğrenci gençlik için geleceksizlik, yüksek oranlarda işsizlik, gericileşme ve çürüme ifade etmesinden ötürü kapitalist sisteme karşı hareket halinde.
Genç işçiler yoğun sömürü koşulları, yaşam ve geçim derdi, toplumsal yaşamda kendini var edememe, sosyal yaşamının yoğun sömürü koşulları ve çalışma sisteminden ötürü kapitalist sisteme karşı isyan etmeye en hazır, sınıfsal konumundan ötürü savaşın en ön cephelerinde dövüşmeye en hazır kesimidir.
Emperyalist-kapitalist sistemin 2000’lerden itibaren derinleşmeye başlayan siyasal, ekonomik ve toplumsal krizlerinin sonucunda gerçekleşen ayaklanmalara bakıldığında, eylemlerin en aktif ve büyük katılımcısı genç işçiler, öğrenciler ve yoksul gençlik olduğu görülüyor. Seattle eylemlerinden, Güney Amerika’daki öğrenci mücadelelerine, Avrupa’daki sokak çatışmalarından, Arap devrimlerine, Amerika’daki Occupy (İşgal Et) hareketlerine, Gezi’den Rojava’ya kadar bu mücadelelerin, ayaklanmaların, devrimlerin başını gençlik çekiyor. Bazen yoksul bir işçi genç olarak sokak ortasında kendini ateşe veriyor, bazen taş, molotof atarak kavganın örgütleyicisi oluyor, bazen de dinci-faşizme karşı savaşırken ölümsüzleşebiliyor.
Tüm bu tablonun önümüze koyduğu ise şu: işçi sınıfı, emekçiler ve özellikle de gençlik eskisi gibi yönetilmek istemiyor, kendi yaşamını eline almak ve geleceğe güvenle bakabilmek istiyor. Bunun da günümüz kapitalist sitemiyle mümkün olamayacağını görüyor. Bundan ötürü savaşın en militan, en cüretli kesimi gençlik.
Böyle hareketli bir gençlik karşısında ise sermaye sınıfı dünya genelinde aynı yönelime sahip. Gericileştirme, apolitize etme, örgütsüz bırakma. Dünya genelinde gerici, dinci, faşist örgütlenmeler uzun zamandır hiç olmadığı kadar artmış durumda. Devrim küresel çapta gelişip büyürken karşısında birleşmiş bir karşı-devrimi de örgütlüyor.
Uzun zamandır dinci-faşistlerin gençliği gericileştirmek için uygulamaya çalıştığı eğitim sistemi bilimsellikten uzak, dogmalarla, şovenizmle yüklü dinci-faşistlere, ırkçılara peşkeş çekilmiş bir eğitim sistemi. Bir taraftan eğitim sistemi ciddi ölçütlerde gericileştirilirken, diğer taraftan akademi tasfiye edilmeye çalışılıyor. Sistematik bir şekilde üniversitelerdeki baskı ve gericileştirme çemberi genişletilmekte. Devrimci, ilerici öğrencilere yönelik tutuklama, soruşturma, disiplin ceza furyaları artmış durumda.
Diğer taraftan ise Cizre-Sur savaşlarında militanlığını, cesaretini gösteren Kürt gençliğine yönelik asimilasyon çalışmaları, kayyum atanan bütün bölgelerde önce dil, sanat, tarih gibi ortak hafıza, kültür ögeleri dernekler, kurumlar kapatılarak genişletilmekte. Ayrıca el konan belediyelerde Kürt tarihini unutturmak için, sistemli bir şekilde asimilasyon çalışmaları yapılıyor. Örneğin Kürt tarihini çarpıtma daha çocuk yaştaki gençleri milliyetçi ögelerle anlatarak gerici devlet tarihini kökenlerini gençlerin belleğine kazımak ve onlara kökenlerini unutturmak için yaygınlaştırılıyor.
Dinci-faşizm topluma özellikle de ilerici kesimlere saldırırken her yöntemi dener. Gelecek kuşakların gericileştirilmesinin şimdiki gençliği, genç nüfusu gericileştirmek olduğu faşist devlet tarafından çok iyi biliniyor. Bundan dolayı her türlü gerici, ırkçı, örgütlenme liselere, üniversitelere yerleştiriliyor, okulların, akademinin ilerici akademisyen kadroları meslekten men ediliyor. Buna ek olarak toplumsal yaşamdaki yozlaştırma, uyuşturucu, tüketim kültürü ile gençliğin gericiliğin sarmalında sıkıştırılmasını saymıyoruz bile.
Şu ana kadar saydıklarımız dinci-faşizmin bu topraklarda kendini var edebilmesi için neler yaptığını sıraladık. Peki şimdi şu soruyu da eklemek lazım. Dinci-faşizmin gençlik üzerindeki bu yoğun baskısına karşı neler yapıyoruz ve yapmalıyız?
Yaşadığımız topraklarda toplum net bir şekilde iki düşman kampa ayrılmış durumda. Sermayenin ve faşist devletin arkasında palazlanan faşist kesimler ve onların karşısında olan ilerici, demokrat, devrimci kesimler. Bu ilerici kesimlerin en başına gençliğin büyük kesimlerini eklemek gerekiyor. Dinci-faşizm ne kadar uğraşırsa uğraşsın herkesi kendi cephesine çekemiyor ve karşısında kalabalık yığınları görüyor.
Gençlik içinde faaliyet sürdüren devrimci güçler olarak tabloyu incelediğimizde henüz geniş gençlik kesimlerini kucaklayabilmiş değiliz. Bunların birçok nedeni olmakla birlikte temel sıkıntılarımızdan biri devrimci politika ve şiarların gençlik içerisinde daha etkili, daha hızlı ve daha militan bir şekilde savunulmasıdır. Ortaya koyduğumuz ‘devrimci iktidar, geçici devrim hükümeti’ gibi şiarları herkesin anlayabileceği, Leninistlerin savunduğu devrim programını daha fazla insana ulaştırmalıyız, ulaştırabiliriz. Daha etkili bir çalışma için bağımsız, ilerici gençlik unsurlarıyla politik söylemlerimizle daha sıkı ilişkiler kurabiliriz.
Bu kadar hareketli bir toplum ve gençlik içinde savunduğumuz devrimci program ve şiarlara kulaktan kulağa yayılacaktır. Yeter ki anlatmayı ve daha yaygın şekilde ilişki kurmayı bilelim.
Unutmayalım, dünyada bir hayalet dolaşıyor, komünizmin hayaleti. O hayalet ise cisimleşmeyi bekliyor.
Umut Güneş