Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 1 Eylül 2020 günü yaptığı açıklamada, “Hakimin, savcının, polisin, askerin yapamadığını, kamusal bir vazife icra eden avukat da yapamamalıdır. Şayet yaparsa bunun bir bedeli muhakkak olmalıdır.
Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle çarpık bir duruma izin verilemez. Yargının tek ideolojisi adalet olmak zorundadır. Bir adalet kurumu olması gereken kimi baroların, terör örgütlerinin arka bahçesi, propaganda aracı, yasa dışı faaliyetlerinin kılıfı haline dönüşmesi çok acıdır. Çoklu baro sistemini getirmekteki amaçlarımızdan biri de barolarımızı sorunlu yapıdan kurtarma umuduydu. İnşallah önümüzdeki dönemde avukatlıktan teröristliğe uzanan bu kanlı yolun önünü kesmek için gerekeni yapacağız.” şeklinde buyurdu.
Yeni Şafak gazetesinin haberine göre: AKP “Terör örgütleriyle irtibatlı ve iltisaklı olanlar hakkında meslekten çıkarma cezası uygulanır” şeklinde bir maddenin Avukatlık Kanununa eklenmesi için bir çalışmaya başladı bile.
Dinci faşist iktidar baroların tasfiyesine yönelik çoklu baro uygulamasını fiilen hayata geçiremeyince eldeki baroların dizaynı için fırsatlar yaratmaya çalışıyor. Zaten staj sonrası avukatlığa kabulde atılan adımlar ile bir çok avukatın daha işin başında ruhsat edinmesi engellenerek barolardan uzaklaştırılmıştı.
Avukatların bir meslek grubu olarak kaynaşmış bütün bir tabaka olmadığı açık. Çoklu baro tartışmasında ortaya çıkan iktidarın manipüle edebildiği avukat grubu, kurdukları yeni baronun ileri bir tarihte kendilerini ifşa eden bir yapıya dönüşeceği korkusundan mı bilinmez yeterli sayıya ulaşamadı. Avukatların mevcut iktidar/muhalefet ekseni zaten suni bir kesen... Yoksul ve işçi avukatlar ile zengin ve patron avukatlar arasındaki ayrım hala cüppelerin altında gizlenebiliyor. Çoklu baroya karşı mücadeleye bu “ayak takımı” avukat kitlesini sokmamak bile başkanların sınıf tavrının yansıması… Ama tabakalar birbirinin farkında. Dişler, bıçaklar bileniyor, sözler ediliyor. Ancak gün ola harman ola, “Güzel kazmışsın, ihtiyar köstebek!” diyeceğimiz günler yakın.
Bu iltisak/irtibat ne derseniz: iltisaklı kavramı kavuşan, bitişen, birleşen; irtibatlı kavramı ise bağlantılı anlamına geliyor. Kavramların anlamından ziyade işlevi şu: cezalandırmak için yeterli delil bulamadığınız durumda elinizde kalan ve herhangi bir örgütle ilişkili/ilgili olarak tarif edeceğiniz şeyleri (artık bu Süleyman Soylu'nun sevmediği birini ya da bir şeyi sevmek mi olur, doğal gaz rezervi miktarına inanmamak mı olur bilinmez ama iktidarın işine gelmeyen bir durumu desteklemek olarak da yorumlayabilirsiniz) işten atmak, aç bırakmak, meslek yapmasını engellemek için kullanmak.
Darbe girişimi sonrasında KHK ile yaşatılan durum bu... İşten atma, mesleğini yaptırmama. Öğretmen, doktor, bürokrat derken geldi avukatlara da dayandı. Boş bırakırsanız şoför, musluk tamircisi diye devam edecek. İnsanları aç bırakma, işsiz bırak tehdidi ürkütücü. Zincirinden başka kaybedecek bir şeyi olanlar için durum daha korkutucu. Tam da bu sebeple iktidar meslek erbabına, küçük burjuvaya yöneliyor. Şüyuu vukuundan beter oluyor. Bu aynı zamanda etkin bir terör mekanizması olarak iktidar tarafından kullanıyor. Yüz binleri ezen mekanizma milyonlara korku salıyor, etkisizleştiriyor.
Bugün KHK ile işten atmalar ve KHK mekanizmaları ile zaten eften püften olan yargı geleneği tam bir iktidar memurluğuna indirgenmiş durumda. İktidar bunun farkında ve korku ile son grup hukukçuyu da sindirmek istiyor. Avukatlık kanununda yapılmak istenen değişiklik avukatları meslekten atmaktan ziyade korkutma/terör bağlamında anlam taşıyor zira baro disiplin kurulları hala seçimle işbaşına gelen organlar. Hem de demokratik sayılabilecek bir seçimle… O yüzden yasal değişiklik olsa bile uygulama uzun süre buna direnir gibi gözüküyor.
Avukatların durumunu diğer serbest mesleği erbabının yanında sanatçı ve aydınlara yönelik örgütsüzleştirme ve kitlesel linç çalışmaları ile yapılan saldırının bir ayağı olarak da ele alınmalı…
Hukukun, devletin ideolojik bir aleti ve sınıfsal baskı aracı olma işlevinin tam olarak yerine getirilmesi için gerekli olan hukuk ideolojisinin inşası ve hukuk uygulayıcılarının bu ideolojiye biat eden insanlar haline getirilmesi önemli bir karşı devrimci faaliyet. Bu anlamda ideolojik inşanın yanında uygun insan da inşa ediliyor. Ancak sorun bunu aşmış durumda…
Hukuku sınıflar üstü, hukukçuyu da erdem timsali olarak tasvir etmeye çalışan aklın ezilenlere de bulaştırılması; doğal olarak çözümün de hukukta olacağını vaaz ediyor. Belki daha korkunç olan türlü yollar ile hukuktan adalet bekleme, adalet çıkarma kampanyaları. Algımız her gün iktidardan ya da muhalefetten olsun, farklı mecralarda adalet/hukuk beklentileri ile kirletiliyor. Adaleti tutuklanma/serbest bırakma ikilemine indiren bu algı belediye çavuşunun - ya da siz ona polis/savcı/hakim/asgari ücret belirleme komisyonu deyin- iki dudağı arasında fırtınalar koparıyor. Efendisinin hapşırmasından kendisine de uzun ömür bekleyen maraba misali…
Çözümüm işçilerin emekçilerin kurtuluşu ile beraber aranması gerektiği açık. Aklımızın buradan başka bir yere çekilmesinin ancak anlık ve pragmatik sebeplerle olmasını kabul etmeliyiz. Hukuk ve insan hakları mücadelesi yapanların bir elinin taşta olması gerek. Bu yolu kesmek isteyen herkesin de insanlığın düşmanı olduğu gerçeğini unutmadan.
Adaletin olduğu, hukuksuz günler istiyoruz. Kuracağız.
Devrimci Hukukçular