Kapitalist sistem yapısal bir krizin içinde. Bu kriz tıpkı daha öncekiler gibi arkasında büyük bir yıkım bırakarak zengini daha zenginleştirirken, yoksulu daha da yoksullaştıracak. Dünyanın tüm ekonomistleri, 2008’de başlayan bu büyük krize çare bulamadıklarını, yolun sonuna gelindiğini itiraf etmekteler.
Hepimiz internetten, TV’lerden, gazetelerden dolar ve euronun artışını kaygıyla izliyor, elimizdeki paranın eridiğini, alım gücümüzün hızla azaldığını görüyoruz. Pazarda sebzenin meyvenin fiyatından tutun da, bindiğimiz dolmuşun parasına, elektrik-su faturalarına kadar her alanda zamlar almış başını gidiyor. İhtiyaç listemizi azaltıp, eliyoruz.
Dövizin artmaya devam etmesi ile bugünkü kurdan malını elinden çıkarmak istemeyen sermayenin, hammadde bulma zorluğu iç içe geçmiş durumda. Üretim durdu ya da durma noktasında. Her krizde büyük batışlardan kaçmak gibi büyük vurgunlar yakalamak da zenginlerin marifetidir. Emekçilere “dolarlarınızı bozun” öğüdü verenler, kur farkından milyarlarca doları cebe indirdi. Fırsat bu fırsat kadrolu, güvenceli işçiyi çıkarıp yerine taşeron almak ve sayıyı azaltıp uzun çalışma saatlerine razı etmek için bu fırsatı kullanıyorlar. Ankara’da, Antep’te binlerce işçi kriz bahanesiyle tazminatsız kapının önüne kondu bile. Önümüzdeki günler bu sayı katlanarak artacak.
“Kriz!” çığlıkları arasında vergi borçları silinen holding patronları RTE’ye desteklerini açıklamak için sıraya girdiler. RTE "kurtuluş savaşını" ilan eder etmez İYİ Parti, CHP, MHP hepsi bu davaya omuz vereceklerini beyan edip, seçimde olduğu gibi dinci faşist iktidarın arkasına dizildiler. Bu tabloda şaşılacak bir şey yok aslında. Düzen partileri bizlerin oylarıyla, zenginlerin iktidarlarını ayakta tutmaya yararlar.
Kendileri saraylarda yaşayıp, milyar dolarlarını yurt dışına kaçıranlar, 1600 lira asgari ücretle geçinen işçiden bu "milli davada" fedakarlık istiyor. Yandaşlarına açtıkları tüm ihaleler döviz üzerinden. Onlar da karlarını ikiye katladılar bile. Koçlar, Sabancılar, Cengiz holdingler, bankalar milyarlarca dolar kar ettiklerini övünerek açıklamışlardı. Şimdi hep bir ağızdan “bu gemi hepimizin” diyorlar. Bu gemi hiçbir zaman bizim olmadı. Onlar, işçiler emekçilerin yarattıklarına el koyarak kaptan dairesinde keyif çatarken, bizler ambarlarda ter dökenleriz.
Kanımızdan, canımızdan sömürerek kurdukları zenginlikleri çöküyor. Emeği ve doğayı talan eden bu sistemin itmezsek düşmeyeceğini, her şeyi yutmadan da doymayacağını biliyoruz. Yoksullaşan ve hızla işlerini kaybeden işçiler, emekçiler kredilerini ödeyemeyince yıllarca dişinden tırnağından arttırarak aldığı evine arabasına el konulmasına göz yumsun, bu düzen böyle sürsün diye bizi kandırmaya çalışıyorlar. Hepimiz “fedakarlık” edersek bu kriz aşılacakmış! Zenginler yoksullardan kendilerini daha da zengin etmeleri için yoksulluğa, yozlaşmaya, yobazlığa sessiz kalmalarını istiyor.
Zenginler ve onların devleti "milli dava" senaryosuyla bu krizden kurtulmak için her kanaldan var güçleriyle bağırıyor. Ne yazık ki emekçilerin saflarında olduğu halde bu senaryoya inananlar var. Dinci-faşizmin ABD’nin ve diğer sömürücü devletlerin desteğiyle yıllardır iktidarda tutulduğunu gizlemeye ortak oluyorlar. Tüm yeraltı ve yerüstü kaynaklarımızın nasıl da onlara peşkeş çekildiğini unutuyorlar.
Her gün yüzlercesi batan küçük esnaf, işsiz kalan, ücretsiz izin adı altında hakları gasp edilen işçi, güvencesiz çalışmaya zorlanan emekçi, gelecek kaygısıyla öfkelenen genç, ilaç bulamayan hasta, aşağılanan ve çocuklarının açlığıyla baş başa kalan kadın, erkek şimdi soruyor,
NE YAPMALIYIZ?
Zenginlerin “devlet” gibi bir örgütlülüğe sahip olduğunu, her ekonomik ve politik krizde güç birliği yaptığını görüyoruz. Bize karşı olmakta tereddüt etmiyorlar. Katliamlara, saldırılara, tutuklamalara, savaşlara hep birlikte onay verip göz yumanlar “krizin faturasını işçiler, emekçiler ödesin, hepimiz aynı gemideyiz” demekten çekinmiyorlar.
Zalimin zulmü ezilenin sabrına bakar! Her şeyi olanlarla hiçbir şeyi olmayanların karşı karşıya geldiği durumda birinden birinin yenileceği kesindir. Ya zenginler bu krizden güçlenerek çıkacak ve arkalarında işçilerden emekçilerden ve talan edilmiş doğadan bir yıkım bırakacaklar ya da biz hiçbir şeyi olmayanlar onların bu zayıf anından bir devrim için yararlanacağız.
Çektiğimiz tüm acıların, yoksulluğun kaynağı, temeli kapitalist düzendir. Bu kaynağı ortadan kaldırmadan hiç bir temel sorunumuzu çözemeyiz.
Yapmamız gereken şey, zenginlerin egemenliğini, iktidarını, onların kapitalist düzenini yıkmaktır.
Yapmamız gereken şey, bir devrimle halkların devrimci iktidarını kurmaktır.
Yapmamız gereken şey, onların tüm zenginliklerine, fabrikalara, sanayi işletmelerine, bankalara, büyük toprak mülkiyetine halk iktidarı adına el koymaktır.
Tüm acılarımızdan, yoksulluğumuzdan kurtulmanın başka yolu yok!
Size bundan başka kurtuluş yolu olduğunu söyleyenler, sizi zenginler, burjuvalar hesabına aldatmaya, kandırmaya çalışanlardır. Onlara inanmayın, aranızdan uzaklaştırın!
Fabrikalar Tarlalar Siyasi İktidar Her Şey Emeğin Olacak!
Mücadele Birliği Platformu / İzmir