< Anti-Hukuk Mu Dediniz ?

“ 21.yüzyılın insanının en büyük yanılgısı, faşizmin tekrar NAZİ üniformasıyla geleceğini sanmasıdır.”

Umberto ECO


Hatay barosu başkanı Ekrem Dönmez’in kimlik kontrolü bahanesiyle gözaltına alınması bir anda tepki yarattı. Ekrem Dönmez onurlu bir tepki koymasa idi, “devlet” rutin kontrolünü yapacak, mekanı terk edecek idi. Ancak tüm sıfatlarından öte bir yurttaşın, “maaşlı zaptiye”leri kanuna uymaya çağırması, bilindik devleti hortlatmaya yetti.

Olayın görüntüleri basına yansıyabildiği için; “Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar müslüman” Türk polis teşkilatı inanılmaz hukuksal bir savunma yayınlamak zorunda kaldı. Anayasa, PVSK, SS’in emir telakkileri falan... savunma uzayıp gidiyor. En sonda vurgulamadan edemiyor teşkilat: “canı pahasına görev yapan!”... Bir de: “esas misyonu demokrasinin teminatı olmak olan”!..

Toplumun belli kesimlerinin polis şiddeti, işkencesi ve infazı ile karşılaşması yeni değil. Gezi protestolarında silahsız onca insanımızı öldürüp binlercesini sakat bıraktılar. Birileri öldürme emrini kendisinin verdiğinin cakasını satıp, Gülsüm Elvan’ı meydandaki beslemelere yuhalatıyordu! Kezban Saçılık yerlerde sürükleniyordu. Taybet İnan ise PÖH/JÖH eliyle vurulup sokak ortasında bırakılıyor; kurda kuşa yem olsun diye sokaktan alınmasına müsaade edilmiyordu. Cumartesi Anneleri’nin sesini kısma çabası ise, SS teşkilatının yeni taktiğiydi.

Devam edelim; Taylan Özgür (1969), Şerzan Kurt (2010), Dilek Doğan, Baran Tursun, Barış Erkul, Ali Hemdan, Festus Okey...

Teşkilatın bolca mahirlik gösterdiği soruşturmalar da yok değil; Rabia Naz dosyası, Nadira Kadirova dosyası, Gülistan Doku dosyası...

Teşkilatın işleri bununla bitmiyor; rüşvet, makam araçlı uyuşturucu ticareti, mafyatik işler-ilişkiler, fuhuş örgütlerine yardım vb...

Yani maaşlı, silahlı, kanunlu bir örgütün işleyişi muazzam... Cinayet, işkence, kamusal suçlar, adi suçlar... Tüm bunların üstü de hukuk eliyle örtülüyor ya da cezasızlık ile sonuçlanıyor. Hele yurttaşlara karşı suçlarda “orantılı güç” denilen içtihat yaratılmış durumda.

Bu tabloda toplantı ve gösteri yürüyüşlerine saldırılar, sosyalistlerin maruz kaldığı tacizler- hukuksuzluklar, kadın örgütlerine yönelik baskılar, Kürtlere yaşatılanlar ve daha pek çok mesele gözardı edilmiş durumda.

Peki anayasa, yasalar, kompleks hapishaneler, devasa adliye sarayları varken bu meksika karteli görüntüsü nasıl oluşuyor ?

 

Suç Tekeli; Devlet!

Bir bütün olarak devlet muazzam bir organizasyon olsa da esasında en çabuk sürede kurtulunması gereken bir araçtır. Zira devlet birçok şeyin TEKEL’idir. Bunların başında da şiddet ve suç gelir. Kapitalist devlet modeli bu aracın en yetkin en gelişmiş halini bize gösterir. Çok dillendirilen hukuk bu şiddet tekelini sınırlandırmaktan çok biçimlendirir, şekil almasını, alışkanlığın oturmasını sağlar. Onlarca mevzuat, kanun, yasa, adli-idari mekanizmalar bu işleyişin yaşaması ve sürdürülebilirliği için vardır.

Türk devletinde faşizm kurumsaldır. 12 Eylül ile faşizmin kurumsallaşması amaçlanmıştır. Ordu-polis-yargı en başta bu amaç için revize edilmiştir. Bu organizasyonla uzun süre çalışmış olsalar da devlet kliğinin kendi iç çatışmaları yanında sınıf savaşımı ve Kürt özgürlük mücadelesi bu aracı kimi zaman köreltmiş kimi zaman yavaşlatmış ve nihai olarak eskitmiştir. Bu on binlerce insanın ödediği bedel ve mücadele ile olmuştur.

15 Temmuz ile “fırsat” dedikleri, başta devlet ittifakları olmak üzere, kamusal zemindeki muhaliflerin temizlenmesi olmuştur. Yüzbinlerce gözaltı, fişleme, işten çıkarma, tutuklama, uyduruk yargılamalar, son 5 yılın tablosudur. En son avukatlık kanun değişikliği ile ayyuka çıkan mesele ile de kamu otoritesindeki tüm çatlak seslerin susturulması amaçlanmaktadır.

Tekelcilik hakimiyet, aidiyet ve biat ister !

Hatay Baro Başkanı Ekrem Dönmez üzerinden tartışılan polis uygulaması, devede kulaktır. Onlarca avukat bugüne gelene kadar tutuklanmış, adliyelerde, karakollarda şiddete maruz kalmıştır. İki avukat ise bugün ölüm orucunda!

Tartışılması gereken devlet ve siyasal iktidardır. Polis memuru görevden alınsın tutuklansın diye talepte bulunmak komiktir. Devlet bugüne kadar hesabına suç işleyenleri asla toplumsal muhalefete teslim etmemiştir. En yakın örneği Sivas’ta onlarca aydını yakan kişilerin RTE eliyle affedilmesidir. O yüzden polis teşkilatının sesinin borazanlaşması bundandır. “Suçluların kolunu-bacağını kırın yanıma gelin” diyen SS’dir akıl sahipleri.


Suçlu kimdir peki ?

O an polisin/devletin suçlu ilan ettiği kişi-toplum-inanç vs. suçludur artık. “Ben devletim” derken üste çıkma çabası ondandır, elinde silah vardır!

Son olarak bir grup aydın tarafından sürekli “anti-hukuk günleri, anti-hukuk uygulamaları” gibi tabirler kullanılıyor. Ya olayları inceleyemiyorlar ya da daha havalı geldiği için böyle kullanıyorlar. İkincisi ise, kabul edilebilir; ilki ise, durum vahim! Ama bizce bir üçünü tez bilinçli bir yaklaşım ve seçim bu.

Tekelci sermaye iktidarında otoriter uygulamalarına, “otoriterleşme”, “istibdat”, “tek adam rejimi”, “sağ popülizm” gibi kavramlar kullanmak ideolojik tercihler. Olaylar incelendiğinde tüm bunların toplamının faşizm olduğu nettir. Anti-hukuk demenizin bir karşılığı yok. Zira uygulanan hukuk tekelci istençlerin hukuğudur. Tanıma göre mücadele aracı seçersiniz! Anti-hukuksa, hukukla düzeltilir. Anayasa, en iyi yasalarda faşizme içkindir. Faşizmse sınıfsal bir demokrasi sorunudur Her türlü araç ile mücadeleyi önünüze koymanız gerekir.

İster baro başkanı olsun ister seçilmiş milletvekili, ister sanatçı; siyasal iktidarın isteklerine uymuyorsa herkesin gözü önünde DEVLET ŞİDDETİNE maruz kalacaktır! Böylece diğerlerine de gerekli mesaj verilmiş olunacaktır.