Ekonomik ve siyasi kriz büyüyor. İktidarları sallanıyor. Hem de öyle böyle değil! Ayakta durabilmek için baskı ve zordan başka seçenekleri yok. Yıllardır halka yalan söyleyerek yaratmaya çalıştıkları algı yönetimi de artık işe yaramıyor. Artık “Herkes biliyor geminin su aldığını / herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini / zarların hileli olduğunu”...
Ne diyordu ABD’nin ilk başkanlarından Abraham Lincoln: “Herkesi bir defa, bazılarını her zaman aldatabilirsiniz. Ama herkesi her zaman aldatamazsınız” (Herhalde bunu kendi deneyimlerinden çıkarmış olacak ki, bu kadar net ifade edebilmiş!). Dinci faşizm iktidara geldiğinde sözümona “herkese adalet” dağıtıyordu, kısa sürede foyası meydana çıktı! “AB’ye girme” vaatlerinde bulunuyor; “AB Kriterlerine göre” hukuksal düzenlemeler yapıyordu.
Çok geçmeden “hukuk”un ne menem bir şey olduğunu hep beraber gördük. Polise sokakta öldürme yetkisi veren; gencecik insanların katillerini cesaretlendirenin siyasi iktidarın kendisi olduğunu sağır sultan bile duydu! “İşkenceye sıfır tolerans” diye nutuklar atıyorlardı; şimdi “yaşasın işkence” diye böğürenleri ödüllendiriyorlar. “Komşularla sıfır sorun” diyorlardı; şimdi Türkiye’nin sorunlu olmadığı ülke kalmadı. “Her türlü milliyetçiliği ayaklar altına aldık” diyorlardı; milliyetçilikte, şovenizmde Nazizme rahmet okutacak duruma geldiler.
Şimdi soru şu: Hep mi böyleydiler, yoksa sonradan mı böyle oldular?
Faşizmin sınıfsal temelini bilenler, faşizmin bir politika değil, egemen sınıfın baskı ve zor aracı olan devletin bir biçimi olduğunu da biliyorlardı. Dolayısıyla dinci faşizmin devlete hakim olabilmek için ilk zamanlar halka kendilerini olduklarından farklı gösterdiklerini söylemek yanlış olmaz.
Ama işte sonuçta faşizm, faşizmdir ve devrimin gelişimi karşısında tekellerin açık terörist diktatörlüğü gerçek yüzünü göstermek zorunda kalmıştır.
Fakat bu da devrim yangınını söndürmeye yetmemiş, aksine daha da alevlendirmiştir. Bir kez daha hiçbir diktatörlüğün sonsuza kadar sürmeyeceği anlaşılmıştır. Daha iyi anlaşılacaktır!