İdlib’de yaşanan saldırıdan sonra Avrupa’dan destek almak isteyen iktidar, sınırları açtığını duyurmuştu. Bu nedenle, 28-29 Şubat günleri insanlığımızı sorgulatan görüntülere tanık olduk bu nedenle. Sadece İstanbul’dan değil, ülkenin pek çok yerinden binlerce mülteci Edirne’ye sınıra doğru yola koyuldu.
Kimisi otobüslerle sınıra geldi, kimisi yürüyerek, kimisi botlarla... Botlarla Yunan adalarına ulaşan göçmenlerin bebeklerle, çocuk ve kadınlarla, erkeklerle karaya çıkabilmek için savaş vermeklerine tanık olduk. Karadan sınır kapısından geçmek isteyenler ise, iki gün boyunca Yunan polislerinin gaz bombalı saldırılarıyla karşılaştılar. Ve yüzlerce aile, Pazarkule sınır kapısından geçebilmek için 28 Şubat Cuma gecesini yağmur altında tarlalarda bekleyerek geçirdi. Erdoğan 29 Şubat günü yaptığı açıklamada 18 bin kişinin kapılardan geçtiğini, bu rakamın artabileceğini söylüyor ve ekliyor: “Biz bu mültecilere bakmak, beslemek durumunda değiliz. Avrupa Birliği sözünde durmalı”…
Ve haberler gelmeye devam ediyor. İki sınır kapısı önünde sıkışan yüzlerce kişi gaz bombalı saldırılarla karşı karşıya. Askerler havaya ateş açıyor, kaçışan halklar birbirlerini ezme ve ezilme tehlikesi yaşıyor. Ne ileri gidebiliyorlar, ne de geri…
Yeni bir yaşam umutları ve hayalleri ile yollara düşenlerin yüzlerindeki umut ve heyecan da faşist-şovenlerin gözünden kaçmadı… Burada her fırsatta yaşamı göçmenlere zehir edenler, insanca bir yaşamı yahut bir parça mutluluğu, eğlenceyi çok görenler, bu umuda karşı da zehir saçmaya başladılar. Ne nankörlükleri kaldı, ne “bizim çocuklarımızın orada ölürken onların burada eğlendiği…”
Sahi, bu savaş kimin savaşı… Kimin için ölüyor insanlar ve kimin için yerlerinden yurtlarından ediliyor, kimin için savaşmaları isteniyor…