Artık Türkiye’nin Ermenistan karşısında Azerbeycan’ın yanında savaşın içinde olduğuna dair kimsenin şüphesi yok. HDP ve TİP haricindeki Meclisteki bütün partilerin bu savaşta Türk devletinin yanında olduğunu ve yükseltilmeye çalışılan şovenizm korosuna “uygun adım marş” diyerek dahil olduklarına da şüphe yok.
Aynı durum Doğu Akdeniz’de Yunanistan ile yaşanan gerilim için ve İdlib’te Suriye ile devam eden gerilim için de geçerli. Dün RTE, Hatay’dan “Suriye ya bize söz verildiği şekilde temizlenir ya da bunu gider kendimiz yaparız” dedi; tabii gerekçesi de hazır: İdlib’teki insanlık trajedisine hiçbir zaman müsaade edemeyecek olmak!
Bu, Soçi’de ve Astana’da belirli konularda mutabakata vardıkları Rusya ve İran’a bir nevi “Karabağ’da benim işime karışmayın” mesajı vermek anlamına geliyor. Klasik söylemle “zamanlama manidar”! Rusya genelde bu tür “tehdit”lere anı anına açıklama yaparak ya da “masa”da değil de “saha”da cevap vermeyi yeğliyor. Bugüne kadar Suriye’de, daha önce Kafkaslarda vb yaptığı hep bu oldu. Şimdi de sessizliklerini koruyorlar; ama onlar için çok bilinen bir söz vardır: “Ayıyı dansa kaldırırsanız; ayı istemeden oturamazsınız”.
İdlib'teki durum bunun kanıtı gibi. Rusya, Suriye Ordusu ile birlikte buradaki cihadist çeteleri önemli ölçüde temizledi ve bunu yaparken hiçbir zaman Türkiye’yi suçlamadı.
Şimdi Ermenistan Başbakanı açıklama yapıyor; Azerî orduların başında Türk generallerinin olduğunu söylüyor. Rusya ise durumun farkında olmakla beraber hiçbir şey söylemiyor. Ve Suriye’den buraya taşındığı söylenen cihadistlere karşı gerekli önlemleri almakla uğraşıyor.
Türkiye’nin eski Sovyet Cumhuriyetleri olan “Türki Cumhuriyetler”i de içine alan “Adriyatik’ten Çin’e kadar” büyük bir Türk imparatorluğu kurma hayali olduğu biliniyor. Bunun için yıllar yılı pan-türkizm, pan-islamizm körüklenip durulmuştur. Bugün yaşanan 3.Dünya Savaşı koşullarında oluşan ya da oluşabilecek boşluklardan yararlanılarak bu hayal gerçeğe dönüştürülmek isteniyor. Daha önce bu sayfalarda başka bir vesileyle yazmıştık; “gerçeklikle bağları tamamen koptu” diye. Gelişmeler bu tespitin doğrulanması yönündedir.
Olan ve bundan sonra da olacak olan, içeride şovenizmin yükseltilmesidir. Buna karşı işçi sınıfı ve emekçilerin tavrı da halkların mücadele birliğinin yükseltilmesi olmalıdır. İçinde bulunduğumuz coğrafyanın “kaderimiz” olmadığını, ulusların kendi kaderlerini kendilerinin mücadele ederek tayin edeceklerini ve gerçek kurtuluşun proletarya enternasyonalizminden geçtiğini bıkmadan usanmadan anlatmalıyız.