< Şimdi Değilse Ne Zaman!

Çağımızın gençlik açısından en büyük sorunu olan genç işsizlik oranları çığ gibi büyümeye devam ediyor. TÜİK'in Aralık ayında açıklamış olduğu genç işsizlik oranlarını aktararak başlayalım:

-İlköğretim ve altı genç işsizlik oranı; %15.6

-Ortaöğetim işsizlik oranı; %18.9

-Yükseköğretim işsizlik oranı; %20.5

-15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı ise %26.1

Evet, verilerden de anlaşılacağı üzere Türkiye'de genç işsizlik oranı epey yüksek, hatta TÜİK'in rakamlarla olan cambazlığını da hesaba katarsak, bu veriler tüm oynamalara rağmen yine oldukça yüksek.

Covid-19 salgını ile birlikte Türkiye'de son dönemde artan işsizlik oranları içerisinde genç işsizlik önemli bir yer tutmaktadır. Bu işsizlik durumunun, atanamama durumunun çoğu kez intiharlarla son bulduğunu bizzat en yakın çevremizdeki örneklerle yaşıyoruz. Tabii, dindar ve kindar bir nesil yaratmak isteyen iktidarın söylemlerine bakacak olursak “iş beğenmiyoruz”, iş beğenmediğimiz için işsizlik artıyor. Ayrıca “üniversiteyi bitiren her genç çalışmak zorunda da değil”miş.

Bu ifadeleri okuyan arkadaşlarımız hiç şaşırmasın. Dinci faşist devletin en tepesindekiler gençlik açısından işsizliği, geleceksizliği bu söylemleri ile olağanlaştırıyor ve yaşadığımız sistemde işsizliği, geleceksizliği yeniden ve yeniden üretiyor. Kapitalist üretim tarzının, varlığının devam etmesi durumunda işsizlik oranları her geçen gün büyümeye devam edecek ve böylece üretim sürecinin dışına itilen genç işsizlerin yaşamı daha dayanılmaz hale gelecektir.

Biz gençler iş beğenmiyoruz doğru. Neden beğenelim? Beğenmek için haklı bir gerekçemiz yok. Yirmili yaşlarımıza kadar bir şekilde zorluklardan geçerek eğitim alıyoruz, fakat eğitim aldığımız bölümlerde ne yazık ki istihdam edilmiyoruz, orada herhangi bir yatırım veya iş sahasının olmadığını görüyoruz. Bu durumun böyle olmadığına inananlar varsa, üniversitelerden mezun olup iş bulamayan gençlerin sayısına bakabiliriz. Bu sayı, 1.5 milyona yaklaştı. Okuldan mezun olup da kendi alanında iş bulamadığı için hizmet sektöründe, kafelerde, barlarda, inşaatlarda çalışan veya yurtdışına kendi alanında iş bulma umuduyla gidenleri saymıyoruz bile.

Bir diğer noktayı açıklayacak olursak; hiçbirimizin kendi yeteneklerimiz, ilgi alanlarımız, becerilerimiz gözetilerek eğitim alamıyor oluşumuz ve bizlere bu konularda alan açılmaması ve buna gereken önemin atfedilmemesi...

Örneğin görsel sanatlar, müzik, dans, spor alanında gelişmek, ilerlemek isteyen arkadaşlarımıza hiçbir zaman istedikleri gibi alan açılmıyor. Bahsettiğimiz alanlar her açıdan o ülkelerinin sosyal ve insani gelişmişliği için çok önemli alanlardır. Zaman sanat, dans, spor alanlarında belli çalışmalar olduğunu söyleyebiliriz, fakat bunun sınıfsal bir şekillenişinin de olduğunu görebiliyoruz. Bu açıdan emekçi, işçi ailelerden gelen genç arkadaşlarımıza gerek konservatuar sınavlarındaki torpillerle, gerek spor alanındaki mülakat ve seçmelerdeki usulsüzlüklerle çok yetenekli olsalar bile bölümlere yerleşemediklerini görebiliyoruz.

Aynı şey, icra edeceğimiz meslek açısından başarıyla kazandığımız hatta derece yaptığımız sınavlarda getirilen mülakatlar için de geçerli. Bu mülakatlarda biz gençler eğer dinci faşist iktidarın yanında taraf değilsek, bu ülkenin “reisi” kimdir sorusuna RTE cevabını vermiyorsak, biz o mülakatta artık ömrü billah geçemeyeceğimizi biliyoruz, hepimiz bunu bilince çıkarmış vaziyetteyiz.

Bu ülkede herhangi bir alanda derece yaparak sınavı kazanan fakat bu sistem ile sorunları olan ve bu sistem içerisinde yaşamak istemeyen, geleceği için mücadele eden ya da kimliği noktasında sıkıntılar yaşayıp atanamayan binlerce genç arkadaşımız var. Bu yazıyı okuyan genç arkadaşlarımız da eminiz ki hepimiz gibi bu sorunları yaşıyor.

Şimdi tekrar soruyoruz? Hal, vaziyet bu iken neden iş beğenelim? Bizler farklı farklı alanlarda yetkin duruma gelebilecekken, neden yaşadığımız sistemde “Bu iş de olur, aman iş olsun da” deyip kendimize, hayallerimize sırtımızı dönmek zorunda kalalım?

Bunları söylerken, kendi mesleğini bir şekilde icra edebilen herkesin durumundan memnun olduğu sonucu çıkmasın. Bugün bu düzende, görece toplum nezdinde iyi meslekleri fakat bundan mutsuz olan binlerce genç arkadaşımız var, bu sonucu da böyle görmek gerekiyor. Çünkü, ne kadar çalışsak da bu sistemin bize vadettiği şeyler mutsuzluktan, umutsuzluktan, daha da yoksullaşmaktan başka bir şey değil. Bunun şöyle bir örneğini vermek istiyoruz. Genç bir sağlık emekçisi bir arkadaşımız bir röportaj veriyor: “Çalışmıyor gençler deniliyor, ama ben kendimden örnek vermek istiyorum. Ben sağlık emekçisiyim bazen 24 saat nöbet tutuyorum ama cüzdanımda para yok. Artık o kadar sabrım kalmadı ki, o kadar tahammülüm kalmadı ki, mutsuzluktan, ekonomik sıkıntılardan... O kadar mutsuzum, umutsuzum ki, o kadar önümü göremiyorum ki, şimdi bana yolda giderken bir araba çarpsa sevinecek durumdayım”.

Evet, aslında bu sözler azgınca sömürüye dayalı kapitalist sistem içerisindeki durumumuzu çok iyi ifade etmiş, özetlemiş. Bu ülkede yoksulluk sınırı 8.000 lira olmuşsa, aldığımız asgari ücretin veya bir tık üzerindeki ücretin yaşamımızda hiçbir karşılığının olmadığını yaşayarak görüyoruz.

Hayır, bizler gençlik olarak bize dayatılan bu işsizliğe, geleceksizliğe, niteliksiz eğitime, yoksulluğa karşı ses çıkarmak zorundayız.

Biz gençliğiz, geleceği kuranlar biz olacağız. Dünyayı değiştirme hedefinde ve iddiasında olanlarız ve en dinamik gücüz. Devrimin motor gücüyüz. Gelecekten alacaklıyız.

Bugün hayatımızı, geleceğimizi bizden çalanlara karşı ayağa kalkmazsak yarın çok geç olacak. Neden mi? Bugün dünyanın her yerinde ayaklanmalar, protesto gösterileri, eylemler mevcut. Keza yaşadığımız topraklar da ayaklanmaya gebe topraklardır. Herhangi bir genel bahaneyle sokakları, meydanları zapturapt etmemiz an meselesi. Tabii burada bu toplumsal patlamanın tarihini vermek gibi bir iddiada değiliz. Fakat o günlerin çok yakın olduğunu biliyoruz.

Bu durumun maddi temellerini bilimsel sosyalizm bize verdiği öngörü ve yaşamını somut durumunun somut tahlilini yaparak görüyoruz. Gerçekten toplumun tüm kesimleri bu sistemde yaşamaktan bıkmış durumda, bu sistemin bizlere daha fazla yoksulluk, daha fazla açlık, daha fazla yıkım getirdiğini herkes bilince çıkarmış durumda. Bu toplumsal kesimler arasından olan gençlik gerçekten kalıcı bir değişiklik istiyor artık.

Dindar ve kindar bir nesil yaratmak isteyenlerin söyledikleri gibi “Gençlik olarak bu sistemde bir şey beğenmemeye devam edeceğiz”. Beğenmeyeceğiz, yetinmeyeceğiz çünkü bu düzen içerisinde kendi istek ve arzularımızı gerçekleştiremiyoruz. Beğenmeyeceğiz, çünkü kendi gelişimimizi sağlamak için olanakların çok kısıtlı olduğunu görüyoruz. Beğenmeyeceğiz çünkü, dilediğimiz sosyal faaliyetleri (gezmek, sinemaya gitmek, tiyatroya gitmek, spor yapmak vb. vb.) yapmaktan yoksunuz. Beğenmeyeceğiz çünkü kadınlar olarak dilediğimiz saatte dışarı çıkıp dilediğimiz şeyi yapamıyoruz; sokaklarda özgür bir şekilde gezemiyoruz; taciz tecavüz ile karşı karşıya kalıyoruz; aile, din, dış çevre sebepleriyle baskılanıyoruz. Beğenmeyeceğiz çünkü, kendi cinsel yönelimimizden dolayı toplumdan dışlanıyoruz ve ötekileştiriliyoruz.

Evet, işte tüm bu sebeplerden dolayı bizler gençlik olarak geleceğimizi elimize almak için bugünden ayağa kalkmalıyız.

Kaybedecek hiçbir şeyimiz yok.

“Artık Yeter” çığlığını dünyanın her yerinde büyütme vakti geldi. Şimdi dünyayı değiştirme eylemi biz gençlerin ellerinde, omuzlarında!

Şimdi değilse ne zaman?

Sen değilsen kim?

Roza