Tarih, 11 Eylül 1980. Adana. Akşamüzeri saatleri. Sağ-sol davasının yoğun yaşandığı günler. Mahalleler, bölgelere ayrılmış. Yasak bölgeye giren sağ çıkarsa kendini şanslı bulduğu günler. İnsanlar artık bıkkın, yorgun, öfkeli…
Kocaman bir bahçenin içerisinde, üzerine H.E. harfleri yazılı, büyükçe, mavi renkli demir kapı ile girilirdi evimize. Birden kapı açıldı hiç tanımadığım, neden geldiklerini sonradan anladığım abiler geldiler evimize. Abilerim onları ayakta karşıladılar. Bahçede dut ağacının altında, tahta masanın etrafındaki tahta sandalyelere oturdular. Kısa bir sohbetten sonra asıl konuyu konuşmaya başladılar. Abilerim gibi gelen gençler de durumdan şikayetçiydiler. Artık bir şey yapılması gerektiğini konuşuyorlar. Akşamın sonunda alınan karar; sabah erken saatte tüm mahalle gençleri toplanacak, mahalle komitesi kurup sağcıların bölgesine gidip konuşacaklar. Gerekirse dövüşeceklerdi.
Ama 12 Eylül sabahı Türkiye tarihinde önemli bir yeri olan, çok kötü günlerin ilk gününe, asker postalının sesi ile uyandık. Bütün evlerin kapısını tekmeleyerek açtılar, hepimiz ne olduğunu anlamadan tepemizde silahları ile bekleyen askerlerle gözlerimizi açtık. Sokağa çıkma yasağı getirilmiş. Şimdiki gibi sokağa çıkma kısıtlaması değil, burnunun ucunu bile dışarı çıkaramazsın. Dışarı çıkanın akıbeti bilinmez. Öyle, gece 12'den 2 saat önce söylemediler ihtiyaçlarınızı karşılayın diye. Evlerde yiyecek pek bir şey yok, insanlar yoksul, günlük kazanıp günlük harcıyorlar. Bu durum ne kadar sürdü hatırlamıyorum ama aklımdan hiç çıkaramadığım tek şey o çuval çuval kitapları yakmamızdır. Evlerde banyo sobalarında ne kitaplar yakıldı. İçeriği hiç önemli değil, onlar bir kelimesini suç sayıp sizi götürebiliyorlardı. Ne insanları alıp götürdüler bir daha haber alınamadı onlardan, ne analar karalar bağladı evlatlarının ardından. Gencecik çocukların yaşı büyütüldü bir gecede, aleme ibret, asmayalım da besleyelim mi? Diyerek…
Düşünüyorum da, yarım asırlık yaşama ne olaylar sığdırmışım.
Yıllar sonra tarih 2016 Temmuz. O günlerde Kuşadası'nda müzik festivali var, oğlum festivale gitmek istedi birkaç arkadaşıyla, gittiler. Daha yeni ulaşmışlar, Kuşadası'nda sahilde geziyorlar. O sırada ben evdeyim ama ters giden bir şeyler olduğu belli, minarelerden sürekli sela okunuyor, sosyal medyadan anlamlandıramadığım askeri hareketliliği takip ediyoruz. Saat, akşamüzeri. Hatta o sırada arkadaşımla telefonda konuşurken bunu konuşuyorduk. Ben “dikkatli olun bugün normal olmayan şeyler var, anlamsız bir hareketlilik var” dediğimi hatırlıyorum. O arada televizyon kanallarından aynı anda ortak bir yayın başladı. Hepimizin bildiği şu ünlü 15 Temmuz 2016 darbesini müjdeliyorlardı.
Beynimden vurulmuşa döndüm, oğlum ve arkadaşları geldi aklıma. Onlar şu anda dışarıda, şehir dışında ve gidecek yerleri yok. Aklıma çocukluğumda yaşadığım darbe geldi, sokağa çıkma yasağı, dışarıda olanları toplayıp götürmeleri. Gerçekten çok korktum. Neyse ki dostlarımız vardı bir anda sakince düşündüm ve aklıma oraya yakın arkadaşlarım geldi. Onları aradık, gidip çocukları aldılar oldukları yerden. Evlerine götürdüler, çocuklar o geceyi orada geçirdiler. Fakat beklediğimiz gibi bir sokağa çıkma yasağı olmadı. Hayat normale yakın bir şekilde devam etti. Gerçi o günün etkilerini daha sonraki zamanlarda yaşayacaktık. Bu sefer Fetö örgütüne mensuplar temizlenecekti tüm kurumlardan.
Tarih; 2020'yi göstermeye başladığı ilk gün de, bu yılın pek de iyi olmayacağı belliydi. Bir süre sonra, tüm dünyayı etkisi altına alan Koronavirüsü Çin'in Wuhan şehrinden başlayarak her yere yayılmaya başladı. Virüs tüm dünyayı etkisi altına almaya, insanlar ölmeye başladı. Türkiye de bu virüsten nasibini aldı elbette. Benim çevremde hasta olan yok, ama bir çok insan yakınlarını kaybetti. İnsanların virüsü bulaştırmaması için “sokağa çıkma kısıtlaması” uygulanıyor. Bu nasıl bir formül bilmiyorum; haftanın 5 günü çık, 2 gün yasak. Pardon, kısıtlı.
Bugün sabah kahvaltımızı balkonda yapalım dedik. Masayı hazırlarken gözüm sokağa takıldı, bugün sokağa çıkma kısıtlılığı olan bir gün. Ama sokakta bir sürü insan var. Durdum, baktım ve tüm bu olanlar gözlerimin önünden film şeridi gibi geçti. Daha ne kadar yaşarım ömrümün geri kalanında daha neler görürüm bilmiyorum. Ama tekrar bir sokağa çıkma yasağını herhangi bir nedenle görür müyüm görmez miyim bilmiyorum.
Bir Rus atasözünün dediği gibi: Gelecek onu beklemesini bilenindir
Güzel günlerde görüşmek dileğiyle...
Emekçi Bir Kadın