Tarifsiz acılar çektik bir kara kış gecesi. Korkunç bir yıkım... üst üste, defalarca... Sevdiklerimizi, canlarımızı bıraktık moloz yığınları arasında. Çaresizlik, ulaşamamanın, o enkazların arasından çekip çıkaramamanın delirtici çaresizliği... “Buradayım” çığlıklarının perde perde sönüşünü dinlemenin, dondurucu ayazda parmaklarımızın arasından yitirişlerin çıldırtıcı çaresizliği...
Bizi enkazların altında bile isteye bıraktı dinci faşizm. Büyük bir soğukkanlılıkla seyretti acılar içinde çırpınıp duruşumuzu. Yetmedi. Dört bir yandan gelen gönüllülerin çalışmalarını engelledi. Ölüme mahkum etti yüzbinlerimizi.
“Dayanışma ezilenlerin inceliğidir”... İlmek ilmek ördük dayanışmayı. Kuşkusuz son derece yetersiz koşullarda, teknik ekipman yokluğu şartlarında, yetmedi canlarımızı göçük altından çekip çıkarmaya.
Korkunç bir cinayet şebekesi var karşımızda. Hiçbir insani değer kalmamış yüreklerinde. Her şey para, rant, çıkar!.. Ölümlerimizi de kara çevirmek için doluştular deprem alanlarına. Ölülerimizi doldurdukları hafriyat kamyonlarını derme çatma çadır kentlerin dibine döktüler. Hızla kararnameler çıkarıp binlerce yıllık arazilerimizin üstüne “çökmeye” giriştiler. Böylesine acımasız, böylesine sinsi... tek kelimeyle leş yiyici!..
Dinci faşizm acılardan, şok edici olaylardan yararlanmakta pek mahirdir. “Allah'ın lütfu” olarak görür her bir acıyı, felaketi. Deprem de onlar için böyleydi işte. Derhal giriştiler işe. Bir yandan rant için yağma talan kapılarını açtılar, diğer taraftan hemen “tarihin en büyük yolsuzluğunu” yapacakları seçimler için adımlar attılar. Milyonlarca sahte seçmen yarattılar. Deprem bölgelerinde yüz binlerce insanımız yerinden yurdundan edildiği için büyük kısmının oy kullanması fiilen engellenmiş oldu. Onların yerine sahte seçmenlerle oy kullandılar. Dedik ya, “Allah’ın lütfu” idi onlar için bu korkunç deprem felaketi.
Seçimler, sermaye sınıfının tüm temsilcilerinin elbirliği ile kotardıkları bir oyundan başka bir şey değildi. “Muhalefeti” ve iktidarı ile, tüm sermaye temsilcileri, sermaye düzeninin iki kampı etrafında saflaştırdılar emekçi kitleleri. Düzen içi iki kampa ayırdılar herkesi. Bir yanda dinci faşizm ve onun başındaki RTE, diğer tarafta “tek adama/saray faşizmine” karşı olan çok geniş bir kesim ve onların “umudu” Kılıçdaroğlu!.. Sosyal reformistler ve oportünistler, burjuvazinin bu seçim oyununa bile isteye destek verdiler. “Tarihsel seçim” diyerek, “tek adamdan kurtulmak” ve “saray faşizmini geriletmek” diyerek dahil oldular bu oyuna. Seçimlerle iktidarın değişeceği yalanını elbirliği ile yaydılar, emekçi kitleler arasında sahte umutlar yarattılar. Şimdi kendi propagandalarına en çok kendileri inandıkları için olsa gerek, her biri umutsuzluk batağında debelenip duruyor. Utanmadan deprem bölgelerindeki acılı ve yıkıma uğramış emekçilere sövüp sayıyor!
Yıllardır söylüyorduk biz, “sandıkla gitmeyecekler” diye. “Tek adam”ın kaderi ile sermaye düzeninin kaderinin nasıl iç içe geçtiğini, birleşik devrimin güçlenmesi karşısında emperyalistler ve Türk tekelci sermayesi tarafından bu “tek adam”ın her türlü araç ve yolla desteklendiğini anlatıp durduk. Sahte umutlara karşı, parlamenter ahmakların yaydıkları yanılsamalara karşı uyardık emekçileri.
Sahte umutlara yer yok bu kavgada. Düşman acımasız ve kurnaz. Ancak bir ayaklanmayla yıkılabilir dinci faşizm ve ancak bir toplumsal devrimle kurtulabilir emekçi sınıflar. Bunun yolu güçlerimizi devrim saflarında birleştirmekten geçiyor. Düzen içi değişim çabaları ne bizi kurtarır, ne de mevcut koşullarda sonuca ulaşır.
Hiçbir yanılsamaya kapılmadan, kolay zafer hayallerine dalmadan, güçlerimizi birleşik devrim saflarında birleştirmeliyiz. Kurtuluşumuz kendi ellerimizde.